Schadenfreude: Başkalarının mutsuzluğundan duyulan keyif üzerine

Almanca  „Schadenfreude“  kelimesini Türkçe diline  tek hatta iki kelime ile tercümesi imkansız ve şöyle bir genel tanımı var:Başkasının zararına sevinme tutumu; bir insanın, başta insanlar olmak üzere başka bir canlının ziyanına karşı sevinç duymasıdır. Bu davranış, çoğu toplumda olumsuz bir davranış olarak gösterildiği gibi, bu tutumu gösteren insanların yaygın olarak ruhsal sorunlara sahip olduğu öne sürülmektedir.Bu tür tutum sergileyen insanlar toplum tarafından da hoş karşılanmamaktadır. Bu tutum, ruh doktorlarına göre bencilliğin ve ego karmaşasının bir ürünüdür.“

Eda Şengül’ün  BOBOSCOPE’de Schadenfreude ile ilgili dikkat çeken okunmaya değer analizi,
„Başkalarının mutsuzluğundan duyulan keyif üzerine“  şöyle  ise kurulmuş:

„Kıskançlık hissetmek insancıldır, zarar sevincinin tadını çıkarmak ise şeytancıl“ demişti Arthur Schopenhauer. Dostoyevksi’ye kalsa bunu yaşamamış kimse yoktu halbuki. Şöyle söz etmişti Suç ve Ceza’sında schadenfreudelerden, „Hepsinin halinde, en yakınlarının beklenmedik bir felaketi karşısında bile insanlarda her zaman görülen tuhaf bir sevinç duygusu vardı. En samimi acıma, acısını paylaşma duygularına rağmen, istisnasız olarak hiç kimse, böyle bir duyguya kapılmaktan kendisini alamamıştır.“

Almanlar tarafından tek bir kelimeye indirgenmesi mümkün kılınan ‚Schadenfreude‚, başkasının mutsuzluğundan keyif duymak anlamına geliyor. Bu mutsuzluk derin bir mutsuzluk olmak zorunda da değil; ufacık bir talihsizlik karşısında duyulan minimal bir haz dahi sizi Schadenfreude kılıyor. Demem o ki, eğer bir arkadaşınız ufak bir sendelemeyle yere serildiğinde kahkahalara boğuluyorsanız, başkalarının mutsuzluğundan keyif alan bir insansınız…

İNSANCIL MI ŞEYTANCIL MI?
Esasında bu konuda Dostoyevski safındayım, bu duygunun tüm insanları kapsadığını düşünüyorum. Ancak Arthur Schopenhauer da pek haksız sayılmaz çünkü bu işin bir de şeytancıl tarafı var.
Her duygu gibi Schadenfreude duygusu da boyutlara ve derinliğe sahip elbette. Bu duyguyu belki reddedemeyiz ancak normalleştirmemiz de pek sağlıklı olmayabilir. Çünkü mesele her zaman iki seksen yerde yatan bir arkadaş meselesi olmayabilir.
Sanıyorum anonim olan ancak hemen hepimizin bildiği bir argümana getireceğim burada konuyu.„Arkadaşınızın başarısızlığı sizi üzer ancak başarısı daha çok üzer“… İşte Schadenfreude da böyle bir şeye işaret eder. Yani birinin mutluluğundan duyulan üzüntü, kısaca kıskançlık ile aynı denkleme sahiptir.
Bu insanın kendisini besleyebileceği en çirkin yollardan biri, kabul. Ancak somut bir zarara dönüşmediği sürece bana kalırsa son derece insancıl. Çünkü temelinde ‚kıyas‚ yatıyor. Kıyas ise doğduğumuz günden itibaren yakamıza çeyrek gibi asılan, nereye gitsek izimizi süren bir lanet misali. Yani esasında birinin kötü duruma düşmesinden ziyade, bizden ‚kötü‘ oluşuna içten içe memnun oluyoruz.

„HAZZIN ÖZNESİ HİSSEDENDİR“
Diyelim ki, içten içe düşmanlık güttüğünüz bir sınıf arkadaşınız; ders esnasında gaz çıkardı. Bu durumda onun rencide duygusu size keyif olarak yansıdığında aslında intikam arzularınızı değil; doğrudan Schadenfreude hislerinizi tatmin etmiş oluyorsunuz.
Ya da diyelim ki bu kişi sizin en yakın arkadaşınızdı, ve ders esnasında kaçırdı… Bu durumda duyduğunuz keyif de muziplikle değil doğrudan Schadenfreude ile ilişkilidir.
Yani siz bu keyfe istediğiniz kadar bahane türetin, onun bir başkasının mutsuzluğundan duyulduğu gerçeğini değiştirmek mümkün değil.
Örneğin karısını döven bir adamın dayak yemesi, bir hırsızın evinin soyulması, bir yalancının ifşa olması, fazla güzel olup sizi gölgede bıraktığına inandığınız fakültedeki o kızın kasetinin çıkması, din tüccarlığı yapan birinin eşini aldatırken yakalanması, ünlü bir diyetisyenin; misal Canan Karatay’ın bir paket cipsi mideye indirirken kameralara takılması sizi keyiflendirdiğinde; bu hazzın öznesi karşınızdaki kişi değil bizzat yine siz oluyorsunuz. Dolayısıyla esasında duyguların ne tür düşüncelerden peyda olduğu da bu noktada pek önem arz etmiyor.

KADER Mİ? AŞILABİLİR Mİ?
Schadenfreude kaderimiz midir? Bana kalırsa kesin ve net biçimde bu sorunun cevabı hayır olmalı. Aksine aşılabilir bir duygu olduğuna kefilim. Çünkü iyilik öğrenilebilir. Zihnimizi ve bilinçaltımızı bu düşüncelerden temizlemenin bir yolu elbette var. Bahsettiğimiz üzere bu duygular esasında ne karşımızdaki kişiyle ne de onun içinde bulunduğu durum ile pek ilişkili değil. Bilakis doğrudan bu talihsizliklerden haz duyan kimseleri alakadar ediyor. Bu nedenle kişi kendisini aşabildiği ölçüde, kendisine karşı duyduğu sevgi ve saygıyı artırabildiği ölçüde empati yeteneğini de geliştirmiş olur. Yani son derece empati yoksunu bu duyguyu kırmanın en etkili yöntemi empatiyi öğrenmek olabilir.
SUÇLU HİSSETMELİ MİYİZ?
Bu duygunun son derece insancıl olduğundan söz ettik ancak bu bir tolerans bahanesi değil. İnsanlar elbette hatalar yapar, bu hatalardan ders çıkarır ve hatalarına sarılır. Kendini affetmek kendine karşı belki en önemli sorumluluklarından biridir. Ancak bu, hataları yok saymak ve pişkinleşmek manasına da gelmemeli. Yaptığımız, düşündüğümüz yahut hissettiğimiz şeyin kötü olduğu bilinci bize suçlu hissettirmiyorsa zaten bizim vay halimize…
Gerekli ise şayet, o şeyi terk etmek ve ondan vazgeçmek için suçlu hissetmeli… 

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner