8 milya sternlik büyük kazık : Eurofighter anlaşması Türkiye’ye nasıl pahalıya patladı?

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer’ın 27 Ekim’deki Türkiye ziyareti sonunda imzalanan anlaşmayla, Türkiye Birleşik Krallık’tan 20 adet Eurofighter Typhoon savaş uçağı satın aldı. Ancak anlaşmanın perde arkasındaki bilinmeyen detaylar, kamuoyunda ciddi soru işaretlerine yol açıyor. Borgahan Gümüşsoy'un farklı analizi dikkat çekti.

„Türkiye’nin 20 Eurofighter uçağı için yaptığı 8 milyar sterlinlik anlaşma, kamu kaynaklarından karşılanan oldukça büyük bir harcamayı ifade ediyor. Dolayısıyla bu anlaşmanın hangi şartlarla imzalandığı, ödenen bedelin karşılığında neler alındığı ve bu harcamanın gerçekten haklı olup olmadığı, hem halkın bilgi alma hakkı hem de devletin hesap verme yükümlülüğü açısından büyük önem taşıyor.“ diya yazan Borgahan Gümüşsoy Odatv’de dikkat çeken şu analizi yaptı.

„Türkiye’nin güçlü bir hava kuvvetine sahip olması kuşkusuz bir zorunluluktur. Ancak bu güç, yalnızca ekonomik açıdan akılcı, stratejik açıdan tutarlı ve şeffaf biçimde yönetilen kararlarla sürdürülebilir. Kamu kaynaklarıyla yapılan böylesine büyük bir yatırımın tüm detaylarının kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.

Fiyat farkı dikkat çekiyor: Neden en pahalı alımı Türkiye yaptı?

Eurofighter Typhoon’un birim maliyeti, yükseltme seçeneklerine bağlı olarak dünya genelinde genellikle 70–120 milyon dolar aralığındadır. Tam paket (radar, elektronik harp, mühimmat, eğitim, bakım vb.) eklendiğinde bu tutar 275–330 milyon dolar seviyesine çıkmaktadır.

Türkiye, listedeki ülkeler arasında birim fiyatı en yüksek Eurofighter alımını gerçekleştirmiş durumda. Bu farkın nedeni mühimmat, radar yükseltmeleri veya bakım sözleşmeleri olabilir. Ancak bu unsurlara ilişkin hiçbir detay kamuoyuyla paylaşılmadı.

Masada yalnızca İngiltere yok

Eurofighter, İngiltere, Almanya, İtalya ve İspanya’nın ortak üretimi olan bir uçaktır. Dolayısıyla satışın gerçekleşebilmesi için yalnızca İngiltere’nin değil, dört ülkenin tamamının onayı gerekmektedir. Ana yüklenici konumundaki Airbus, üretim takvimini, teknik standardı ve teslimat sürecini belirlemektedir.

Bu nedenle anlaşma sadece bir savunma alımı değil; aynı zamanda bu dört ülke ile sanayi, teknoloji ve diplomasi alanlarında derin bir ortaklık anlamına gelir.

Bu tür çok uluslu projelerde teknoloji transferi, offset taahhütleri (satıcı ülkelerin Türkiye’de yatırım yapma yükümlülüğü) ve yerel iş paketleri (parça üretimi veya bakımın Türkiye’de yapılması) anlaşmanın gerçek stratejik değerini belirleyen temel unsurlardır.

8 milyar sterlinlik bu yatırım, Türkiye’ye teknoloji ve üretim kapasitesi kazandıracak şekilde tasarlandıysa, uzun vadede KAAN projesi için bir kaldıraç işlevi görebilir. Ancak bu unsurlar şeffaf biçimde açıklanmadığı sürece, harcanan kaynağın ülke içinde mi kaldığı yoksa tamamen dışarıya mı aktığı belirsizdir.

( Yeni Vatan Gazetesi not : „Offset taahhütleri“ nedir?

„Offset taahhütleri,“ büyük ihale alan bir firmanın, ihale açan ülkeye karşı sunduğu ve ana sözleşmenin yanı sıra ek yükümlülükler içeren bir anlaşmadır Bu taahhütler genellikle teknoloji transferi, yatırım, ortaklıklar, alıcı ülkeden yapılan ihracat veya lisans anlaşmaları gibi unsurları içerir ve ülkenin döviz dengesini korumak, sanayisini geliştirmek ve ihracatını artırmak gibi amaçlara hizmet eder. 

Offset taahhütleri, büyük ihaleler sonucunda ortaya çıkan döviz çıkışını dengelemek ve alıcı ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak için kullanılan bir yöntemdi.)

Almanya faktörü ve teslimat riski

Almanya’nın geçmişte savunma ihracatını siyasi nedenlerle durdurduğu biliniyor. 2018’de Yemen savaşı ve Kaşıkçı cinayeti sonrası Almanya, Suudi Arabistan’a yönelik silah satışlarını durdurmuş; bu karar İngiltere’nin Eurofighter teslimatlarını dahi geciktirmişti. Dolayısıyla Türkiye’nin alımında da siyasi gerekçelerle gecikme riski bulunuyor.

Öte yandan Almanya, İspanya ve İtalya’nın mevcut siparişleri üretim hattında öncelikli. Örneğin Almanya’nın yeni siparişi olan 20 uçak 2031–2034 yılları arasında teslim edilecek. Bu tablo, Türkiye’nin alımında olası gecikme riskini güçlendiriyor.

Kuveyt örneği: Şeffaflık eksikliğinin bedeli

Kuveyt, 2016’da 28 adet Eurofighter için 8,7 milyar dolarlık sözleşme imzalamıştı. Ancak ülkenin Yolsuzlukla Mücadele Kurumu (Nazaha), sözleşmede şişirilmiş faturalar tespit ederek iki üst düzey ordu mensubunu yargıya sevk etti. Her ne kadar sanıklar beraat etse de, kamuoyundaki güven kaybı giderilemedi. Bu örnek, büyük ölçekli savunma anlaşmalarında şeffaflığın önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.

İngiliz basını: “20 yılın en büyük ihracatı”

İngiltere’de konu, Türkiye’nin değil, İngiltere’nin kazancı açısından ele alındı.

BBC, anlaşmayı “20 yıldır yapılan en büyük savaş uçağı ihracatı” olarak nitelendirdi ve bunun Birleşik Krallık’ta yaklaşık 20 bin kişiye istihdam sağlayacağını yazdı.

Yani İngiltere için bu, ekonomik bir başarı hikâyesi; Türkiye için ise hâlâ bedeli ve içeriği tam açıklanmamış bir savunma taahhüdü.

kinci el Eurofighter iddiası

Uluslararası basında Türkiye’nin Katar ve Umman ile ikinci el Eurofighter tedariği için görüştüğü öne sürülüyor. Ancak bu uçakların teknik seviyesi, modernizasyon maliyeti ve bakım geçmişi bilinmiyor. Özellikle “Katar neden satıyor?” sorusu, üzerinde durulması gereken önemli bir konu. Ucuz gibi görünen bir alım, modernizasyon maliyetleriyle birleştiğinde daha pahalıya mal olabilir.

KAAN projesiyle ilişkisi

Eurofighter alımı, Türkiye’nin yerli savaş uçağı KAAN projesini doğrudan etkileyebilir. Eğer bu alım, KAAN devreye girene kadar oluşacak kapasite boşluğunu doldurmak için yapılıyorsa, geçici ama stratejik bir çözüm olabilir.

Ayrıca anlaşma, S-400 krizinin ardından NATO entegrasyonunu güçlendiren bir adım olarak da değerlendirilebilir. Ancak Eurofighter yatırımı, KAAN’ın bütçesini zorlayacak bir yük haline gelirse, bu durum yerli savunma sanayii hedefini sekteye uğratabilir.

Şeffaflık demokratik bir zorunluluktur

Bu devlet hepimizin ve bu anlaşma da hepimizin vergileriyle finanse ediliyor. Dolayısıyla harcanan her kuruşun nereye, nasıl ve hangi gerekçeyle aktarıldığının toplum tarafından bilinmesi, yalnızca demokratik bir hak değil, aynı zamanda devletin hesap verme yükümlülüğüdür.

TBMM’nin ilgili komisyonları, bu çerçevede şu sorulara net yanıtlar aramalıdır:

Bu sorulara somut, denetlenebilir ve kamuoyunu tatmin eden yanıtlar verilmedikçe, güven inşa edilemez. Şeffaflığın olmadığı yerde bilgi değil, yalnızca şüphe büyür.“ ( Kaynak: Borgahan Gümüşsoy, Odatv)

Exit mobile version