Favoriten’e kurdele kesmek yetmez: Türk toplumunun sorunları törenle çözülmez

Eğri oturalım ama doğru konuşalım: 10. Viyana’nın bilinen Favoriten ilçesi, 300 bine yaklaşan nüfusuyla; günlük şiddet, kirlilik, düzensizlik, uyuşturucu mafyası ve kara para aklama gibi sorunların serbest piyasaya verdiği zararın en yoğun hissedildiği yerlerden biridir. Bu zarardan en fazla etkilenenler ise altmış yıldır bu bölgede yaşayan, artık “yerli” sayılan Avusturyalı Türkler ve diğer göçmenlerdir. Sorunları çözmek için belediye ile görüşme kültürü tanışıklıkla değil, kurumsallıkla yürütülmelidir. 10. Viyana Belediye Başkanı Marcus Franz, Türk esnafının şikayetlerini gerçekten ciddiye almadı mı?

Birol Kılıç, Viyana’dan gözlem ve analizler, 17.09.2024

Viyana’da gerçekleştirilen başsağlığı toplantısı, yalnızca bir anma vesilesi değil; kent yaşamının temel dinamiklerine dair ciddi yapısal sorunların da açıkça gündeme taşındığı bir platforma dönüştü. Sokak güvenliği, belediye denetimlerinin yetersizliği ve yerel esnafın karşılaştığı sistematik zorluklar, toplantıya katılanlar tarafından doğrudan ve net biçimde ifade edildi.

10.  Viyana Favoriten bölgesinde uzun yıllardır işletmecilik yapan Avusturya vatandaşı T.T.’nin toplantı sırasında yaptığı açıklamalar, özellikle güvenlik konusundaki kaygıların altını çizdi. Tütüncü’nün ifadesine göre, en az yirmi kişinin—aralarında kamu temsilcilerinin de bulunduğu—hazır bulunduğu ortamda Belediye Başkanı Marcus Franz’ın sergilediği mesafeli, gevşek ve geçiştirici tutum, yalnızca bireysel bir yaklaşım olarak değil; yerel yönetimin bu sorunlara karşı genel refleksini yansıtan bir tavır olarak değerlendirildi.

Bu yaklaşım, toplantıya katılanlar nezdinde dikkat çekici olduğu kadar, kamu sorumluluğu açısından da sorgulanması gereken bir iz bıraktı.

Favoriten denildiğinde, bölgede yaşayan Türkiye kökenli göçmenler başta olmak üzere, o güzergâhtan geçen herkesin zihninde ilk beliren mesele güvenliktir. Bölge esnafı ve sakinleri, bu durumdan doğrudan etkilenmekte; sıradan bir günlük hareketin dahi saldırı riski taşıdığı bir ortamda, sokaklar düzensiz, denetim zayıf ve genel görünüm giderek daha kaotik bir hâl almaktadır.

Polis çağrıldığında ya hiç gelmemekte ya da müdahale süresi ciddi biçimde gecikmektedir. Resmî olmayan kaynaklara göre ilçede yaklaşık 300 kişilik polis açığı bulunmaktadır. Zaman zaman başka bölgelerden takviye ekipler yönlendirilse de, Favoriten’in neredeyse bir şehir ölçeğinde nüfusa sahip olduğu gerçeği bu geçici çözümlerle örtülemez. Yeni gelen sığınmacılarla birlikte yerleşik göçmenlerin bir arada yaşadığı bu bölge, dünyanın en yaşanabilir şehirlerinden biri olarak tanımlanan Viyana’nın içinde, ne yazık ki Afganistan veya Şam benzeri bir güvenlik atmosferini çağrıştırır hâle gelmiştir.

Favoriten Caddesi’nde birçok uluslararası marka faaliyetlerini sonlandırmış durumda. Hatta bölgede gelişen ve büyüyen Türk restoranlarının dahi isimlerini geri çekmeyi değerlendirdiği ifade edilmektedir. Bu tablo, halının altına süpürülebilecek türden değildir; kamu düzeni ve toplumsal huzur açısından acil ve yapısal bir müdahale gerektiren bir kırılma noktasına işaret etmektedir.

Bu metin, lafı dolandırmadan, yaşananları ve arkasındaki sistemsel ihmali kamuoyunun dikkatine sunmaktadır. Favoriten’deki gerçeklik artık görmezden gelinemez.

Viyana’da Sessiz Bir Toplantı, Yüksek Bir Mesaj

Geçtiğimiz hafta Viyana’da, bazı kamu temsilcilerinin de sessizce katılım sağladığı bir başsağlığı toplantısı düzenlendi. Vefat eden kişi, Viyana’nın en eski ve en saygın Türk işverenlerinden biriydi. Hakkında yapılan konuşmalar, hem insani hem toplumsal açıdan derinlikliydi. Allah rahmet eylesin; mekânı firdevs cennet olsun.

Toplantı, kısa sürede yalnızca bir anma olmaktan çıkarak, Türk toplumunun esnaflık kültürüne, geçmişteki düzenine ve bugün karşı karşıya kaldığı yapısal sorunlara dair bir değerlendirme zeminine dönüştü. Özellikle 10. ve 16. bölgelerde yaşanan güvenlik açıkları, hijyen eksiklikleri ve belediye denetimlerinin yetersizliği, somut örneklerle dile getirildi.

Bu sessiz toplantı, aslında yüksek sesle söylenmesi gerekenlerin bir özeti hâline geldi.

 Favoriten ve Brunnengasse: Sessiz Kepenkler, Yükselen Endişe

Bölgedeki esnaflarla yapılan görüşmelerde dile getirilen ortak kaygı, artık günlük yaşamın olağan akışının bile güvenlik riski taşıdığı yönünde. Favoriten ve Brunnengasse’de sabah kepenk açan esnaf, “başımıza bir şey gelmesin” diye dua eder hâle gelmiş durumda. Bu ifadeler, Viyana’nın merkezinde yaşanıyor olmasına rağmen, bölgenin güvenlik algısının kaotik bir Orta Doğu şehrini andırdığına işaret ediyor.

Sokaklar düzensiz; temizlik konusunda özellikle yeni gelen sığınmacıların yeterli hassasiyet göstermemesi, hem Türk esnafını hem de genel toplumsal huzuru olumsuz etkiliyor. Denetim mekanizmaları zayıf, eşitlik hissi kaybolmuş durumda. Organize suç yapılarının bölgede hâkimiyet kurduğu yönündeki gözlemler, artık münferit değil; sistematik bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Sokak kavgası sırasında bıçaklanma ya da fiziksel saldırıya uğrama riski, birçok esnaf tarafından “olağan” kabul ediliyor. 10. ve 16. Viyana başta olmak üzere, diğer ilçelerde de bu durum biliniyor; ancak çoğu kişi korkudan konuşmuyor. Konuşanlar ise yalnız bırakılıyor ve ciddiye alınmıyor.

Bu noktada, geçmişte yalnızca seçim dönemlerinde görünür olan ve daha çok vitrin amaçlı söylemlerle gündeme gelen bazı siyasetçilerin, Türk toplumunun örgütlü yapılar kurmasının önüne geçmesinin etkisi de göz ardı edilemez. Temsiliyet meselesi, birkaç “kelli felli” esnaf üzerinden yürütülüyor gibi görünse de, bu kişilerin çoğu kendi ticari çıkarlarını önceleyen bir pozisyonda. Toplumu temsil etme kapasitesine sahip olmadıkları yönündeki eleştiriler, sahada sıkça dile getiriliyor.

Bu sessizlik, daha büyük bir toplumsal gerilimin habercisi olabilir. Dostane bir uyarı olarak ifade etmek gerekirse: Bu gidişat, sürdürülebilir değil.

“Bakarız” Demekle Olmaz

Toplantıda söz alan Favoritenli esnaf T.T., geçmişte Belediye Başkanı Marcus Franz ile yapılan görüşmeye atıfta bulunarak şu ifadeleri kullandı:  

“Gerekirse 50 kişinin katkısıyla maliyeti biz üstlenelim, yeter ki bölgede düzen sağlansın dedik. Ancak Sayın Belediye Başkanı, bu öneriyi ciddiyetle değerlendirmek yerine, ‘Bakarız’ diyerek geçiştirdi.”

Bu ifade biraz kaba gelebilir; ancak görünen o ki yeterince itibarı ve ağırlığı yok. Tüm o karunvari zenginliğe ilişkilere ve gösterişli açılışlar ve duruşa rağmen. Düşündürücü…

Diğer taraftan, Sayın 10. Viyana Belediye Başkanı Marcus Franz’ın bu iddialar doğruysa sergilediği bu “sulu” yaklaşım, yalnızca bir cevapsızlık değil; aynı zamanda bölge esnafının güvenlik ve kamu düzeni taleplerinin kurumsal düzeyde yeterince önemsenmediğine dair güçlü bir algının oluşmasına neden oldu.

“Gel, bu sorunların üstüne bir bardak su içelim” Sululuğu

Avusturyalı Türklerin yaşadığı sorunlar artık kokteyl masalarında, açılış törenlerinde çekilen gülümsemeli ama içi boş fotoğraflarla ve yapay dostluk pozlarıyla geçiştirilemez. Bu toplumun karşılaştığı yapısal krizler; siyasi emellerle, ahbap-çavuş ilişkileriyle, akrabasına iş ve ev arayan danışmanlar, memurlar ya da aracı figürler üzerinden yönetilemez.

Sorunlar, Türkiye kökenli göçmenlerin güya “aracı” kişilerin keyfine ve küçük siyasi çıkarlarına teslim edilerek çözülemez. Bu kişiler ne kamu görevlisi ne de siyasi temsilcilik yapacak olgunlukta, derinlikte ve fıtratta insanlar değiller. Kendi maaşlarını, emekliliklerini ve küçük siyasi ikballerini korumak için, başkasının şapkası altında kırk tilkiyle cirit atıyorlar. Kendi kafalarına göre senaryo yazıp, teşkilatla olayları kapatmak çözüm değil; sorunun üstünü örtmektir.

Favoriten’de yaşanan şiddet, kaos ve toplumsal çöküş karşısında, sorunlar gündeme geldiğinde sergilenen gevşek, yapay ve samimiyetsiz ilişkiler; “gel, bir bardak su içelim” diyerek geçiştirilen siyasi tavırları düşündürüyor. Bu sululuk, bu hafiflik artık can sıkıyor. Gerçeklik bu kadar sertken, temsil bu kadar fırıldak ve kendi ikbali peşinde koşan insanlardan çıkmaz.

Son otuz yılda bu döngüyü defalarca gördük: seçim öncesi sahaya inen, seçim sonrası ortadan kaybolan figürler; açılışlarda poz veren ama kriz anında sessiz kalan yapılar; halkın sorunlarını değil, kendi çevresini ve çıkarlarını önceleyen yaklaşımlar. Son seçimlerde de aynı senaryo tekrarlandı. Hep “benim olsun, küçük olsun” mantığıyla hareket eden, belirli kesimlere ne getirir diye hesap yapan siyaset anlayışı, bu toplumu temsil etmiyor—aksine tüketiyor.

Bu toplum artık vitrin değil, çözüm istiyor. Samimiyet istiyor. Gerçeklik istiyor. Ve en önemlisi: kendisini araçsallaştırmayan, onunla birlikte yürüyen temsilciler istiyor. Çünkü bu şehirde yaşananlar, bir bardak suyla geçiştirilecek kadar hafif değil. Bu şehirdeki insanlar, artık o suyu içmek değil; o masayı devirmek istiyor.

Bu sululuk, bu samimiyetsizlik artık can sıkıyor. Gerçeklik bu kadar sertken, temsil bu kadar yumuşak olamaz. Şiddetin, güvensizliğin ve toplumsal çözülmenin üzerine bir bardak su içerek geçmek isteyenler, bu toplumun hafızasında sorumluluklarını inkâr edenler olarak kalacak.

Seçimden Sonra Görünmeyen Yüzler, Sahipsiz Sorunlar

Seçim dönemlerinde sokaklar hareketli: broşürler dağıtılıyor, afişler asılıyor, kahve sohbetleri yapılıyor, düğün ziyaretleri eksik olmuyor. Ancak sandıklar kapandıktan sonra telefonlar susuyor, yüzler kayboluyor. Belediye başkanları yalnızca oy zamanı değil; sorun zamanı da sahada olmalı. 10. Viyana’da yaşananları Belediye Başkanı Marcus Franz’ın duymamış olması mümkün değil. Ancak duymak başka, dinlemek başka; dinlemek ise sorumluluk gerektirir.

Türk Esnafı: Viyana’nın Sessiz Omurgası

Favoriten’deki Türk esnafı, Viyana’nın kültürel ve ekonomik omurgasını oluşturan bir topluluktur. Marketinden restoranına, berberinden tekstilcisine kadar binlerce kişi istihdam sağlıyor, vergi ödüyor, sokakları canlı tutuyor. Bu insanlar yalnızca ticaret yapmıyor; bu şehri yaşatıyor. Onların sesi duyulmazsa, Viyana’nın sesi de kısılır.

Elbette bu gerçekleri dile getirmek, bazı çevrelerde rahatsızlık yaratabilir. Ancak kamu düzeni ve toplumsal huzur söz konusu olduğunda, sessizlik değil; açık ve dürüst bir ifade gereklidir. Bu mesele, kişisel çıkarların değil, kamusal sorumluluğun konusudur.

Sığınmacı Politikası Türk Toplumunun Üzerinden Yürütülmemeli

Favoriten’deki huzursuzluk yalnızca yeni gelenlerle ilgili değil. Türkiye’den gelen göçmenlerin 60 yıllık emeğiyle kurulan mahalleler, bugün başka grupların kontrolüne geçmiş durumda. Bu dönüşüm, Türk toplumunun lehine değil. Güvenlik zayıflamış, sokaklar başıboş kalmış. Bu tabloyu görmeyen siyasetçi, yalnızca gözünü değil; vicdanını da kapatmış demektir.

Siyasetçiler ve Dernekler: Vitrin mi, Çözüm mü?

Türk toplumunun sorunları artık açılışta döner kesmekle, sosyal medyada poz vermekle çözülecek noktayı çoktan geçti. Sorunlar derin, yapısal ve profesyonel bir yaklaşımla ele alınmalı. Ancak sahada görünenler ya koruma eşliğinde dolaşıyor ya da protokolde görünme telaşında. Sorunlar büyürken, çözüm vitrin süsü olmaktan öteye geçemiyor.

Dernekler Temsil Etmiyor, Tören Düzenliyor

Bazı dernekler, sorun çözmek yerine tören organize ediyor. Açılışta kurdele kesmek, bayramda lokma dağıtmak elbette kıymetli; ancak yeterli değil. Temsil, sorunları dile getirmekle başlar. Ciddi raporlar ve dilekçeler hazırlanmalı, bunlar kamuoyuyla paylaşılmalı ve yerel yönetimle kurumsal zeminde görüşülmelidir. Dernekler vitrin değil; çözüm merkezi olmalıdır. Aksi hâlde yalnızca tabela taşırlar.

Sosyal Medyada Afra Tafra ile Temsil Olmaz

Bazı kişiler sosyal medyada poz vererek temsilci olduklarını varsayıyor. Oysa temsil ekran karşısında değil; sokakta, belediyede, gerektiğinde mahkemede olur. Afra tafra ile değil; halk gibi hissederek, halk gibi konuşarak olur. Gerçek temsil, sessiz çoğunluğun sesini duyurmakla başlar.

Demokratik Temsil Gösterişle Değil, Ciddiyetle Olur

Genç bir iş insanının “Elli adam tutalım, parasını biz verelim” çıkışı, sorunun aciliyetini vurguluyor. Ancak bu tür metaforlar demokratik süreçlerin yerini almamalı. Kendisinin Belediye Başkanı Marcus Franz ve yardımcısı Aslıhan Bozatmur ile yakın ilişkileri biliniyor. Seçim döneminde kardeşinin açık destek mesajı da kamuoyunun malumu. Bu kadar yakınlık varken, neden sorunlar yazılı ve kurumsal biçimde iletilmedi? İtibar parayla değil; ortak akıl ve kurumsal ciddiyetle temsil edilir.

Belediye ile Görüşme Kültürü Değişmeli

Viyana’da yerel yönetimle temas, hâlâ büyük ölçüde kişisel ilişkiler, tanışıklıklar ve geçmişte çekilmiş birkaç fotoğraf üzerinden yürütülüyor. Ayaküstü sohbetler ve sosyal medya kareleri, bazı kişilerde belediye başkanıyla özel bir yakınlık varmış gibi bir izlenim yaratıyor. Oysa kamu hizmeti, kişisel yakınlıkla değil; kurumsal ciddiyetle yürütülmelidir.

Bir esnafın yaşadığı sorun, yalnızca bireysel bir mesele değil; tüm mahalleyi etkileyen toplumsal bir durumdur. Bu nedenle belediye ile yapılan görüşmeler kurumsal zemine oturtulmalı; kim ne söyledi, ne zaman söyledi, ne yanıt aldı—tüm süreç şeffaf biçimde kayıt altına alınmalıdır.

Türk toplumunun içinden bir kişiyi “aracı” konumuna getirerek, adeta onun onayını almadan belediye ile temas kurulamıyormuş gibi bir yapı oluşturulması, demokratik temsil ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu yaklaşım, göçmen toplulukların çeşitliliğini ve çok sesliliğini görmezden gelen, hiyerarşik ve dışlayıcı bir tutumdur. Temsilin kişisel sadakate indirgenmesi, demokratik katılımı zayıflatır; toplumsal enerjiyi dar bir çevreye hapseder.

Siyasi partiler, Türk toplumunu tek bir figür üzerinden tanımlamaktan ve bu figürü protokolün ön yüzü hâline getirmekten vazgeçmelidir. Temsil, halkın içinden gelen, hesap verebilir, şeffaf ve kurumsal bir zeminde yürütülmelidir. Aksi hâlde bu yapı, demokratik değil; gösterişli ama etkisiz bir vitrin hâline gelir.

Viyana Hayvan Pazarı Değil, Türkiye Göçmenleri Sığır Değil

Viyana, Avrupa’nın en yaşanabilir şehirlerinden biri olarak tanımlanıyor. Bu şehirde yaşayan Türkiye kökenli göçmenler ise bu tanımın dışında tutulamaz; onlar da bu yaşamın eşit ve saygın bireyleridir. Ancak ne yazık ki, yerel yönetimle kurulan ilişkilerde zaman zaman Türkiye göçmenleri, adeta bir pazarlık nesnesi gibi görülüyor. Bu yaklaşım, hem insan onuruna hem demokratik değerlere aykırıdır.

Türkiye kökenli göçmenler, birey olarak saygı görmeyi, kurumsal düzeyde muhatap alınmayı ve kendi içinden çıkan siyasi aktörlerin kişisel keyfiyetinden bağımsız biçimde özgürce ilişki kurmayı hak ediyor. Temsil, kişisel yakınlıkla değil; toplumsal sorumlulukla, şeffaflıkla ve hesap verebilirlikle yürütülmelidir.

Bu şehirde yaşayan her birey, kimliği ne olursa olsun, kamu hizmetlerine eşit mesafede erişebilmeli; temsil mekanizmaları kişisel sadakat değil, toplumsal ihtiyaçlar üzerinden şekillenmelidir. Viyana’nın demokratik yapısı, bu eşitliği sağlamakla yükümlüdür. Kusara bakmayın.

İşverenler Sadece Vergi Veren Değil, Şehir Taşıyanlardır

Türk işverenler bu şehirde yalnızca vergi ödemiyor. İstihdam sağlıyor, sokakları canlı tutuyor, kültürel çeşitlilik yaratıyor. Ancak karşılığında ne alıyor? Denetimsizlik, güvensizlik, ilgisizlik. Bu tablo sürdürülebilir değil. Bir şehir, onu taşıyanları görmezden gelirse, bir gün altında kalır.

Siyasi Partiler Avusturyalı Türklerin Sorununu ve Oyunu Ciddiyetle Ele Almalı  

SPÖ, uzun yıllardır Türk toplumundan güçlü bir oy desteği aldı—2024 seçimleri de buna dâhil. Ancak FPÖ, güvenlik temalı söylemleriyle bu desteği bölmeye başladı. Ne var ki, bugüne kadar hiçbir parti bu toplumun gerçek sorunlarını sahada dinlemeye yönelik kalıcı ve kurumsal bir çaba göstermedi. SPÖ’nün, özellikle göçmenler konusunda kendisine rakip olarak gördüğü SÖZ Partisi’nin yükselişini durduramadığı görülüyor. SÖZ Partisi, hatalı ilişkiler ve yanlış siyasi hamlelerinden ders alarak geleceğe yürümeye çalışıyor. ÖVP yine bu sosyal ve ekonomik alanda  önemli Türkiye göçmenlerine sap ile samanı ayırarak gelecek seçimlerde yaklaşacak. Not edin.   2029 seçimleri SPÖ için hiç kolay olmayacak. 2024 seçimleri çok zorlu geçmişti ve son seçimdi.  Dikkatli olmak gerek.

Seçim dönemlerinde afişler, ziyaretler ve vaatler ön plandayken, seçim sonrası sessizlik hâkim oluyor. Bu yaklaşım yalnızca siyasi bir eksiklik değil; aynı zamanda etik bir sorumluluk yoksunluğuna da işaret ediyor. Avusturyalı Türklerin sorunları, geçici jestlerle değil; kalıcı politikalarla çözülebilir. Birkaç Türk kökenli kişiyi vitrine çıkararak ya da sembolik temsiliyet görüntüsü vererek bu topluluğun ihtiyaçları karşılanamaz. Gerçek temsil; sahada olmakla, dinlemekle ve çözüm üretmekle mümkündür. Bu toplum artık yalnızca görünürlük değil; samimiyet ve sürdürülebilir adımlar bekliyor.

Artık sosyal medyada parlatılan, görünürlükle öne çıkarılan yüzeysel figürler üzerinden siyaset üretme alışkanlığı geride bırakılmalı. Toplum, samimi, icraat sahibi, korkusuz ve sahici temsilciler istiyor.

Elçiye Zeval Olmaz.

Duyduklarımızı ve sahada gözlemlediklerimizi açık biçimde „elçi“ gazeteci olarak olarak aktarıyoruz. Lütfen perde arkasından kişisel tepkilerle zaman kaybetmeyin, zarar üretmeyin. Bizimle uğraşmak yerine, sorunlarla yüzleşin. Ciddiyetin kaybı, çözümün önünü kapatır.

Bu toplumun sesi olmak bizim sorumluluğumuz. Biz işimizi yapıyoruz—siz de yapın. Lütfen…

Sevgi, saygı ve hürmetlerimizle…

Viyana, 17.09.2025, Birol Kılıç, Viyana’dan gözlem ve analizler

 

Exit mobile version