Erdoğan iyi ki bu açıklamaları yaptı

Ve Erdoğan Atatürk’ü övüyorsa

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 79’uncu yılı nedeniyle Beştepe’de konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’e övgüsü ve sahiplenişi pek çok kişi için sürpriz oldu.

Şimdiye dek çoğunlukla Gazi Mustafa Kemal olarak söyleyip Atatürk dememe tercihine dikkat çekenlere çatan Erdoğan şunları söyledi:- “Birileri çıkmış biz Atatürk’e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir. Ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelerin tekeline mi bırakacağız. CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz.

– “Milletimizin Gazi’ye hürmeti sonsuzdur. Milletimizin Mustafa’ya saygısında en küçük bir tereddüt yoktur. Milletimizin Kemal’le de en küçük bir sorunu bulunmuyordur. Milletimizin soyadı olarak kendisine verdiği Atatürk konusunda da hiçbir sıkıntısı olmadığını gayet iyi biliyoruz. Peki, buna rağmen ne için böyle bir tartışma hep süregelmiştir. Bunun cevabı, darbecilerin, cuntacıların, vesayet odaklarının, ülkenin tarihine, milletin değerlerine düşmanlık eden kesimlerin kendilerini ‚Atatürkçülük‘ kılıfı altında gizlemeye çalışmış olmasıdır.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atatürk’ü, soyadının üzerine basa basa şimdiye dek pek örneği görülmemiş şekilde övmesi ve sahiplenmesi ne demek oluyor?

Murat Yetkin Hürriyet Gazetesi`in de bu konuyu ele alarak şunları yazdı:

„Gazi, malum dini çağrışımları da olan bir sıfat; kutsal savaşta yara alanlara deniyor ve tıpkı şehit sıfatı gibi Türkçemizde yalnız din değil, devlet adına savaşanlar için de kullanılıyor. Mustafa Kemal Paşa’ya “gazi” unvanı İstiklal Savaşında aldığı yara nedeniyle Meclis tarafından, millet adına veriliyor.

Mustafa, malum Hazreti Muhammed’in ön adı, tereddüt yok.  Kemal ise sınıfta birden fazla Mustafa olması ve (İsmail Saymaz’ın kulakları çınlasın) “Selanikli bir yetim” olan küçük Mustafa’mızın derslerindeki başarısı nedeniyle öğretmeni tarafından konulmuş.

Atatürk soyadı ise, aile lakapları ve Doğu kültürlerinin âdeti olan babasının adı ile anılma yerine soyadı kanununu çıkarınca, 1934’de (kendisi kabul etmese elbette olmazdı ama) Meclis tarafından verilmiş; Erdoğan’ın “Milletimizin soyadı olarak verdiği” ifadesi bu yüzden.

Ama Atatürk’ün önderliğindeki Cumhuriyet reformları yalnızca soyadı kanunu ile sınırlı değil. Erdoğan’ın konuşması sayesinde anında çark edip Atatürk övgüsüne başlayanlara hatırlatmakta yarar var:

– Saltanatın kaldırılması ve 1923’te Türkiye’nin sultanlıktan cumhuriyete geçişi reform değil devrimdir. İstiklal Savaşı yalnızca istilacı düşmanlara karşı değil, aynı zamanda onlarla işbirliğine giden Padişah Vahdeddin’e bağlı güçlere karşı verilen, yani iç savaş niteliği de olan bir mücadeleydi. Türk İmparatorluğunu yönetemez hale gelen Osmanlı hanedanı, o dönem pek çok ülkede görüldüğü üzere kanlı bir şekilde değil, Millet Meclisinin azli yoluyla devrildi.

– 1924’te hilafetin kaldırılması devlet yönetiminde (bir kısmı dini esaslar üzerine kurulu) ikiliğe meydan vermemeyi amaçlanıyordu. Osmanlı hanedanı üyeleri sınır dışı edildi ve Atatürk’ün talimatıyla Diyanet İşleri Başkanlığı (Genelkurmay Başkanlığı ile aynı 3 Mart günü) kuruldu. Aynı yıl çıkarılan “Tevhidi tedrisat”, yani Eğitimin Birleştirilmesi kanunu ile mahalle mektebi-medrese sistemi kaldırıldı batılı eğitim sistemine geçildi.

– 1925’te ibadet yerleri ve özel mekânlar dışında, kamuya açık yerlerde dini kıyafet yasaklandı. (Bu kanunun aşırı uygulamalarının yakın zamana dek başörtüsü sorununa kaynaklık ettiğini söylemek gerekiyor.) Aynı yıl, 1 Ocak 1926’dan itibaren geçerli olmak üzere Hicri (Ay) takvimi yerine Miladi (Güneş) takvimi ve ölçü ve tartı birimlerinde metrik sistem kabul edildi. Bunda batı/küresel sistemle ekonomik olarak da bütünleşmek ihtiyacı rol oynamıştı. (Atatürk’ü Hicri takvimi bıraktığı için eleştirenler, Suudi Arabistan’ın tamamen ekonomik gerekçelerle 2016’da bürokraside Miladi takvime geçmiş olmasını görmezden geliyorlar.)

– 1926’da Medeni Kanun kabul edildi. Çok eşli evlilik yasaklandı, resmi nikâh zorunluluğu getirildi. Cinsiyet eşitliği kabul edildi; kadınlara erkeklerle eşit miras ve kanun karşısında (tanıklık gibi) denklik tanındı.

– 1928’de Türkçe yazıda Arap harfleri yerine Latin harfleri esas alındı.

– 1934’te kadınlara seçme, seçilme hakkı, henüz bazı Avrupa ülkelerinde olmadığı halde tanındı, kadınlar resmi idari görevlere atanmaya başladı.

Özetle, Atatürk reformlarının üç temel özelliği vardı:

– Din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak, yani laiklik,

– Cinsiyet eşitliği, kadının statüsünün erkekle aynı düzeye getirilmesi,

– Ve küresel batı sistemiyle bütünleşme çabası.

Atatürk’ün “muasır medeniyet”, yani çağdaş uygarlık ifadesi bu sacayağı üzerine oturuyordu.

İşte bu nedenden dolayı, Erdoğan’ın 10 Kasım konuşması, Türk siyasetinde baskın konumu bulunan muhafazakâr söylem bakımından bir dönüm noktası sayılır.

Doğrusu şimdiye dek Adnan Menderes’ten Süleyman Demirel’e, Necmettin Erbakan’dan Turgut Özal’a dek hiçbir muhafazakâr Türk siyasetçisinin söylemi muhafazakâr ve İslami kesim üzerinde Erdoğan’ın söylemi kadar ani tesir yapmadı.

Bunda Erdoğan’ın oy gücü, şahsi karizması, on beş yıldır iş başında olmasının getirdiği alışkanlık etkisi, ne derseniz deyin, şimdiye dek hiçbir sağ siyasetçi Atatürk’ü övmesiyle akşamdan sabaha bu kadar keskin dönüşlere yol açmadı.

Akşamdan sabaha ne kelime? Erdoğan’ın konuşmasından neredeyse dakikalar sonra AK Partili siyasetçiler, kanaat önderleri, hükümete yakın çizgideki gazeteci ve yazarlar, adıyla sanıyla Atatürk’ü anarak mirasına sahip çıkmaya başladı.

AK Parti yöneticisi, bir dönem Cumhurbaşkanı danışmanı ve Anayasa Profesörü Burhan Kuzu Twitter mesajında, o muasır medeniyet seviyesini kastederek “Aslında tüm sorun, kendilerini daha Atatürkçü gören kesimin yapamadığını modern AKM’yi R.T.Erdoğan gibi bir muhafazakârın yapması” diye yazdı örneği. Örneğin daha önce 10 Kasım’larda saat 9’u 5 geçe saygı duruşu bulunanları “Hazırola geçmedim. Durumun nedir?” diye hafife alan gazeteci Turgay Güler, yayın yönetmenliği yaptığı Güneş gazetesine “Rahat uyu Atam” manşeti attı. Hiciv sitesi www.zaytung.com “Son dakika- AK Parti: ‘Aramıza katılışının 1. Yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Saygıyla Anıyoruz” diye durumu mizah yoluyla anlattı.

Hürriyet Meclis Büro Şefi arkadaşımız Nuray Babacan’ın kulis haberine göre bu durumda 16 Nisan referandumunda Erdoğan’ın bütün icra yetkisini cumhurbaşkanlığında toplamasına “Hayır” diyenlerin kalbini ve fikrini kazanarak 2019’de yeniden seçilme stratejisinin bir payı olabilir. Babacan AK Parti’nin “Siyaseti merkeze çekme” olarak ifade edilen yeni çizgisinde Atatürk’e saygının öne çıkarılmasının da yeri olduğunu saptamış AK Parti kaynaklarına dayanarak.

Ama Erdoğan’ın Atatürk’ün mirasına sahip çıkma hamlesinde başka nedenler de rol oynamış olabilir. Örneğin referandumda  “Evet” oyu veren herkesin, örneğin milliyetçi kesimin, örneğin ekonomik nedenlerle oy veren şehirli, daha eğitimli kesimin ve AK Parti seçmeninin hepsinin Cumhuriyet değerleriyle sorunlu izlenim verilmesinden memnun olduğunu sanmıyorum. Gelişmeler, AK Parti çekirdeğinde yer alan, belki sayıca fazla olmasa da sesi gür çıkan İslamcı-muhafazakâr bir kesimin Atatürk’le ve cumhuriyetle sorunu olduğu izleniminin artık toplumda ciddi tepki toplamaya başladığını ve bunun Erdoğan tarafından görüldüğünü gösteriyor.

Zaten sadece 10 Kasımlarda değil, her milli günde giderek artan sayılarla Anıtkabir’e akın eden kalabalıklar da Atatürk’e saygı ve sahiplenmenin belki eskisinden sağlıklı, çünkü artık gönüllü temelde bir yeniden doğuş, bir Rönesans yaşadığına işaret ediyor.

Bu arada, eğer Atatürk’e sevgi, saygı duyan, onun Cumhuriyet reformlarını sahiplenen kesimlerin hepsi CHP’ye oy vermiş olsaydı, bugün CHP 25-26 oy oranında takılıp kalmaz, rahatlıkla ötesine geçerdi; yani bu durumun partileri aşan özelliği de görülmek zorunda.

Erdoğan, Atatürk’ü överken İnönü’yü hedef alıyor. Bu durum yeni değil ama yeniden ısıtılacak, İstiklal Savaşı kahramanı, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı koltuğunun ikinci mukimi İnönü belki de vur deyince öldüren takımın şeytanlaştırma kampanyasına hedef olacak gibi görünüyor.

Oysa kıvrak diplomasi taktikleriyle Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşına çekilmekten, belki yıkımdan sakınan İnönü, aynı zamanda ülkeyi çok partili demokratik rejime yükselten, (Atatürk döneminde getirilen ve tepki çeken Türkçe uygulamasından) Arapça ezana dönüşe destek veren, (Erdoğan’ın da mezun olduğu) imam-hatip okullarını kurduran ve kendisi de ibadetini yerine getiren bir Müslüman olarak yaşayan bir liderdi.

Ama her keskin adımın ant-kahraman hedeflere ihtiyacı olur; şimdilik bu hedef İnönü gibi görünüyor. Belki milletin önemli bir kesiminde bir itibar sorunu bulunmayan İnönü’nün Erdoğan’ın gözünde de itibar kazanması için bir süre daha beklemek gerekecek.

Dolayısıyla Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk’ü övüp mirasına sahip çıktığını söylemesini destekliyorum ama bir de ihtiyat payı bırakmak istiyorum. Bu önemli hamle lafta kalmamalı ve kraldan çok kralcı takım tarafından Cumhuriyetin kazanımlarını, temellerini sulandıran bir propaganda kampanyasına dönüştürülmemeli. Cumhuriyetimizin temellerinde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, cinsiyet eşitliği ve (hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığına dayanan ileri demokrasiyi de katarak) batı sisteminin parçası olarak kalmak vardır.

Atatürk’e gerçekten saygı duyan, sahip çıkanlar, aslında bunlara da sahip çıkıyor, hatırlamakta yarar var.

Odatv`den Ahmet Yavuz ise Erdoğan iyi ki bu açıklamaları yaptı başlıklı analizinde şunları yazdı :

Esasında Atatürk’ü doğru anlamak üzerine yazmayı tasarlamıştım. Ancak Cumhurbaşkanı’nın 10 Kasım münasebetiyle yaptığı açıklamalara temas etmek öncelik aldı.

Bu konuya epey değinen oldu. Yine ikiye bölündük. Üzerinde daha çok tartışmak gerekecek. Zira açıklamalar önemli. Baştan retçi bir yaklaşıma elverişli değil. Ancak hayal kurmaya da gerek yok. Erdoğan’ın samimiyetini elbette bilemeyiz. Bu, niyet okumak anlamı taşır. Niyet okumak yerine olgulara bakmakta fayda var…

Ancak şu hususu baştan belirteyim, Erdoğan’ın niyeti ne olursa olsun, açıklamalarını önemli buldum. İyi ki bu açıklamaları yaptı, dedim.

NEDEN?

Çok uzun zamandır her platformda şu görüşleri dillendirdim:  Ülkenin karşı karşıya bulunduğu durumun mevcut iç kutuplaşmayla aşılamayacağını… Sadece kendisine destek veren kesimi tahkim ederek sorunların üstesinden gelinemeyeceğini… Bu durumu değiştirme görevinin önce iktidara ait olduğunu zira gelinen noktadan asli olarak kendisinin sorumlu olduğunu… Erdoğan’ın milleti kamplara bölünmüş olarak değil, bütünüyle kucaklaması gerektiğini…

Atatürk açıklamalarını bu bağlamda atılan bir adım olarak gördüğüm için önemsedim.

Ayrıca ifade etmek gerekir ki, düne kadar sergiledikleri yanlış tutum nedeniyle kendi taraftar kitlesi içinde iki farklı eğilimin ortaya çıktığı aşikârdır.

Bunlardan birincisi, cahil bir kitlede Atatürk karşıtı eylemlerin artmasıdır. Dar bir kesimi içeriyor. Nasıl profesör olduklarını merak ettiğim tam takır kuru bakır kafaların pervasız açıklamaları artmıştı.    Bunlardan cesaret alanların büst vb. sembollere saldırıları da… Bu tür eylemler önemli ölçüde son bulacaktır.

İkinci kesim oldukça geniş bir kitleyi içeriyor. Bu kesimin ne Cumhuriyet ne de Atatürk’le sorunu vardır. Yukarıda temas ettiğim saldırılar, bu kesimi de rahatsız etmektedir. Ayrıca bu kesim içinde belki daha dar bir kesim yaşananları sorgulamaktadır.                                                               Özellikle hendek savaşlarına yol açan Açılım uygulamaları; FETÖ’nün darbe girişimi ve darbe liderinin bilinen dinî söylemleri; Suriye’de yaşananların yarattığı yıkım yanında ekonomik sıkıntılar bu insanları arayışlara yöneltmektedir. Liderlerine itaat etme konusunda belki yüksekçe ses çıkarmıyor olabilirler. Ancak memnun olmadıkları açıktır. İktidara hemen her konuda destek veren MHP tabanını da dikkate almak gerek. Her gün bu tür serzenişleri dile getirmekten çekinmeyenlerle karşılaştığımı ifade etmeyelim. Bu kitlenin farkına varılmış olması da Erdoğan üzerinde etkili olmuş olabilir. Bu da, tabanın tavan üzerinde etkisi açısından önemlidir. Hafife alamayız.

ÖNE ÇIKAN KAVRAMLAR: LİYAKAT VE LAİKLİK

Özellikle 15 Temmuz sonrasında iki kavramın önemi ortaya çıktı: Liyakat ve laiklik. Her ikisi de geniş kesimleri etkilediği kadar devleti yönetenleri de etkiledi. Meselenin alnın secdeye gitmesi meselesi olmadığı açığa çıktı.

Öte yandan, Atatürk’ün değerini bilenler biliyor da, bilmeyenler biraz zihinlerini açtıklarında O’nu kavrama fırsatı buluyor. Bazıları emperyalizmi yeni yeni tanırken, Atatürk’ün yüz yıl önce bunun kavgasını başarıyla verdiğinin ayırdına yeni varabiliyor. Mezhep ve etnisite kavgasının ne olduğunu Irak’a, Suriye’ye bakıp yaşayarak öğreniyor. Bağımsızlığın ne demek olduğunu, bunun temelinde ekonominin yattığını fark ediyor. Ayrıca FETÖ’yü hem emperyalizm hem de laiklik kavramları ışığında değerlendirmek zorunluluğu ortaya çıktı.

Atatürk’ün gücü sorun çözme kabiliyetiyle ilgiliydi. O günün sorunlarını başarıyla çözdü. Aklı ve bilimi rehber edindiği için liyakat ve laikliği devlet hayatının merkezine oturtmuştu. Ama günümüzde siyasetçiler sorun çözme yerine sorun üretme becerisi gösteriyor. Özellikle son yıllarda liyakatin (meritokrasi) yerini adam kayırmacılığının (nepotizm); laikliğin yerini siyasal İslamcı zihniyetin alması devlet ve toplum yaşamını olumsuz olarak etkilemiştir. Bu, insanların bilincine her geçen gün daha çok yansıyor. Bunu da en iyi siyasetçi biliyor ve içinden Atatürk’e saygı duyuyor. Açık edip etmemesi ayrı meseledir.

Bu iki kavramla birlikte ele alınması gereken bir konu daha var ki,  baskın bir role sahip… 15 Temmuz’da halkın sokağa çıkması çok önemli ve sonuç üzerinde çok etkiliydi. Ama esas sonuç alıcı etkiyi yaratan Ordu içindeki Atatürkçüler oldu. Hepsinin ortak özelliği devleti düşünmeleri, üstün sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri, meşruiyetten yana tavır almaları ve engin vatan sevgisine sahip olmalarıydı. Erdoğan bu gerçeği çok iyi biliyor ancak yaratmaya çalıştığı 15 Temmuz mitine zarar gelmesin diye dillendirmiyor. Liyakat ve laiklik kavramını bir de bu boyutuyla değerlendirmenizi öneririm.

Erdoğan ayrıca, Açılım, Suriye ve FETÖ konusunda Atatürkçülerin ne kadar tutarlı, kendi yolunun da ne kadar yanlış olduğunu gördü. Hepsinde de büyük manevralar yaptı. Döndü.

TARTIŞMANIN ODAĞI

Tartışmanın odağını yanlış bir mecraya çekmeyi anlamlı bulmuyorum. Atatürk’ün değerini bilmek Atatürkçü olmak anlamına gelmiyor. Zaten Atatürkçü olmak öyle sanıldığı gibi kolay bir şey değildir. Clausewitz, “Harpte her şey basittir ama basit olan her şey zordur.” derken tam da bu noktaya ışık tutuyor. Atatürkçü olmak zordur. Basit ama çok zor… Yıllardır uyguladığı Hükümet politikalarıyla, Atatürk’ün bilim merkezli yaklaşımını inanç merkezli bir yaklaşıma dönüştürme çabası içinde olan bir liderden Atatürkçülük yapmasını beklemek anlamsızdır. İmkânsızı istemektir. Oysa beklenti O’na gereken özeni göstermesi seviyesinde olması, mümkünse taklit etmesidir. Yani kolay olanı yapmasıdır. Zor olanı zaten yıllardır Atatürkçü geçinenler de yapamamıştır. Eğer onlar gerçekten Atatürkçü olsaydı, ülke bu hallere düşer miydi?

HAYAT ÖĞRETİR

Hayat öğreticidir. Herkes öğreniyor. İktidar sahiplerinin de öğrendiğini varsayıyorum. Ataol Behramoğlu, ‘Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var’ şiirini boşuna yazmadı herhalde…

Tabii sadece bu açıklamalara dayalı olarak her şeyin tersyüz edileceğini ve doğru bir rotaya girileceğini umanlardan değilim. Zira bir olguyu ikna olarak kabullenmek başka, mecburiyetlerle o noktaya gelmek başkadır. İlki güveni beslerken, ikincisi şüpheyi haklı kılar.

İnsanların ne söylediği değil, ne yaptıkları önemlidir. Özellikle iktidar sahiplerinin… Laiklik kavramının içini boşaltıcı adımlar atıldığı, Medeni Kanunun ruhuna aykırı yasal düzenlemelerin son hız yapıldığı, ilköğretimdeki kız çocuklarının bile başlarının bağlandığı bir ortamda esas belirleyici olan yapılanlardır. Sözler değil…

Mesela Atatürk’e nasıl baktığını tahmin ettiğim İsmail Kahraman’ın TBMM başkanlığına yeniden aday gösterilmesi, yeni çizgisinin ne kadar buğulu olduğunu gösteriyor.

Bu konuda şüphelerimizi giderecek adımları görmeden esas amacın doğruluğuna ikna olamayız.

SEÇİM HESABI

Elbette seçim hesapları da var. Atılan Atatürk adımı da 2019 seçimleriyle doğrudan bağlantılıdır. Zira yukarıda bahsettiğim AKP taraftarı ikinci kesim içinde yer alanların en azından bir kısmı,  İYİ Parti’nin kendilerine de hitap ettiğinin farkındadır. AKP yönetimi de bunun farkında…

Sonuç olarak ülkenin karşı karşıya kaldığı durum parlak değil. Dışarıdan gelen bir tehdit var. İçeride ise kamplaşma. Bu kantarın bu yükü tartması için ayar gerekiyor… Atılan adım bunun bir parçasıysa saygı duyarız. Hesap sadece iktidarda kalabilmekse… Sadece günü kurtarıcı adımlarla bir menzile varılamayacağı açıktır. Çünkü Atatürk’ün yol göstericiliğine olan ihtiyaç her zamankinden daha büyük…

AKP Atatürkçü olabilir mi

Örsan Öymen , „AKP Atatürkçü olabilir mi“ başlıklı analizi ile Odatv de  farklı bir forum getirdi.

Medya, yine yanlış bir varsayım üzerinden yanlış bir tartışma başlattı. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi oldu. Kavramları anlamadan yorum yapmaya kalktı…

Medya, yine yanlış bir varsayım üzerinden yanlış bir tartışma başlattı. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi oldu. Kavramları anlamadan yorum yapmaya kalktı. Medya, “AKP’nin Atatürk’e sahip çıkma noktasına geldiği” tezini ortaya atarak, bir safsatanın altına daha imza atmış oldu.

Bu da aslında çok sürpriz olmadı. Çünkü Atatürk’ün ne anlama geldiğini medya da bilmiyor. AKP’lilerin 29 Ekim’de ve 10 Kasım’da kısaca Atatürk’ün adına değinmelerini ve onun askeri zaferlerinden övgüyle söz etmelerini, Atatürk’e sahip çıkmak olarak yorumladı. Atatürk’e sahip çıkmanın, onun devrimlerine ve onun ilkelerine sahip çıkmakla olanaklı olduğunu göremedi.

LAİKLİĞE SAHİP ÇIKMADAN ATATÜRK’E SAHİP ÇIKILABİLİR Mİ

Örneğin, laiklik ilkesine sahip çıkılmadan, Atatürk’e sahip çıkılabilir mi? Kesinlikle çıkılamaz. Ama medyaya göre çıkılabiliyor. Atatürk’ün devrimlerinin en temel ilkelerinden birisi olan ve aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. ve 24. maddesinde yer alan laiklik ilkesini yerle bir eden Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi? Tabii ki söylenemez. Ama Türkiye’de herkes her şeyi söyler. Kimseden kavramların anlamına dair bir şey, mantık ilkelerine dair bir şey ve olgulara dair bir şey beklememek gerekir.

Nitekim, Recep Tayyip Erdoğan, 29 Ekim konuşmasında da, 10 Kasım konuşmasında da, laiklik ilkesinden hiç söz etmedi. Ama medyaya göre, Erdoğan ve AKP, Atatürk’e sahip çıktı, hatta kimine göre, Atatürkçü bile oldu!

LAİKLİK DİNİ ORTADAN KALDIRMAZ YETKİ ALANINI SINIRLAR

Laiklik; dinin, devlet, siyaset, hukuk ve eğitim alanlarına müdahale etmemesi, bu alanları esir almaması ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınması anlamına gelir. Laiklik, dini ortadan kaldırmaz, ama dinin yetki alanını sınırlar. Atatürk de laiklik ilkesini bu doğrultuda uygulamıştır.

Din üzerinden siyaset yapan, dini ölçütlere göre devlette kadrolaşma yoluna giden, din temelleri üzerinden bir hukuk düzeni kurmaya çalışan, eğitim sistemini dinselleştiren AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığını savunmak, ancak akıl tutulması yaşayan birisinin yapacağı bir şey olabilir.

İktidara geldikten sonra, İmam Hatip okullarının sayısını dört katına çıkartan, 2 bini aşkın İmam Hatip okulu açan, Atatürk’ün çıkarttığı “Öğretim Birliği Yasası”nı, mantar gibi yayılan İmam Hatip tarzı eğitim sistemiyle delen AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

“4+4+4” adı verilen ucube eğitim sistemiyle, İmam Hatip zihniyetinin, laik-bilimsel eğitim veren kurumlara da sızmasını sağlayan AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

Evrim kuramını ve ateist oldukları gerekçesiyle bazı filozofları ve onların kuramlarını, Milli Eğitim Bakanlığı müfredatının bir kısmından çıkartan AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

TEKBİRLE DERSE BAŞLANMASINA YOL AÇAN AKP’NİN ATATÜRK’E SAHİP ÇIKTIĞI SÖYLENEBİLİR Mİ

Atatürk’ün siyaset, hukuk ve eğitim alanlarında gerçekleştirdiği devrimleri, Milli Eğitim Bakanlığı müfredatının bir kısmından çıkartan AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bazı okullarda, haremlik-selamlık uygulamalara, şeriat ve cihad çağrılarının yapılmasına, tekbirle derse başlanmasına yol açan AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

Kur’an kurslarının sayısını 13 binin üzerine çıkartan AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

Üniversitelerde İlahiyat fakültelerinin sayısını 80’in üzerine çıkartan AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

MEDYA KENDİ KAFASINA GÖRE ATATÜRK İCAT ETTİ

Din derslerinin zorunlu ders olarak okutulması uygulamasını sürdüren AKP’nin, Atatürk’e sahip çıktığı söylenebilir mi?

Atatürk’e sahip çıkmak buysa, Atatürk kimdir?

Buna, “AKP Atatürk’ü keşfetti” denmez, dense dense, “AKP ve onun uydusu medya, kendi kafasına göre bir Atatürk icat etti” denir.

1950 yılından beri iktidarda olan tüm sağcı ve faşist hükümetler, Atatürk’ü, sadece iki sıfatıyla anmışlardır:

1- Kurtuluş Savaşı’nın lideri.

2- Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu. Oysa Atatürk’ün bir sıfatı daha vardır:

3- Aydınlanma devrimlerinin öncüsü.

Atatürk’te, bu üç sıfat, bir bütünün vazgeçilmez parçalarıdır. Bu sıfatlar, bölünerek, parçalanarak birbirinden ayrılamaz ve ayıklanamaz.

Bunun aksini yapan birisi varsa, bilin ki, onun Mustafa Kemal Atatürk ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bu kişi ya sahte-devrimcidir ya da karşı-devrimcidir.

 

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner