Birol Kılıç. 7.09.2025, Viyana’dan gözlem ve analizler
7 Eylül 2025 tarihinde Viyana Havalimanı’nda yaşanan bir sınır kontrol vakası, Avrupa’nın hukuk devleti iddiasını ve insan hakları söylemini ciddi biçimde sorgulatmaktadır. Görme engelli, dizlerinden ve gözlerinden ameliyat geçirmiş, yürüme güçlüğü çeken 85 yaşındaki bir Türk vatandaşı kadın; Avusturya vatandaşı olan beş evladını ve torunlarını ziyaret etmek üzere ülkeye giriş yapmak isterken, Viyana Sınır Polisi tarafından durdurulmuş ve herhangi bir insani değerlendirme yapılmaksızın ilk uçakla İstanbul’a geri gönderilmiştir. Yeni Vatan Gazetesi haber masası bugün gelişmeleri, “ Viyana Sınırında 85 Yaşındaki Türk Kadına“ başlığıyla okuyucularına duyurdu.
Kendisi, aile birleşimi kapsamında verilmiş bir Schengen-EU vizesine ve 2029 yılına kadar geçerli olan daimi oturma hakkına sahiptir.
85 yaşındaki Türk vatandaşı kadının çocukları, annelerini havaalanında kısa bir süreliğine görmek istediler; zira onlar da yaşanan olayın şokunu yaşıyorlardı. Ancak dört sınır polisi, yaşları 50 ile 60 arasında olan ve tamamı Avusturya vatandaşı olan başarılı girişimcilerden oluşan çocuklarına, anneleriyle kısa bir konuşma yapmalarına dahi izin vermedi.
Dikkat çekici olan bir diğer husus ise, kadının saat 10:40’taki ilk uçakla geri gönderilmesinin son derece hızlı bir şekilde organize edilmesiydi—sanki ağır bir suç işlemiş gibi muamele gördü. Oysa kendisi görme ve yürüme engelli olup, maddi durumu da oldukça iyidir. Türkiye’de bağımsız şekilde yaşamını sürdürmekte, çocukları ise Viyana’da 25 yılı aşkın süredir onun için tüm sigorta işlemlerini düzenli olarak yürütmektedir. Kendisi düzenli olarak Viyana’ya çocuklarını ziyaret etmekte ve her seferinde Türkiye’ye geri dönmektedir.
Kadının geçerli süresiz oturum ve beş yıllık Schengen vizesi, eksiksiz sağlık sigortası, sabıka kaydının olmaması ve Viyana’da ikinci ikamet adresinin bulunması gibi tüm hukuki gerekçelere rağmen, sınır polisi şu ifadeyle girişini engellemiştir:
“Bir yıldan uzun süredir Avusturya’ya gelmemişsiniz. Bu yasaktır.”
Bu gerekçe, Schengen Vize Kodu’nda yer almayan, tamamen keyfi bir yorumdur. Olay münferit değil; son yıllarda Türk vatandaşlarına yönelik artan dışlayıcı uygulamaların bir parçasıdır. Avusturya Dışişleri Bakanlığı’na yöneltilmesi gereken sorular açıktır:
• Son yıllarda geçerli vizesi olmasına rağmen Avusturya havaalanlarında kaç Türk vatandaşı geri çevrildi veya gözaltına alındı?
• Bu uygulamalar, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yürürlükte olan anlaşmalara aykırılık teşkil etmekte midir?
• Eğer bu tür hak ihlalleri tespit edilirse, Avusturya devleti bu mağduriyetleri nasıl telafi etmeyi planlamaktadır?
• Bu tür işlemlerde hangi hukuki dayanaklar esas alınmaktadır ve bu dayanaklar, bireyin sağlık durumu ve ailevi bağları göz önünde bulundurularak mı uygulanmaktadır?
“Eğer bir sorununuz varsa, Türkiye’deki iktidarla çözün. Ama Türk vatandaşlarıyla değil.”
Bu ifade, Avrupa’daki bazı devletlerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını, Türkiye’deki siyasi iktidarın bir uzantısı gibi görerek cezalandırma eğiliminde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Oysa yurtdışında yaşayan milyonlarca Türk vatandaşı, farklı siyasi görüşlere, yaşam biçimlerine ve kültürel kimliklere sahiptir. Onları tek bir siyasi etiketle tanımlamak, hem ahlaki hem diplomatik bir hatadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Hukuki İhlaller
Bu olay, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) birçok maddesini doğrudan ihlal etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bu ihlalleri açıkça ortaya koymaktadır:
• Madde 8 – Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı
Yaşlı kadının çocuklarını ve torunlarını ziyaret etme hakkı, aile hayatının bir parçasıdır. AİHM, Abdulaziz, Cabales ve Balkandali v. Birleşik Krallık kararında, aile birleşiminin engellenmesini Sözleşme’ye aykırı bulmuştur.
• Madde 14 – Ayrımcılık Yasağı
Türk vatandaşlarına yönelik uygulanan keyfi sınır kontrolleri, milliyet temelinde ayrımcılık teşkil etmektedir. AİHM, Timishev v. Rusya kararında, etnik köken ve milliyet temelinde ayrımcılığı açıkça mahkûm etmiştir.
• Madde 13 – Etkili Başvuru Hakkı
Sınırda geri çevrilen bireylerin, kararın gerekçesine itiraz edebileceği bir mekanizma sunulmaması, etkili başvuru hakkının ihlali anlamına gelir. AİHM, Čonka v. Belgium kararında, sınır dışı edilen bireylerin hukuki itiraz hakkı olmamasını Sözleşme’ye aykırı bulmuştur.
• Ek Protokol No. 4 – Toplu Sınır Dışı Yasağı (Madde 4)
Son yıllarda Türk vatandaşlarının benzer gerekçelerle geri çevrilmesi, fiilen “toplu sınır dışı” uygulamasına dönüşmektedir. AİHM, Hirsi Jamaa v. İtalya kararında, bireylerin kimlikleri ve durumları değerlendirilmeden sınır dışı edilmesini açıkça yasaklamıştır.
• Madde 3 – İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Muamele Yasağı
Yaşlı, hasta ve engelli bir kadının hiçbir insani değerlendirme yapılmadan geri gönderilmesi, AİHM içtihatlarında “aşağılayıcı muamele” kapsamında ele alınabilir. Özellikle Charahili v. Türkiye kararında, sınır dışı işlemlerinin fiziksel ve psikolojik etkileri dikkate alınarak ihlal kararı verilmiştir.
Diplomatik Uyarı ve Çift Taraflı Sorumluluk
Bu noktada yalnızca Avusturya makamlarının değil, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin de vatandaşlık politikaları konusunda sorumluluk üstlenmeleri gerekmektedir.
Avusturya Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları, Türk vatandaşlarına yönelik keyfi, kırıcı ve ayrımcı uygulamaları derhal gözden geçirmeli; sınır kontrollerinde milliyet temelli önyargılardan arındırılmış, hukuka ve insan haklarına dayalı bir yaklaşım benimsemelidir. Özellikle willkürlich (keyfi) ve diskriminierend (ayrımcı) işlemler, Avrupa hukukunun temel ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri de vatandaşlık politikalarında daha dikkatli ve şeffaf bir tutum sergilemelidir. Son yıllarda uluslararası basında yer alan şu iddialar, yurtdışındaki sade Türk vatandaşlarını doğrudan hedef haline getirmektedir:
• Para karşılığı Türk vatandaşlığı verilmesi
• Interpol tarafından aranan kişilere vatandaşlık tanınması
• Uluslararası suç örgütlerinin Türkiye’yi bir sığınma limanı olarak kullanması
Bu tür uygulamalar, Türk pasaportunun itibarını zedelemekte; yurtdışında yaşayan milyonlarca Türk vatandaşının günlük yaşamını doğrudan etkilemektedir. Vatandaşlık yalnızca ekonomik yatırım aracı değildir. Aynı zamanda hukuki güvenlik, ahlaki sorumluluk ve uluslararası itibarı gözeterek verilmesi gereken bir kimliktir.
Düşmüşlük Üzerinden Okunan Diplomatik Çöküş
Düşmüşlük ne kadar acı bir haldir! Peki bu düşmüşlüğün bedelini, 85 yaşındaki bir “yan hasar” (Kollateralschaden/collateral damage) mı ödemek zorundadır? Türkiye’de emekli olmuş, evi barkı olan, Viyana’da yaşayan beş başarılı Avusturya vatandaşı evladı bulunan bir Türk kadının, bu çöküşün acısını yaşaması reva mıdır?
Ayıptır, yazıktır, günahtır.
Adeta tarumar edilen aziz Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu Avrupa Birliği karşısında bu denli değersizleştiren kimlerdir? Bu kadar düşmüşlük kime yarar, kime zarar verir? Türkiye Cumhuriyeti’nin değerleri ve pasaportu böyle mi korunur?
Hayır. Kesinlikle hayır!
Düşmüş olan Türkiye Cumhuriyeti değildir. Düşmüş olan, o pasaportu koruması gereken iradedir. Aziz Türk vatandaşları değildir. Onlar, bu iradesizliğin mağdurlarıdır.
Sonuç
Avusturya’nın Türk vatandaşlarına yönelik bu tür uygulamaları, Türkiye’nin vatandaşlık politikalarındaki gevşeklik ve şeffaflık eksikliğiyle birleştiğinde, sade ve dürüst Türk vatandaşları iki yönlü mağduriyet yaşamaktadır. Bu nedenle hem Avusturya hem Türkiye, kendi sorumluluk alanlarında acil adımlar atmalı; insan haklarına, hukuka ve karşılıklı saygıya dayalı bir zeminde hareket etmelidir.
