Alevi geleneği nasıl ayakta kalıyor?

Ayhan Aydın İstanbul’dan yazdı

ALEVİ GELENEĞİNİ YAŞATAN GÜL YÜZLÜ TAM BİR OCAK-DERGÂH İNSANI HÜSEYİN ELMAS DEDE (AĞU İÇEN / YALINCAK SULTAN OCAĞI-
Sivas Hafik Yalıncak Köyü)

Daha önceden yazılarıyla tanıdığım ama ağırbaşlı kişiliğiyle de uzaktan çok sevdiğim sevgili dedemle özellikle son bir yıldır daha da yoğun bir diyaloğumuz oldu.

Tahminlerim çok şükür ki yerinde çıktı. Çünkü artık insan yanılmak istemiyor, yanılmaktan bıkıp usandım ben en azından… Dışından baktım yeşil bir türbe, içine girdim tövbe estağfurullah… İnsanlar da, kurumlar da, yapılar da böyle oldu… Aydınlar, yazarlar, kurum başkanları… Benim için de özellikle dedeler, babalar, ozanlar… Sanatçıları pek saymıyorum. Sesleri beni de büyülüyor, beni de çok etkiliyor, bana da çok şey veriyor… Ama sanatçıların bir bölümü gerçekten Aleviliği bir geçim kapısı yapıp, bu yola hiçbir emek vermeden, bu kültürü de çok da benimsemeden, para hatırına biraz da Alevi görünüp ya da Alevi hayranı görünüp yirmi otuz yıldır en iyi para kazanan insanlar oldular…

Dedelerimiz, bizim öz değerlerimiz… Geçmişin o güzelliklerini yaşatan dedeler var mı? Dedelik kurumu gerçekten yaşıyor mu? Bilge, kâmil, dede gibi dedelerimiz halen yol erkân sürüyorlar mı? Bu konular benim de en çok merak edilen konulardan birisi. Elbette benim de otuz yıldır peşinde olduğum ana sorulardan birisi… İşte Hüseyin Elmas Dede, hem bilgili, hem görgülü, hem ağırbaşlı, hem hoşgörülü, hem engin, hem türap, hem kucaklayıcı, hem köklerini bilen, hem ocağının hakkını verirken, tüm Alevileri hatta tüm insanlığı kucaklayan bir dedemiz… Onu tanımak gerçek anlamda bir büyük mutluluk, hem insan olarak, hem de bir yol aşığı olarak… İşte diyoruz, deminki soruların yanıtı olarak; evet, gerçek dedelerimiz hala var, gelenek hala yaşıyor, hala çıkar pazarına düşmeden yol oğlu gerçek er kişiler, aramızda yaşıyorlar… İyi ki varsın sevgili Hüseyin Dedem, aşk ola sana ve senin gibi yolu sürenlere, bu geleneği gençlere ve geleceğe taşımanın yükünü çekebilenlere… Hü dost…

Sevgili dedem, sizi daha yakından tanımak istiyoruz. Bize yaşam öykünüzü anlatabilir misiniz?

Ayhan Aydın Dost, güzel ve emektar dost. Öncelikle hakkımdaki düşüncelerinizi gerçekten yüzüm kızararak ve mahcubiyet içersinde dinledim. Sağ olun, var olun. Cümle Erler Pirler yoldaşınız olsun.

Ana doğumum konusunda annemin söylediği ve eski takvime göre kasım ayının 3.ncü günü doğmuşum, bu da 16 Kasım’a denk gelmektedir. Dayım Hüseyin Feyzi Yalıncakoğlu’nun (Yalıncak Tekkesi’nin postnişini, çok bilge bir insandı ve olayları kayıt altına alırdı. 25 Aralık 1993 tarihinde henüz 54 yaşında iken kaybettik.) kayıtlarında 1956 tarihi görülüyor. Ama nüfusa göre 03. 11. 1959 tarihinde, Sivas Hafik Yalıncak Köyü’nde doğmuşum,
Yalıncak Köyü’nün şöyle bir özelliği vardır, 1267 tarihinde Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin görevli olarak gönderdiği Seyyid Muhammed Nuri, yani Yalıncak Sultan adıyla anılan ulu zat ilk dergâhını kurmuş ve bu vesileyle kendi adıyla anılan Yalıncak Köyü’nü de kurmuştur, köyün adı yaklaşık 800 yıldır Yalıncak Köy…

Şimdi Dedem kısa kısa Aleviliğin özünde olan bazı kavramlara bakalım…

 

Sizce Ocak ne demektir, Alevilikte yeri nedir?

Ocak bildiğimiz gibi çiğlerin piştiği yerdir. Alevilikte ocaklar ise, bütün dede – talip herkesin yol erkan anlamında, insanlık anlamında piştiği, olgunlaştığı ve insanı kamil olma yoluna doğru yolculuğa çıktığı yerlerdir. Her talip topluluğu bağlı bulunduğu ocağına, pirine son derece bağlı, saygılı idi. Ocağının kendisine yüklediği tarihi sorumluluğu bilen, turap olmasını bilen dedeler sadece yolunun erkanının kaygısını taşırlardı, ancak bulunduğu konumu rant uğruna kullanan dedeler de yok değildi tabiiki. Özellikle bugün çok fazla raslanır oldu. Oysa bugün Ocak-mürşit-pir-rehber-talip bağlarını yeniden nasıl kurabilirizi samimi olarak düşünmemiz gerekir, çözüm üretmemiz gerekir.

Pir Nedir?

El Ele El Hakk’a düsturu içersinde Alevi yol ve erkânına hizmet eden, inanç önderidir. Pir, ocak ulularıdır, toplumun kendisine yüklediği pirlik mertebesini hak etmeden kendi kendine pir sıfatlandırması yapan dedeler bu yolu anlayamayan, ulu cedlerine layık olmanın bilincinden yoksun olan dedelere de ne yazıkki bugün çok sıkça raslamaktayız. Eline, beline, diline, aşına ,eşine, işine sahip olduğunu vicdanında sorgulayan ve layık olduğuna inanan dedelere elbetteki son derece saygı duymaktayım. İşte böyle dedeler kendilerine pir demezler, ancak toplum bu sıfatı yükler ve onlarda layıkıyla pirlik görevlerini yerine getirirler.
Herkesin gelişi güzel kendisine pir demesini, pir dedirtmelerini de doğru bulmuyorum. Ancak bir yetkinlikle ve liyakatla toplum tarafından kendisine verilen sıfattır ki, hem özel yaşamıyla hemde toplumsal yaşamıyla örnek olup bunu hak etmek gerekir.

Mürşit Nedir ve Kimdir?

Ocaklar üstü ve ocakların kendisine bağlı olduğu en tepedeki yol erkan hizmetlisidir. İrşad eden, doğru yolu gösteren ve her yönüyle olgun ve kamil insandır. Yolun usul ve erkanını anlatır, aydınlatır. Yaşamıyla topluma örnek ve önder olan şahsiyettir. Ona niyaz edildiğinde onun ceddine niyaz olunduğuna inanılan kişidir. Mürşitlik dedelik kurumunun en üst makamıdır.

Rehber Kimdir?

Mürşitten ve pirden sonra gelen ve görgüden önce toplumdaki sorunları çözen çözemediğini de cem meydanına taşıyan yol ehildir. Töre ve yol kurallarını bilen, yol ve erkan konusunda bilgi veren, yol gösterendir. Müsahip kavline girmek isteyen canlara öncülük eder. Dede postuna oturur, görgü açar ve uzlaştırma görevi yapar.

Hep söylenen Pir – Mürşit – Rehber üçlemesi ne demektir?

El Ele El Hakk’a düstüru içinde rehber pire bağlı, pir mürşide bağlı, mürşit ise ocakların bir arada oluşturdukları üst düzey dedeler kuruluna bağlıdır diye düşünüyorum. Bu geçmişte vardı. Her coğrafyada o bölge ocak temsilcileri ve postnişinleri o bölgedeki Alevilerin ve toplumun gerek inançsal, gerek toplumsal sorunlarını belirledikleri bir mekanda müzakere ederlerdi. Her coğrafyada tespit edilen sorunlar ve çözüm önerileri derlenerek merkezi bir yerde, yani 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra baş pirliğe seçilen Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahı’nda, Hırka Dağı’nda büyük toplantı yapılarak burada sorunlar dile getirilirdi. Dolayısıyla her farklı coğrafyadaki ocak temsilcileri kendi bölgelerindeki sorunlarını dile getirirler tanışırlar, yol ve erkanda öze uygun olmayan davranış biçimleri var ise ortaya dökerler, dayanışma içerisinde ortak bir tutum çıkmasını sağlarlardı. Dolayısıyla her coğrafyanın kültürel, folklorik, sosyolojik farklılıkları içerisinde yol bir sürek bin bir düsturuyla hareket ederlerdi, çözümünü kendi aralarında bulurlardı. İşte burada o büyük dedeler kurulu da oluşurdu. Bu “Üst Kurul,, görevi görürdü. Ne yazık ki, özellikle son yüz elli iki yüzyıldır terk edilmiş gibi görünüyor. Bugün bunları anlattığımızda bir çok topluluğun, kişilerin ve dedelerin kendi yol erkan tarihlerine ne kadar yabancılaştıklarını görüyoruz ne yazık ki. Onun içindirki hep vurgalamaya çalıştığım bir tesbit vardır, “Alevilik bugün aslında olması gerekenin 150-200 yıl gerisine düşmüştür.

Dedem benim aklım şaşıyor. Nerdeyse bin yıldır bu ocaklar, dergâhlar, pirler, mürşitler, rehberler aslında birbirinden haberdar, bu kesin. Biz bunu anlıyoruz. Şimdi ise bugün bin yıl sonra sözde Alevi Bektaşi kurumları sözde kurumlar olarak kalıyor, bir bütünlük oluşturmuyor, oluşturamıyorlar. Yani bunu yüzyılladır Aleviler başarmışlar, her türlü kıyıma rağmen. Bugün ise bu çağda kimi simsarların da işin başında olmasıyla bu yapı işletilemiyor, yok bilmem çağ değişti, bilmem ne adına bunlar yapılmıyor vs ?
Ocaklar Aleviliğin bel kemiğidir. Toplumun inançsal sorunları, hukuk sorunları, sağlık sorunları, kıtlık varsa bir yerde, tabii felaket var ise buna benzer olayların sonucunda yiyecek içecek ihtiyacı doğan bölgelere ocak ve dergahların çevresinde yetiştirilen ürünler ile bu gibi sorunlara çare bulunduğu birer kurumdur. Yunus Emre hikayesini bilmeyenimiz yoktur. Hacı Bektaş’a kendi bölgesinde kıtlık olduğu için gitmiştir, para veya buğday almak için. Bu ocaklarla oluşmuş bu örgütsel yapı sadece ve sadece inanca hizmet etmez. Bir yerde adeletsizlik var ise, hukuksuzluk var ise, sömürü var ise, öncelikle ocak mensupları önderliğinde bir toplumsal muhalefet hareketi doğmuş, ve bir karşı duruş sergilemişlerdir. Pir Sultan abdal Olayı, Kalender Çelebi Hareketi, Şahkulu Celali isyanları bunun örnekleridir. Daha sayamayacağımız birçok olay vardır. Ancak bugün ocakları öteleyerek, ocakları devre dışı bırakarak Aleviliği yeniden tesis etmek çabasında olanlar olduğunu da görüyoruz. Talip ocağın talibidir. Rehber pire bağlıdır. Pir mürşide bağlıdır. Bazı ocaklar bir üst ocağa bağlıdır. O üst ocaklar merkezi bir yere bağlıdır. Hacı Bektaş örneğin. Ocak sistemini ortadan kaldırdığınızda kimin talibi olunacak? Talip dedesini tanır, ocak dedesi köy köy her yerdeki taliplerini tanır ve onların sorunlarıyla birebir ilgilenir ve çözüm bulurdu. Dolayısıyla kent koşullarında ocak taliplerini yeniden bir araya getirerek, ocak dedeleriyle yeniden buluşturularak Aleviliği belki kurtarabiliriz. Tabii nufüs yoğunlaştı. Bunu kentlerde belki semt bazında, belki mahalle bazında, belki ilçe bazında yaşayan Alevileri kendi ocak dedeleriyle buluşturarark bölgelerindeki cemevlerinde görgüleri, Hızır Erkanları, Abdal Musaları, Sultan Nevruzları, Müsahiplik erkanlarını ancak ocak dedelerinin öncülüğünde yeniden hayata geçirirsek Aleviliği bir anlamda özüne yakın yeniden örgütlemiş oluruz.

İki husus var. Ben diyorum ki, Cemevinde ocak olmazsa, ocak dedesi olmazsa bu cemevi cemevi olamaz bugünküler gibi. Yani tek tip ibadetin olduğu, zaten adım adım benzeştirildiği cami örneğinde olduğu gibi cemevleri olur. Bazı yazarlar, sözde bilim insanları, artık geçmiş öldü, bu cemevleriyle Alevilği şekillendireceğiz diyorlar. Asıl bence bu Aleviliği yok ediyor.
Bir de ikinci olarak, şehirlerdeki cemevlerinin yarattığı camiideki hocanın tam da karşılığı olan “Cemevi Dedeleri” tipi yerleşti. Bunlar da paralı din görevlilieri oldular bence.
Ne diyorsunuz…

Doğru. Bizden bazı talip köyleri hizmet beklediğinde, bu bilinçte olan talipler özellikle ocak dedelerini çağırırlar, şimdi de. Örneğin Hızır, Muharrem, Sultan Nevruz cemlerini birkaç kez talip köyleri bir araya gelerek dernek yöneticileri kanalıyla bize ulaştırdılar ve bizde onların ocak dedeleri olarak tahsis ettileri cemevlerinde bu hizmetleri yürüttük. Çok kolay olay bu.
Dolayısıyla bu bilinç yeniden Alevilere analtıldığında ocak nedir, ocak dedesi nedir, ocak talibi nedir, görgünün ancak ocak dedesi tarafından yapılabileceği, müsahiplik erkanının ancak ocak dedesi tarafından yapılabileceği anlatılabilirse iyi biliyoum ki talipleri tarafından kendi ocak dedelerinden hizmetlerini yürütmeleri isteği yoğunlaşacaktır.
Maalesef bugün cemevlerinde cemevi yöneticilerinin çizdiği daire içinde davranmak zorunda olan dede tipi türedi. Oysa dedeler cemevlerinde yöneticilerin bile üstünde bir konuma sahiptirler. Danışılması gereken, çözüm aranması noktasında fikrine başvurulan, bilge dede profili yaratılamadığı, oluşturulamadığı sürece bu kısır döngü sürüp gidecektir. Müşahade ettiğimiz birçok cemevinde dedelerin bilgi birikiminin yeterli olmayışı ve kendilerinin ordaki varlıklarını da ancak Kurum Başkanının emir ve talimatlarını yerine getirmek üzerine kurulmuş bir dedelik tipi yaratıldı.

Bunun savunması bazen “işte nerede bulalım o ocak dedesini, onlar yok oldu,, deniyor?

Aransa elbette bulunur, bu özle ilgili bir şey. Örneğin size başvursalar, sadece size başvursalar otuz kırk tane ocak dedesini tanırsınız. O ocak dedeleri kendi ocaklarındaki dedelerini bir şekilde haberdar ederek bu hizmete katabilirler. Ancak demin dediğimiz gibi artık üniversite bitirmiş Alevi çocuklarına bilgi ve birikimle anlatabileceği, çağdaş dünyanın gerekleriyle donanmış dedeler yetişmek zorunda. Hattı zatında başkanların ve yöneticilerin dairesi içinde davranan dedeler, kendi vizyonlarını, temsil ettikleri ocağın vizyonunu, Aleviliğin vizyonunu bilmeden ayaklar altına sermiş oluyorlar. Ancak aleviliğin olmazsa olmaz yol ve erkanlarını kendi ocak taliplerine ancak ocak dedeleri aktarabilir.

Maaş demişken, cemevlerinde günlük ihtiyaçlara ve hizmetlere cevap verebilecek yetkinlikte ve bilgide dedelerin olması da gerekli. Günlük ihtiyaçlar için ocak dedesi şart değil gibi geliyor bana ve bu dedeler geçimlerini sağlayabilmek için Cemevlerinin kendi gelirleri ile maaşa bağlanması doğaldir. Talipten hakkullah alırsanız, cemevinde günlük ihtiyaçlara karşın aldığınız maaşla talibin ve toplumun dedesi olursunuz, ancak Diyanetten veya Alevilikle ilgisi olmayan yerlerden maaş alırsanız Diyanetin veya sistemin dedesi olursunuz ki, Aleviliğe vereceğiniz birşey olmadığı gibi üstelik talimatla ve dikte edilen emirle aleviliği yok etmek üzere bir misyon üstlenmiş olursunuz.

Bunlar içinde en önemlilerinden birisi görgüdür. Peki nedir görgü, görgü cemi, görgüden geçmek? Şimdi Aleviler görülüyor mu?

Görgü Erkanı aleviliğin en büyük aynasıdır. Görgü Erkanı yaşanmayan bir alevilik aslında alevilik değildir. Görgü Erkanı ocak dedesi, ocak talipleri ve diğer hizmetliler ile birlikte ceme katılan tüm cem erenlerinin adeta jüri üyeliği yaptığı bir nevi halk mahkemesidir. Görgü erkanına katılan canların, birbirlerini tanıyan ve kimin ne fiil işlediğini bilen ve herkesin birbirinden razı olduğunu ortaya koyan Alevi topluluklarının ocak dedelerinin huzurunda özlerini dara çekmesi ve problemler hallolmuşsa cem erenleri huzurunda birbirleriyle rızalaşarak niyazlaşmalarıdır.

Görgü, çoğunlukla bazı Alevi ocaklarında müsahiplik kurumuyla gerçekleştirilir. Bektaşiler’de nasip almak denir.
Görgü Aleviliğin temelidir. Görgü olmayan, dolayısıyla sorgu olmayan Alevilik Aleviliği anlatmaz. Görgü her yıl tekrarlanan ve bir yıl içerisinde yanlış fiiller yapmış olan canların karşılığında bunun bedelini bir şekilde toplum ve pirin huzurunda ödedikleri, bundan imtina edenlerin ise düşkün kılındıkları en önemli ve birinci dereceden gelen bir yol kuralıdır.

Dar var, didar var. Darın pirleri var. En büyük şehit İmam Hüseyin, Hallacı Mansur, Fatıma Ana, Fazlı Darı deniyor. Dar nedir, önemi nedir? Dara çıkmak deniyor, dar meydanı deniyor?
Postu temsil edenin huzurunda, aslında Hakk’ın huzuruna çıkmak ve orada işlediği fiillerle Hakk ile karşı karşıya kalmak. Özünü dara çekmek, bildiğimiz bizim, (meydanın) bilmediğimiz senin, Hakk’ın huzurunda, Muhammed Ali ve On İki İmamlar Postu huzurunda özünü dara çekerek her şeyi meydana koymanın makamıdır dar.

Dar birlik meydanıdır aynı zamanda?

Eyvallah. Özünü dara çekmek, yanlış bir fiil işlenmişse pir’in ve cem erenlerinin huzurunda bir anlamda özür dilemek ve bir daha tekrarlamak üzere söz verme anıdır, yükümlülüğü çok ağırdır. Birlikten ayrılmamaya verilen ikrardır.

Post çok kutsal? Niçin çok kutsal?

Post, öncelikle Muhammed Ali postu, onun soyundan gelen ocağın postu ve o gün o ocak dedesinin kendi ocak ulusunun adına oturduğu, ocağının temsil edildiği makamdır.

On İki Post var?

Başta Oniki İmamları temsil eder. Oniki İmamlardan gelen Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahında ve süreğinde ise aşağıdaki gibidir.

1- Horasan Postu (Pir Postudur, Hacı Bektaş Veli makamıdır)

2- Aşçı Postu (Seyid Ali Sultan makamı)

3- Ekmekçi Postu (Balım Sultan makamı)

4- Nakib Postu (Kaygusuz Sultan makamı)

5- Atacı Postu (Kamber Ali makamı)

6- Meydancı Postu (Sarı İsmail Sultan makamı)

7- Türbedar Postu (Karadonlu Canbaba makamı)

8- Kiler Postu (Şahkulu Hacım Sultan makamı)

9- Kahveci Postu ( Şeyh Şazeli Sultan makamı)

10- Kurbancı Postu (Halil İbrahim makamı)

11- Ayakçı Postu ( Abdal Musa Sultan makamı)

12- Mihmandar Postu (Hızır Aleyhisselam makamı)

Ayrıca On İki Halifelik Postu vardır.

1- Halife Seyyid Cemal Sultan,

2- Halife Sarı İsmail Sultan,

3- Halife Hacem Sultan,

4- Halife Resul Baba Sultan,

5- Halife Seyyid Pireb (Piyrab) Sultan,

6- Halife Dost Hüda Sultan,

7- Halife Atlas Puş Sultan,

8- Halife Seyyid Kadı Sultan,

9- Halife Barak Baba Sultan,

10- Halife Ali Baba Sultan,

11- Halife Bhattin Sultan,

12- Halife Hızır Samet Sultan.

Birde On İki Hizmeti temsil eder.

1-Mürşid-Pir, 2-Rehber, 3-Gözcü, 4-Çerağcı, 5-Zakir, 6-Süpürgeci, 7-Bekçi, 8-Kurbancı, 9-Sakkacı, 10-Pervane, 11-Peyik (Çağrıcı, Dai), 12-Meydancı (İznikçi). Bir de kapıcı vardır.

Bu ölmeden önce ölmek var. Bu sanki Dar Meydanı ve Görgü Meydanı gibi geliyor bana?
Alevilikte aslında ölmek diye bir şey yoktur, fiziken toprağa sırlanırsınız fakat büyük Yunus’un dediği gibi “Ölür ise ten ölür, Canlar ölesi değil,, yani cisminiz toprağa sırlanır çünkü zaten toprağa aitsinizdir fakat can, ruh hakka ulaşır, eğer insanı kamil olabilmişseniz. Ölmeden ölmek bütün nefsi istemlerden arınıp, insani zaaflardan arınıp insanı kamil olma yoluna, yani Hakk yoluna çıkma yolculuğunun tarifidir.
Ölmeden önce ölmeyi başaran kişi ilmen, manen, ruhen, en üst aşamada özlenen insanı kamil olmak yolculuğunu tamamlayan insandır.

Buna en iyi örneklerden birisi Hacı Bektaş mıdır?

Hacı Bektaş Veli ve ocak kurucularıdır. Dolayısıyla toplumda keramet gösterdiğine inanılan, menkıbe edilen ulular ölmeden önce ölmeyi başarmış ve bu düzeyi hak etmiş ulu zatlardır.

Hacı Bektaş?

Hacı Bektaş Veli, “yetmiş üç millete aynı nazarla bak,, söylemiyle bütün dünya insanları kardeştir mücadelesinin 800 yıl önce barış adına kardeşlik adına, bütün insanların biri birlerini hoş görme görüşünün en önemli temsilcisidir. Biz onun için 800 yıl önceki Anadolu Aydınlanma Devriminin Hacı Bektaş Veli zamanında başladığını biliriz. Başta Hünkar olmak üzere tüm ocak uluları, mürşitleri, pirleri, aşıkları, sadıkları Aleviliğin de temel sorunun dünyada yaşayan bütün insanların dostluk, kardeşlik, barış ve rızalık içerisinde yaşamaları gerektiği ilkesinin savunucuları olmuş ve kendi yaşamlarına da bunu işlemişlerdir. Onun için görgü cemimiz vardır, müsahiplik vardır, Hacı Bektaş Dergâhı ve Ocaklar sadece bir inancın merkezi değildir. Aynı zamanda Anadolu’da Alevi örgütlülüğününde merkezi olmuştur. Ocaklar da bulundukları coğrafyalarda Alevi Örgütlülüğünün merkezleri olmuşlardır.

Bugün Hacı Bektaş kasabasını harita üzerinde gözümüzün önüne getirdiğimizde Anadolu’nun tam ortasında yer aldığını görürüz. Bu da Anadolu’dan Balkanlar’a, Türkistan’a, Ortadoğu’ya kadar olan bu geniş coğrafyadaki ocak örgütlülüğünün, buna benzer yapıların birbirine eşit mesafelerin merkezi gibi durmaktadır. Ayrıca, Alevilik dışında başka inançların yoğun olarak bulunduğu Kapadokya bölgesinde bulunmasının da bir başka anlamı vardır ki, işte o da “73 millete aynı nazarla bak,, felsefesinin burada nasıl ortaya konduğunun bir göstergesidir.

Hacı Bektaş Dergahı’na ve diğer ocak ve dergahlara baktığımız zaman onların aslında bu Alevi Bektaşi kitlesinin daha rahat yaşaması, sosyal ihtiyaçlarının ve inançlarının gereğini yerine getirmeleri için en ideal yerleri özellikle seçtiklerini, bu konuda birer öncü oldukların söylemeliyiz.

Hacı Bektaş sanki sadece o bölgedeki insanları Türkleştirmek ve Müslümanlaştırmak için gönderilmiş bir misyoner dervişmiş gibi bir yakıştırma da var. Bu bence doğru değildir.

Eğer öyle olsaydı, daha yüz yıl öncesine kadar o bölgede Rumların, Ermenilerin ve başka inançlara mensup insanların yedi yüz yıl önce tasfiye edilmiş olması gerekirdi. Ancak Hacı Bektaş Veli’ye bu farklı etnik kimliklere ve inançlara mensup topluluklar tarafından da son derece saygı duyulmuştur. Onlar da birçok sorununa çözümü orada aramışlardır.

Ulu Hünkâr cümlemizin gözcüsü, bekçisi, yoldaşı olsun. Aşk ile…

20 Mayıs 2019, İstanbul, Ayhan Aydın

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner