Türkiye Cumhuriyeti´nin 100.yılında durumu nasıldır?

Ülkemiz siyaseti, bugün, hiç olmadığı kadar sorunludur ve milletimiz kendini âdeta çaresiz hissetmektedir. Siyasi partilere güven yok noktasındadır. İktidar ve muhalefetiyle siyasi partiler halkımızı derin karamsarlığa itmektedir. Toplum, zamanı geçmiş ideolojik anlayışlar ve söylemlerle parçalara bölünmüş durumdadır. Millet, ekonomik buhran içerisinde ne yapacağını bilmemektedir ve siyasiler tarafından sürekli aldatılmaktadır: Bir yandan Allah’la, diğer yandan Atatürk’le.

Mustafa Tahir Öztürk´den analiz

Cumhuriyet’in, ‘Muasır medeniyet düzeyinin üstüne çıkma’ ülkü ve amacı, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün hemen ardından, bizzat “Atatürk’ün Partisi!” iddiasında bulunan partiyle başlayan bir yozlaştırma ve bir süre sonra buna eklenen bir karşı devrimle hedefinden saptırılmış durumdadır. Türkiye, sürekli seviye kaybederek, tümünün önünde olduğu komşularının neredeyse tümünün gerisinde kalma ve komşularıyla ciddi sorunları olma noktasına gelmiştir.

1980’li yılların başından itibaren izlenen ve küreselleşme sömürüsünün önünü açmak üzere dışarıdan yapılandırılan neoliberal politikalar Türkiye’yi uluslararası sermayenin denetim ve güdümü altına sokmuş bulunuyor.

Anayasamızın ve çağdaş anlayışın esas aldığı sosyal devlet ilkesi tahrip edilerek kamu hizmeti âdeta yok edilmiş, vatandaş, yabancı çıkarların gelir amacı yapmak istedikleri bir tür müşteriye dönüştürülmüştür.

Eğitimde eşitlik ve genellik ilkesi tahrip edilmiş, Tevhid-i Tedrisat’ın sadece adı kalmış; tarım, hayvancılık ve buna bağlı olarak gıda güvenliği adeta yok edilmiştir. Sağlık sisteminde vatandaş “garantili hasta” durumuna getirilmiştir. KİT’lerin, iç ve dış rant odakları tarafından özelleştirme adıyla yağmalanma süreci, stratejik toprakların yabancılara satılması, ormanların özelleştirilmesi, madenlerin yabancılara teslimi noktasına getirilmiştir.

Üniter devlet yapımız, artık adı açıktan telaffuz edilmeye başlayan ve Türkiye’yi federatif sisteme hazırlayan yaklaşımlarla âdeta yok edilmektedir. Uluslararası ve ulusötesi büyük sermaye güçlerinin öncü kuruluşları, sermayenin küreselleşmesi adı altında, zayıflatılan devlet otoritesinin yerini almakta, adı konulmamış bir manda yönetimini işletmektedir. Dış politikada bize düşen, oturduğumuz masada önümüze konan tekliflerden birini seçmekten ibarettir.

Ülkemiz, 10 yılı aşkın bir zamandır, uluslararası göç mühendisliği ile oluşturulmuş bir süreç içerisine sokulmuş ve bugün milyonlarca sığınmacıyı sırtında taşımaktadır. İstilayı andıran bu durumun başta demografik, ekonomik ve güvenlik olmak üzere olumsuz sonuçları artık milletimizin gözleri önünde cereyan etmektedir. İnsanımız, kendine olan güvenini ve kimliğini kaybetme noktasına taşınarak, sorunlara çözümü kendinde değil; dışarıda ve dış güçlerde aramaya başlamıştır. Özellikle nitelikli insan gücümüz ve sermayemiz yoğun bir şekilde dışarıya kaçmaktadır. Ekonomi çok kötü durumdadır.

Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte başlayan ve dış odaklarca yönetilen ‘dinin tahrip aracı olarak kullanılması’ ülkemizin temel sıkıntılarının belki de birincisidir. Bu dıştan tahrip hareketi yüzünden Cumhuriyet’in 100. yılında hâlâ İslam-laiklik, din-çağdaşlık, hatta din-cumhuriyet tartışma ve çekişmesi yaşanmaktadır. Ülkemiz, denebilir ki tarikatlar ve cemaatler konfederasyonu haline getirilmiştir. Bu durumun sona erdirilmesi, yani Türkiye Cumhuriyeti’nde kalıcı ve devamlı bir barışın kurulması, genelde vatandaşlarımızın, özelde gerçek dindarların dinci anlayışın baskı ve istismarından kurtarılması, olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Zira, ülkemizin tüm sorunları doğrudan veya dolaylı bu temel sıkıntıyla ilgilidir.

YAPILMASI GEREKEN: CEVAP

Ülkemiz siyaseti, bugün, hiç olmadığı kadar sorunludur ve milletimiz kendini âdeta çaresiz hissetmektedir. Siyasi partilere güven yok noktasındadır. İktidar ve muhalefetiyle siyasi partiler halkımızı derin karamsarlığa itmektedir. Toplum, zamanı geçmiş ideolojik anlayışlar ve söylemlerle parçalara bölünmüş durumdadır. Millet, ekonomik buhran içerisinde ne yapacağını bilmemektedir ve siyasiler tarafından sürekli aldatılmaktadır: Bir yandan Allah’la, diğer yandan Atatürk’le.

İslam, dinî değerler, milliyetçilik, cumhuriyet, çağdaşlık, laiklik gibi kavramlar ısrarlı bir şekilde çarpıtılarak ve ideolojik slogana indirilerek milletin kamplara ayrılması ve birbiriyle çatışır hale gelmesi sağlanmıştır. Birbirlerinin karşıtıymış gibi duran iktidar ve muhalefet partileri yeri geldiğinde rahatlıkla birbirleriyle çalışma içerisine bile girebilmektedir. Bu durum, tek bir şeyi açıklamaktadır: İktidar ve muhalefetin iplerini tutan aynı ellerdir. Yani, mevcut siyasi partiler aynı merkezden yönetilmektedir.

Soğuk savaş sonrası insanları kamplara ayırıp adeta ülkeyi bölmek için uğraşan anlayışların günümüzdeki temsilcilerinin yaptıkları ortada, Türkiye Cumhuriyeti’ni nereden alıp nereye getirdikleri de önümüzde

Yapılması gereken nedir? CEVAP bellidir. Öncesi ve sonrasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sürecinde yapılanlar ortada… Ankara’yı tekrar keşfetmek gerekmiyor.

Cumhuriyetimizin 6 temel ilkesini, çağın idrakiyle doğru bir şekilde işler hâle getirmeliyiz. Her bir kurucu değeri neredeyse farklı bir siyasi partinin temel fikri haline getirip Cumhuriyeti, milliyetçiliği, halkçılığı, dini vs. kendi malları gibi gören siyasi anlayışları/partileri ve bunun temsilcilerini tarihin çöplüğüne atmalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti’ni olması gereken yere götürürken kılavuzumuz akıl, bilim, sanat, laiklik, hukuk, adalet, liyakat ve ruh köklerimiz olmalıdır. Türkiye’yi Türkiye’den yönetmek ve ülkemizin nimetlerini ülkemiz çocuklarının paylaşabilmesi, ancak bununla mümkündür. Bu mümkün olduğunda ülkemizin tüm çocukları göğsünü gere gere şunu söyleyecektir: NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Cumhuriyeti, Atatürk’ü, millî ve manevî değerleri ağzına almak hakkı, işte bu başarıyı gösterip ülkemizin önünü açanlarındır. Gerçek CUMHURİYETÇİ VATANSEVERLER de işte bunu yapabileceklerin adıdır.

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner