Emekli iki Büyükelçi´den Gara faciası analizi

Emekli iki Büyükelçi Osman Korutürk ve Selim Karaosmanoğlu tarafından Cumhuriyet Gazetesi yayınlamak üzere yollanan ama gazetenin kısaltarak yayınladığı makalenin uzun haline Yeni Vatan Gazetesi ulaştı.

Türkiye’nin saygın  ve en tecrübeli  emekli Büyükelçileri arasında sayılan Osman Korutürk ve Selim Karaosmanoğlu, „Gara’da geçtiğimiz hafta Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen Kartal-Pençe 2 operasyonunun icrası sırasında iki subayımızla bir astsubayımızın şehit olması ve PKK terör örgütünün daha önceki tarihlerde kaçırarak beş altı yıldır rehine tuttuğu asker ve sivil kamu görevlisi 13 vatandaşımızı katletmesi milletimizi yasa boğmuştur.“ diye başlayan Cumhuriyet Gazetesi tarafından kesilerek yayınlanan analizin tamamı şöyle:

„Bu yazının amacı, planlanması ve icrası ciddi eleştirilere konu teşkil eden ve sonuçlarının acısı hepimizin yüreğini buran bu talihsiz operasyon vesilesiyle sınır ötesi sorunlar bağlamında Türkiye’nin güvenlik de dahil ulusal çıkarlarını doğrudan ilgilendiren ve bugüne kadar ihmal edilmiş olan bir konuda bir hatırlatma yapmak ve bu hususta ileriye dönük nesnel öneri ve uyarılarda bulunmaktır.

    Söze Gara olayının Kuzey Irak’taki Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin (IKBY) idaresindeki bölgede meydana gelmiş olduğundan başlayalım. Bilindiği üzere, uluslararası hukuk kuralları ve ikili anlaşmalar bir ülkeye yönelik sınır ötesi terör tehditlerini bertaraf etme amaçlı askeri operasyonların, tehdit topraklarından kaynaklanan ülke tarafından yapılmasını gerektirir. Buna göre, Irak ve Suriye topraklarından ülkemize yönelen terör faaliyetlerine karşı askeri müdahalenin ilke olarak Türkiye değil, Irak ve Suriye hükümetleri tarafından yapılması gerekmektedir. Konuya Irak açısından bakıldığında, Irak’tan ülkemize yönelik terör tehdidinin esas itibariyle Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin (IKBY) idaresi altındaki Kuzey Irak’tan  kaynaklandığı görülür.

Nitekim, PKK kamplarının çoğu Kuzey Irak’ta olduğu gibi, terör örgütü ikmal gereksinimleri ile sözde personel trafiğinin de hemen tamamını yine IKBY’nin yetki alanları içinden sağlamaktadır. Erbil’in, PKK’yı belki fiilen desteklemiyor olsa dahi, terör örgütünün bu bölgede yürüttüğü faaliyetleri gözünden kaçırmasının söz konusu olmadığı bir kenara not edilmelidir. Buna karşılık Merkezi Bağdat yönetiminin Kuzey Irak’taki güç ve etkinliği sınırlıdır. Sonuçta, Irak’ın kendi topraklarından Türkiye’ye yönelik terör tehditlerine engel olma yükümlülüğünü yerine getirecek olan birim, bölgedeki yönetsel meşruiyetini Irak’ın federal anayasasından alan IKBY olarak belirmektedir.

Ancak Erbil’in, referandum fiyaskosuna rağmen bağımsız devlet hayallerini terketmediği ve bunun için kendince uygun koşulların oluşmasını beklediği gözönüne alındığında, IKBY’nin PKK’ya karşı, bölgede Kürtleri birbirleriyle karşı karşıya getirdiği algısını yaratacak bir silahlı harekete girişmesini beklemek gerçekçi olmaz.

      Suriye’ye gelince, bu ülke açısından da durum, çok başka nedenler yüzünden de olsa, bundan farklı değildir. Türkiye, yanlış Suriye politikasıyla iki ülke ilişkilerini bugünkü çıkmazın içine sokmuştur. Bu noktada Şam Yönetiminin, sınırları içinden Türkiye’ye yönelen terör tehdidi ile mücadele yükümlülüğünü yerine getirmek bir yana, mevcut ortamın ülkemiz aleyhine artarak devamı etmesini tercih ve teşvik edeceğini söylemek için herhalde büyük bir strateji bilgisine gerek yoktur.

      Bu durumda Türkiye’nin, ne Irak’tan ne de Suriye’den yardım beklemesi akılcı olur. Türkiye, kısa ve orta vadede,  mecbur kaldığında sınır ötesi operasyonları bizzat yapmak zorundadır. Böyle olmakla beraber Türkiye’nin, bir yandan bu operasyonlara gereken her türlü imkân ve kabiliyetle hazırlıklı   olmayı sürdürürken, diğer taraftan da gerek Irak gerek Suriye ile ilişkilerini düzeltmenin, bu ülkelerin yukarıda işaret edilen yükümlülüklerini yerine getirmelerine imkân sağlayacak olumlu diplomatik zemini oluşturmanın yollarını aramasında da sayısız fayda vardır. Bunun için bize göre yapılması gerekenlerin başında, Türkiye’nin 2010 yılından bu yana giderek daha geri plana atmış olduğu ve bugün gündeminden neredeyse tamamen çıkardığı “yumuşak güç kullanımı“ seçeneğinin tekrar ön plana çıkartılması gelmektedir.

      Türkiye’nin elinde Irak bağlamında yumuşak güç kullanımına tekrar  başlayabilmesini sağlayabilecek önemli bir olanak vardır. Bu da, Irak ile Türkiye arasında halihazırdaki tek sınır kapısı olan Habur’un yaklaşık 16 km. batısındaki Ovaköy’de ikinci bir sınır kapısı açılmasıdır. İkinci Kapı projesi devletin yetkili kurum ve kuruluşlarının gündemine geçmişte Dışişleri Bakanlığı tarafından bir çok kez getirilmiştir. Ancak bu önemli girişim kimi zaman sınırın bizim tarafımızdan, kimi zaman da öte tarafından kaynaklanan yerel itirazlar, ekonomik çekinceler, askeri ve siyasi müdahalelerle sürdürülen ısrarlı bir engellemeyle karşılaşmış ve her defasında gündemden düşürülmüştür. O kadar ki, son olarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından düzenlenen tartışmalı „bağımsızlık“ referandumunu takiben, hükümetin Ovaköy Sınır Kapısının derhal açılmasına karar verdiği bizzat zamanın Başbakanı Sayın Binali Yıldırım tarafından açıklanmış, ancak nedense yine arkası getirilmemiştir.

      Habur kapısı doğrudan IKBY bölgesine açılmaktadır. Irak’a buradan giriş yapan yolcu ve nakil araçları yaklaşık 90 kilometre boyunca, IKBY’nin konjonktüre göre değişen kural, yönerge ve uygulamalarına tâbi olarak ilerleyip; ancak Dohuk’tan 5 km. kadar sonra Bağdat Merkezi Hükümetinin yetki alanına girebilmektedirler. IKBY’nin bu güzergahta genellikle keyfi ve kısıtlayıcı uygulamalara başvurduğu bilinmeyen bir tutum değildir. Oysa, Türkiye’nin Irak sınırında Silopi ile Cizre arasında, Habur’un yaklaşık 16 Km batısındaki Ovaköy’de ikinci bir sınır geçiş kapısının açılması, bu kapıdan Irak’a girecek olanların IKBY bölgesinde ancak 4-5 km. kadar kısa bir seyahati takiben Bağdat’ın kontrolu altındaki bölgeye girmelerini  sağlayacaktır. Türkiye’den Güney’e ve Körfeze yönelik nakliye ve ticaret  yollarına ferahlık getirecek olan, dolayısıyla ülkemize siyasi-stratejik, ekonomik ve sosyal açılardan da belli  kazanımlar sağlayabilecek olan bu projenin işlevi sadece rutin bir sınır kapısı olarak görülmemelidir (1). Bu proje, Irak’ta  Sincar yöresinde ve özellikle Suriye sınırındaki gelişmelerle, ABD’nin Suriye politikasındaki istikrarsız ve belirgin olmayan yaklaşımları karşısında Türkiye’nin güvenliğine de gerektiğinde katkı sağlayabilecek bir önlem olarak düşünülmelidir .

      Nitekim, eğer vaktiyle yukarıda işaret ettiğimiz engellemelere prim verilmemiş ve Ovaköy kapısı ilk gündeme getirildiği tarihte yapılıp açılmış olsaydı, bunun büyük olasılıkla, o tarihlerde Irak’ta yürütülen anayasa çalışmaları bağlamında Irak Türklerinin (2) ülkedeki siyasi konumlarını güçlendirecek bir etkisi de olacaktı. Ama bugün dahi, Ovaköy yoluyla  sağlanacak yeni bir bağlantı, mezhepsel ayırım yapmadan hepsine karşı yadsınamaz bir manevi sorumluluk taşımakta olduğumuz Irak Türklerinin ülkemizle iletişimlerini kolaylaştıracak ve onlara kendi ülkeleri içinde sürdürülebilir bir rahatlık ve belli bir güç kazandıracaktır.

      Konu her hal ve kârda bir paket program konseptiyle ele alınmalıdır. Bu bağlamda sınır kapısının bağlantısı, Ovaköy’den sonra Kerkük -Yumurtalık Boru hattı güzergahı üzerinden, ara pompa istasyonlarını ve güzergâh boyunca giden servis yolunu izleyerek yaklaşık 4-5 Km sonra Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarından çıkıp Ninovah vilayetinden Bağdat’ın münhasır yetki alanına girecek olan daha geniş yeni bir yol inşasıyla  sağlanmalıdır. Bu yol, kurulacak iki köprüden sonra herhangi bir coğrafi-fiziki engelle karşılaşmadan Jebel-Sincar’ın doğusundan ,şimdiye dek ihmal edilen Telafer kentinden de geçerek  doğrudan Musul’a ulaşacaktır.

Türkiye’nin ilk aşamada güvence altına aldığı arazi bölgesi ile sınırdaki hudut geçiş denetimini, hukuki ve ahdi süreklilik arz edecek bir modalite kapsamında Ninovah (Musul) vilayetine devretmesinin Türkiye’ye Bağdat’da büyük bir ağırlık ve siyasal manevra yeteneği kazandıracağı ve sözü geçer bir konuma taşıyacağı da bu bağlamda kaydedilmelidir. Projenin stratejik kalıcı bir değer kazanması için lojistik planda Türkiye’nin Körfez Bölgesine ve Arap Yarımadasına en kısa yoldan ulaşmasını sağlayabilmesi (3), bunun için de Türkiye ile Irak’ın özellikle Ninovah ve Ambar vilayetleri ile çok boyutlu ilişkilerini sürdürebilecek bir alt-yapının geliştirilmesi gerekmektedir. Bu alt-yapının Nusaybin’den Suriye’de Kamışlı’yı ‚bypass‘ edip Cizre’den geçerek Irak’a Tel Köçek tarikiyle ulaşacak bir demir yolu ile takviye edilmesi yerinde olacaktır. Paket program, yukarıda sözünü ettiğimiz kara yolu ile bu yeni demir yolunun İskenderun ve Mersin liman terminallerine bağlanmasını da içermelidir.

Böylece Ovaköy sınır kapısıyla bağlantıları hem Türkiye hem de komşuları için önemli bir ekonomik değer kazanacak ve Türkiye’nin yumuşak güç kullanımı açısından olumlu bir araç olarak devreye girecektir. Yeni popüler deyimi ile bu “mega-projenin” küresel etkileri yanında; yaratılacak karşılıklı sürdürülebilir bağımlılık yoluyla Irak ile Suriye’nin (bizim de mutlak çıkarımıza olan) toprak bütünlükleri ile siyasi birlikleri güçlenecektir. Bu da çeşitli bölgesel alt-grupların ekonomik teşviklerle denetim altında tutulmasını kolaylaştıracaktır.

    Ovaköy’de ikinci bir sınır kapısı açılmasının sağlayacağı tüm yararlara karşın bu proje konusunda görülen isteksizliğin nedenleri arasında ekonomik çekincelere üst sıralarda yer verildiğine yukarıda işaret etmiştik. Gerçekten de, görev yaptığımız dönemde Dışişleri Bakanlığının önemini vurgulamakta ısrarlı olduğu bu projeye karşı çıkanlar, kendi açılarından öne sürdükleri gerekçelerin başında böyle geniş bir yapısal girişimin devlete “büyük” ve “gereksiz” bir yük doğuracağı argümanına  yer vermekte idiler. Aslında bu argüman, mevcut durumun sürmesinde siyasi ya da ekonomik çıkarı olan sınırın her iki tarafındaki etkin lobi gücüne sahip yerel unsurların elini güçlendirmek için öne sürülen bir bahane olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Zira, önemli bir bölümü esasen mevcut bulunan alt-yapının bir miktar tadili ile hayata geçirilebilecek olan ikinci sınır kapısı ve bağlantı yolları teknik ve topografik açıdan kayda değer bir zorluk arzetmediği gibi, bunların yapılması öz kaynaklardan çok büyük bir bütçeye de ihtiyaç göstermemektedir. Her hal ve kârda, projenin İskenderun

ve Mersin liman terminalleri üzerinden Akdeniz’e uzanan bir paket halinde planlanması halinde, bunun BOT da dahil çeşitli kaynaklardan finansmanı mümkün olabilecek; bu da projenin hayata geçirilmemesini haklı gösterecek ölçüde büyük bir mali külfet getireceği iddialarını geçersiz kılacaktır. İnancımız odur ki, bu proje hayata geçirilebildiği takdirde ülkemize o coğrafyada bugünkünden daha büyük bir hareket özgürlüğü verecek, komşularıyla onların komşularına yönelik yeni ekonomik açılım olanakları sağlayacak ve Türkiye’nin yumuşak gücünü bölgesel olmanın da ötesinde, küresel ölçekte devreye sokabilecektir.

      Sonuç olarak, bölge politikaları oluşturulmaya çalışılırken, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz ülkelerinin sosyo-politik, ekonomik ve sınır aşan antropolojik yapılarıyla bu yapıların tarihsel dinamiklerini ve küresel bağlantılarını tutarlı bir vizyon içinde hesaba katmak gerekir (4). Nitekim, ideolojik saplantılardan hareketle  oluşturulan politikaların sürdürülebilir olmadığı yakın geçmişte Suriye örneği ile açık ve acı bir biçimde görülmüştür. Stratejik derinligi olduğu sanılan sığ taktik manevralarla kısa vadede yüzeysel bazı kazanımlar elde edilebilse de, bunların kalıcı olmadığının artık anlaşılmış olması gerekir. Bölgede kalıcı ve uluslarası barış temelinde bir düzen kurulması, bununla hem bizim ulusal güvenliğimizin hem de bölgenin istikrarının güvene alınması isteniyorsa, bunun mutlaka yukarıda sözünü ettiğimiz türde bir geniş açılı bir vizyona dayanması gereği gözardı edilmemelidir.“

 

Notlar:

(1) DEİK Türkiye-Irak Is Konseyi Başkanı Emin Taha, 21 Aralık 2020 tarihinde basına verdiği bir beyanatta Ovaköy’de ikinci bir kapı açılmasının Irak’a ihracatımızı %50 oranında artıracağına işaret etmistir.

 

(2) „Irak Türkmenleri“ yerine, daha doğru tarihi bir sıfat olan „Irak Türkleri“ deyimi kullanılmıştır.

 

(3) Ovaköy’den Irak‘ girildikten sonra Arar Sınır Kapısından çıkılarak, Suriye ve Ürdün’e uğramadan, karayoluyla doğrudan Suudi Arabistan ve Arap Yarımadasına ulaşılabilecektir.

 

(4) Sözkonusu demir yolu projesi gerçekleştiği takdirde, İstanbul Boğazından denizaltı geçişiyle Avrupa’ya bağlanacak yol, bir bakıma tarihi Berlin-Bağdat hattına da yeniden işlerlik kazandırmış olacaktı

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner