TÜRKİYE’DE KAYAK SPORU NASIL BAŞLADI? Kayak Öğretmeni Dr. Pietschmann’ın Misyonu

Viyana merkezli yayınevimiz „Neue Welt Verlag“ ve Yeni Vatan Gazetesi’nin birlikte yayınladığı Kırmızı Beyaz Kırmızı adlı eserin yazarı İsmail Tosun Saral’ın, Türkiye’de Kayak Sporu Nasıl Başladı? Kayak Öğretmeni Dr. Pietschmann’ın Misyonu başlığıyla toparladığı önemli makale şöyle:

İsmail Tosun Saral

TÜRKİYE’DE KAYAK SPORU NASIL BAŞLADI?

Kayak Öğretmeni Dr. Pietschmann’ın Misyonu  [1]

          Bugün kış sporları terminolojisinde “Kayak Sporu” olarak geçen kar  üzerinde  kayma  faaliyeti  Harp Mecmuası’nda “Kızak” olarak nitelendirilmektedir.

           Avusturya Macaristan Birlikleri Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale, Sina, Filistin, Suriye Cephelerinde ve kısmen de Diyarbakır ve Musul’da görev yaptılar. Avusturya-Macaristan Birlikleri’nin hiç görev yapmadıkları bir yer olan Doğu Anadolu Bölgesi 3’üncü Ordu’nun bölgesiydi. Kafkas Cephesi olarak adlandırılan bu bölge sert ve karlı kışları ile tanınıyordu. Bu nedenle Osmanlı Türk Ordusu’nda Dağcı (Alpine) ve Kızakçı (Ski)  subay, astsubay ve erlerin eğitilmesi, Dağ ve Kızak  Birlikleri kurulması ve yaygınlaşmasını sağlamak için Enver Paşa 1914 yılı Eylül ayında  İstanbul’daki Avusturya-Macaristan Askeri temsilcisi Tümgeneral Joseph (Józef) Jan Klemens Pomiankowski’ye başvurdu, dağcılık ve kayak öğretmenleri istedi.

Aynı zamanda Avusturya’ya 1000 çift Lilienfelder  kayak takımı ve malzemesi siparişi verdi. [2] 1914 sonbaharında bu kadar büyük bir siparişin Türkiye’ye gönderilmesi savaş koşulları nedeniyle mümkün olamadığından sipariş 100 kayak takımına indirildi.

Bu isteği Pomiankowski ise şöyle anlatmaktadır. [3]

Daha 1914’de Enver Paşa benden k.u.k  Savaş Bakanlığı ile temasa geçerek  belli sayıda subayı ve askeri kayakçı olarak yetiştirmek üzere Türkiye’ye  bir müfreze gönderilmesi hususunda yardım rica etti. Doğu Anadolu’nun uzun karlı  kışı  savaş alanında bu tür sporu elzem kılıyordu. Ayrıca, o bölgede mevcut ulaşım sıkıntısı bu tür uygulamayı bir ihtiyaç durumuna getiriyordu. Müracaatım üzerine 1915 yılı Ocak ayında Dr. Viktor Pietschmann [4] başkanlığında bir kayak ekibi İstanbul’a geldi. Ekip de başkandan başka Viyanalı Dr. Otto Hübner, Bregenzli Albert Bildstein, (19.5.1888 – 21.9.1974)   Viyanalı  Mühendis Paul Ippen (Marburg/Drau  9.1. 1884- Viyana, 1.3.1958)   ve Viyanalı Dr. Alexander Maksymowics de yer almıştı.”

Ekipte yer alan Dr. Otto Hübner [5]1914 yazında Türkistan ve Ermenistan’a yaptığı yolculuktan dönen Dr. Viktor Pietschmann  Osmanlı Harbiye Nezaretine  müracaat ederek bazı Türk birliklerine Avusturya Ordusu dağ ve kayak tekniklerini öğretmek istediği  hususunda bir teklif yaptı. Her türlü yeniliğe açık olan Harbiye Nazırı  Enver Paşa  teklifi uygun görerek  Türk Ordusuna karda kaymayı öğretebilecek uygun  personeli Avusturya’da bulması için  Pietschmann’ı  yetkili kıldı.” şeklinde anlatmaktadır.

Tamamı sivil şahıslardan teşkil edilmiş bu misyon Türk hükümetince 4 ay için görevlendirildi. Bu misyona „Österreichischen Skimission in der Türkei“ adı verildi.

1915 yılı Ocak ayında kurulan Kayak Misyonu İstanbul’a hareket etti. [6] Misyon İstanbul’a gelir gelmez kendi takımlarını üretmek için faaliyete geçti. Bu nedenle Zeytinburnu ve Tophane Fabrikaları kayak üretimine başladılar.[7]  Kayak Misyonu 3 Şubat 1915 günü eğitimin merkez yeri olarak belirlenen Erzurum’a hareket etti.[8]  Bin bir türlü seyahat zorlukları sonunda 43  gün sonra 18 Mart 1915 günü Erzurum’a ulaştı. Bu arada eğitimciler Türk Ordusuna subay olarak alındılar. Pietschmann binbaşı, Hübner, Ippen ve Bildstein yüzbaşı olarak görev yaptılar.  [9]

3’üncü Ordu Komutanı’na yapılan ziyarette bir Kayak Bölüğü kurulmasına karar verilerek  80 nefer,  küçük zabit (astsubay) ve subay seçildi. Seçilen askerlerin sağlam, çevik, güçlü olmalarına  özellikle dikkat edildi.

Kiremitlik Tabyası’nda [10], 5 Nisan 1915’te başlayan eğitim  sırasında dik yamaçlarda tek sopalı “Zdarski Metodu”u [11]  diğer yerlerde ise  çift sopalı İskandinav metodu uygulandı. Çığ düşmüş arazi,  uçurum kenarları gibi tehlikeli alanlarda talimler yapıldı. Kayakla kayma eğitimi tamamlandıktan  sonra kayakla silah atışları eğitimine geçildi.

Mayıs ortasında Erzurum’da karlar eridiğinden  çadırlı eğitim  yeri Erzurum’un güneyindeki Palandöken dağlarının kuzey yamaçlarına, 2650 metre yükseklikteki Ejderha tepesine taşındı. Burada  6 subay, 10 astsubay ve 80  erden müteşekkil bir müfreze eğitimini tamamladı.  16 Haziran 1915 de eğitim son buldu. Yetiştirilen kayakçı askerler kıtalara gönderildiler. İçlerinde en başarılı olan 6 yedek subay, 83 astsubay yeni kayakçılar yetiştirilmek üzere yerlerinde bırakıldılar.

Bu eğitimleri 1915 yılında  Harp Mecmuası  4’ncü sayısında “Bir asker kara yaklaşmış, kızağını bağlıyor, Karsız yerde kızağını taşıyor, kar elbisesi giymişler, biri bastonlarını destek yapmış ateş ediyor, diğeri yüzünde kar duvâğı nöbet bekliyor, Kafkas cephesinde kızaklı bölük efradımız: tehlikeli kar denizinde yüzerlerken“ alt yazılarıyla resimli haber yaparak bu yeni ordu sınıfını okurlarına duyurmuştur.

Ayrıca eğitilmek üzere 30-40 kadar subay ve küçük zabit Avusturya’nın dağlık Tirol bölgesine gönderildiler. [12]

Askerlerimiz Grödner Tal [13] denilen yerde  meşhur dağcı Binbaşı Bilgeri’nin [14] eğittiği Dağ ve Kayak kursuna katıldılar. Kursta sadece Avusturya’nın dağlık bölgelerinden gelen askerler değil Macar ovalarından gelen askerler de eğitiliyorlardı. 29 Ekim 1917 günü kursu teftişe   Kayser ve Kral Karl  geldi. Bu kursa katılan Türk subay ve askerlerinin görkemli görünüşü hükümdar Kayser’i  özel etkiledi. Bu karla kaplı arazide karşısında kara kalpakları ile duran Türkler tuhaf bir görünüm arz ediyordu. Bu Osmanlıların dinç görünümü dağcılık  için şüphesiz çok uygundu. [15] Kayser Karl Sultan Reşat’a bu memnuniyetini ifade eden bir telgraf çekti. “Majestelerine çok iyi bir Osmanlı Dağ ve Kayak Müfrezesi görme fırsatı bulduğumu söylemekten çok memnunum. Onların davranışları göz kamaştırıyordu. Böyle müttefiklerim olduğu için gururluyum.”[16]

Uzun süren savaş yılları yetiştirilen bu genç değerlerin çoğunu elimizden aldı. Bugün bunlardan sadece  yedi subayımızın adlarını biliyoruz ve hepsini rahmetle anıyoruz : Hasip Efendi, Ekrem Efendi, Tayyip Efendi,  Trabzonlu Kemal Efendi, Arif  Sofya Efendi, Cevad Efendi (Dursunoğlu),  Arif Hikmet (Koyunoğlu)  Efendi. Bu kahramanlardan  ikisi cumhuriyetimizin ve yeni Türk Devleti’nin kuruluş yıllarında önemli görevler üstlenmişlerdir.

Arif Hikmet Efendi (İstanbul, 1888- İstanbul 27 Temmuz 1982)  Koyunoğlu soyadını almıştır.  4 Aralık 1919’taki terhisine kadar kayakçı asker yetiştirmeye devam etmiştir. Mustafa  Kemal Paşa’ya, Damat Ferit hükümetinin hakkındaki idam emrini ulaştıran  yedek subaydır. Ankara’da  ve yurdun diğer şehirlerinde yapılan resmi ve özel bir çok binanın mimarıdır. En önemli eserleri Ankara‚daki Etnografya Müzesi, bugün müze olarak kullanılan Türk Ocağı Binası, Bursa’daki Tayyare Kültür Merkezi‚dir. Prof. Dr. Koyunoğlu 2 Nisan 1980’de Devlet  Sanatçısı unvanı ile ödüllendirilmiştir.

Dursunoğlu soyadını alan Cevad Efendi ise  (Erzurum, 1892- Ankara, 11 Ocak 1970)  Eğitimci ve siyasetçi olarak temayüz etmiştir. Osmanlı Maarif Nezareti’nin açtığı sınavı kazanarak 1911-1914 yılları arasında Berlin ve Jena Üniversitelerinde  felsefe ve pedagoji eğitimi gördü.  1914 de yedek teğmen rütbesiyle orduya katıldı ve  Almanca bildiğinden kayak ekibine tercüman olarak atandı. Mütarekeden sonra  Mart 1919’da Erzurum’da “Vilayât-ı Şarkıyye Müdafaâ-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi’ni kurdu. Erzurum Kongresinin toplanması için yapılan çalışmalara katıldı ve istifa ederek  delegelik hakkını Mustafa Kemal Paşa’ya  bıraktı. 1941-1951 yılları arasında Cumhuriyet  Halk Partisi  Genel Sekreter Yardımcısı görevinde bulundu.  1961’de kurucu mecliste görev aldı. Aynı yıl yapılan seçimlerde XII. dönem Erzurum milletvekili seçildi. 1965 yılında politikadan çekildi.

Kayak sporunun öncüleri olan Avusturyalılar, “Österreichischen Skimission in der Türkei“ “Türkiye’deki Avusturya Kayak Misyonu” resmî adı ile  Osmanlı İmparatorluğu’nun uzak Rus sınırında da görev yaptılar. Bu misyonda Türk Askerlerini kayakçılık konusunda eğiten Avusturya Kayak Birliği üyesi ve eğitimci Dr. Otto Hübner yurduna dönünce  Türkiye’de yaşadıklarını 5 Nisan 1916 günü Avusturya Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nde (Österreichischen Ingenieur- und Architektenverein)  konuşmasını resimlerle süslediği bir sunumda anlattı.[17]  Avusturya Kayak Misyonu ile Kafkas Cephesinde (Mit der österreichischen Skimission an der kaukasischen Front) adlı sunum daha sonra “Unaria” da da yapıldı. Bu kayakçıların Türkiyedeki yolculuğu, etkinliği ve başarısı hakkında Dr. Hüpner konuşmasını bir yıl sonra Der Schnee dergisinde yayınladı.[18]

1914 yazında Türkistan ve Ermenistan’a yaptığı yolculuktan dönen tanınmış Avusturyalı  araştırmacı-seyyah Dr. Viktor Pietchmann  Osmanlı Harbiye Nezaretine  müracaat ederek bazı Türk birliklerine Avusturya Ordusu kayak tekniklerini öğretmek istediği  hususunda bir teklif yaptı. O günlerde Türkiye’nin  büyük savaşa girmesine az kalmıştı. Bu nedenle her türlü yeniliğe açık olan Harbiye Nazırı  Enver Paşa  teklifi uygun görerek  Türk Ordusuna karda kaymayı öğretebilecek uygun  personeli Avusturya’da bulması için  Pietschmann’ı  yetkili kıldı.

          Böylelikle kayak misyonunun kayak teknik müdürü olarak seçildim. Daha sonra Mühendis Paul Ippen, Albert Bildstein ve  Dr. Alexander Maxymowicz’de [19] misyona katıldılar. Bazı zorluklara rağmen 13 Aralık 1914 de Viyana’dan yola çıktık. Büyük  yükümüzle en sonunda Viyana’dan ayrılabilmek  –ki özellikle bu yük Romanya gümrüğünde gerçekten  çok şüpheli bulundu- ve İstanbul’a güvenli bir şekilde varabilmek, önümüzdeki çileli yolun ilk kısmı oldu.

          Bütün güzelliklere, yaşadığımız ilginç olaylara, ifa etmek zorunda olduğumuz faydalı göreve  rağmen, seferimiz bir ızdırap dolu çetin bir  yolculuk oldu. Her adım başında sadece azim ve dayanıklıkla üstesinden gelebildiğimiz engelleri aşabildik. Viyana’dan görevimizin kapsamı hakkında bilgilendirmeden ve kayaklar olmadan ayrıldık. Bu da bizi çok düşündürdü. 100 çift Lilienfelder türü kayak   arkamızdan İstanbul’a gönderilecekti. O zaman ki ulaştırma zorlukları bu kayakların bize  ulaşıp ulaşamayacakları hususunda bizi şüpheye düşürüyordu.  Konstantinopolis’te, önce Harbiye Nezareti’nde gerekli formalitelerin  tamamlanması gerekiyordu. Türk Ordusuna subay yazıldık. Dr. Pietschmann’a  Binbaşı, ben  Hübner’e  Kıdemli Yüzbaşı, diğer eğitmenlere de yüzbaşı rütbesi verildi.  Bir cephane fabrikasında  gerçek bir kayak imalathanesi kurduk.  Lilienfelder türü  kayaklar, batonlar, tırmanma dişleri (krampon) vs imalatına geçtik. Bir askeri ayakkabı fabrikasında (Beykoz)  istediğimiz tarzda kayak ayakkabıları üretildi. Bir iki hafta çarçabuk geçti. Viyana’dan yollanan 100 çift kayak takımı sonunda  geldi. Türk  imalathanesinde ürettiğimiz 200 çift kayak takımı ile birlikte 4 Şubat 1915 günü İstanbul’dan hareket  edebildik. Eğitim merkezi olarak  Ermeni yaylasının başşehri olan ve  denizden 1800 m yükseklikte bulunan Erzurum şehri seçilmişti. Ilık ilkbahar günlerini yaşayan  Konstantinopolis’teki tanıdıklarımız hâlâ kar olabileceğini kavrayamadılar. Bu nedenle seferin tehir edilmesi hususunda tavsiyede bulundular. Fakat aklımızın karışmasına izin vermedik, yurdumuz dağlarının kışını gayet iyi biliyorduk ve haklı olarak gelecekteki çalışma alanlarımızda da benzer koşulların bulunacağı kanısındaydık. Önümüzde uzun ve yorucu bir yolculuk vardı. 70 saatlik tren yolculuğu bizi Eskişehir Konya üzerinden Toros dağlarının kuzey eteklerinde bulunan ve Bağdat demiryolunun bir istasyonu olan Ulukışla’ya  ulaştırdı. Ulukışladan itibaren, eğer deyiş yerinde ise,  Erzurum’a kadar uzanacak 800 kilometrelik uzun yürüyüşe başladık.100 kişiyi donatacak kayak,  dağcılık  malzemesi ve tabii ki bir çok yiyecek, giyecek malzemelerini ihtiva eden  yaklaşık  4000 parça eşya ile gidiyorduk. Avrupa tarzı kültürel kolaylıklara, rahatlıklara uzun süre veda edeceğimizin bilincindeydik ve sadece bize rehberlik edenlere güvenecektik.Büyük yükümüzün avantajları vardı. Ancak, aynı yükümüz yolculuğumuzu son derece zorlaştırıyordu, Araba, deve ve yük hayvanlarının sağlanamaması  nedeni ile defalarca çeşitli menzillerde günlerce bir şey yapmadan beklemek zorunda kalındı. Yol ve hava koşullarına bağlı olarak, ulaşım araçlarını değiştirmek zorunda kaldık. Yollar şarka göre iyi, motorlu vasıtalar için kötü, deve,  at ve katırlar için iyi idi. Biz  Ulukışla’dan Kayseri’ye kadar  yaklaşık 170 km olan yolu  yük otosu  ile gittik. Savaş sayesinde bu yöreye gelen yeni çağa ait bu modern motorlu araç geçtiğimiz yerleşim yerlerinde  hiç bir sansasyon yaratmadı. Yaşlılar ve gençler sadece ağzı açık baka kalıyorlardı. Tabii ki devamlı meydana gelen  her hangi bir arıza yüzünden yolda kalıyorduk. İnsanlar kilometrelerce uzaktan gelip bu büyük kırmızı cehennem arabasına doğru heyecanla koşmaya zahmet bile etmediler. Sakin gelip etrafımızı çevirdiler, nefessiz seyrettiler. Kayseri’ye kadar çok ıssız  bir ovada gittik. Antik Roma’nın Caesarea olarak adlandırdığı deniz seviyesinden 1070 metre yükseklikte olan Kayseri’de, ilk kez Küçük Asya yüksek dağlarının büyüsüne girdik. Eski güzel ticaret kasabası, aslında Küçük Asya’nın en yüksek dağı olan Erciyes dağının eteğindedir. Sonsuz karla taçlandırılan bu kütle, geniş ovadan yaklaşık 3830 metre yüksekliğe kadar neredeyse aniden yükselir. Niğde’den sonra bile, parlayan zirveyi gördük. Bize kuzey yönümüzü gösteren mihenk olarak  kaldı. Bozuk yolda sarsıla sarsıla gitmemize rağmen Kayseri’ye yaklaşırken geçirdiğimiz o gece  benim için asla unutulmayacak bir anı olarak kalacaktır. ve görkemli dağ, akşam ufukta pembe parlayan bir kar kütlesi olarak ortaya çıktı, her adımızda, her dakikada  daha yüksek ve daha yüksek bir hızla büyüyordu.

          17 Şubat günü Sivas’a ulaştık. Ulukışla-Erzurum yolunu yarılamıştık.  Bundan sonra bizi daha zorlu bir yolculuk bekliyordu. Gün geçtikçe dağlık araziye giriyorduk. Dağ yollarında eşyamızı taşımak zorlaşıyordu.  Yük  hayvanlarımız çoğu zaman kara saplanıp kaldıklarından sürekli olarak battaniyelerimiz, yorganlarımız ve uyku tulumlarımızdan mahrum kalıyorduk. Bu nedenle akşamları  mecburen kaputumuza sarılarak veya Zdarsky usulü çadır kurarak veya basit  kerpiç evlerde  toprak zemin üstünde uyuyorduk.

           Erzurum’dan önceki son büyük şehir olan Erzincan’da neredeyse daha fazla ileri gitmeyecekmişiz gibi göründü. Gerekli yük hayvanlarını ve atları bulmak için altı gün kaybettik. Yoğun yeni kar araziyi kapladı ve zaten kötü olan yolları neredeyse aşılamaz duruma getirdi. Erzurum’a ulaşmamız için önümüzde 2000 metre yüksekliğinde üç geçit vardı. Kar, yağmur ve fırtınaya karşı sürekli mücadele ettiğimizden Erzincan’dan Erzurum’a  kadar olan 250 kilometrelik yolu  aşmak için dokuz günlük bir yolculuğa ihtiyacımız vardı.  Sonunda 18 Mart günü öğleden sonra, Fırat vadisine geldiğimizde ve  muhteşem  karlı dağların eteklerinde bulunan karla kaplı ovadan Erzurum’a baktığımızda, sevincimiz çok büyük oldu. Artık duramazdık. Atlarımızı sürdük,  sürdük ve gece zifiri karanlıkta uzun zamandır ulaşmayı beklediğimiz şehre girdik. Trenden indikten beri 800 kilometre yol yürümüştük. Yolculuğun son günü 13 saat at üstünde geçti. Aç, yorgun ve donmuş olarak Alman Konsoloshanesine gittik. Geleceğimizden daha önceden haberdar olan Konsolos bizi dostça karşıladı. Bizim için yeni inşa edilmiş bir evi kiralamıştı. Ertesi gün bu eve taşındık. Evin ilk sakinleri bizler olduğumuzdan lüzumlu eşyalarla donattık. Sonra kendi gerçek işimize  koyulduk. Komutanları isteklerimizi mümkün olduğunca yerine getiren bir Kolordu emrine verildik. Beraber getirdiğimiz  teçhizata uygun olarak seçimini bizzat yaptığımız 100 asker emrimize atandı.

          „Kayak Bölüğü“, şehrin yakınında bulunan ve  kendisine tahsis edilen bir kışlaya yerleştirildi. Bu da bizim için  çok avantajlıydı, çünkü bir yandan dağlar daha yakındı ve öte yandan Askerlerimiz kentteki diğer askerlerle daha az temas edecekler ve salgın hastalıklardan daha çok korunacaklardı. O sırada lekeli humma hastalığı yayıldı ve bazı kıymetli  kayakçı askerlerimizi  lekeli humma nedeniyle kaybettik.

          Kısa sürede bu  garip şehre aşina olduk. Erzurum, caddelerin görünüşü itibariyle, çoğunlukla düz çatılı hantal taş binaları,  ihmal edilmiş sokakları ve bir çok oryantal renklerle dolu meydanları ile  yolculuğumuz sırasında gördüğümüz diğer şehirlere benziyordu. Zaten konumu nedeniyle deniz seviyesinden 1830 metre yükseklikte olan Erzurum  50.000’den fazla nüfusu ile ilginç bir şehir!  Az verimli ve kıraç, bataklık   30 ila 40 kilometre çapında  bir yüksek plato da yer alan bu eski müstahkem serhat şehri, kasvetli, yarı yıkık duvarları olan kudretli bir kale ile taçlandırılmış. Ova etrafında yaklaşık 3400 metre yükseklikte olan büyük dağlar vardır. Şehrin güneyindeki Palandöken Dağları bizim esas çalışma alanımız idi. İklim tam bir kara iklimi. Uzun ve sert bir kış ve kısa sıcak yaz. Mayıs ayında, hatta şehirde bile, çok güzel taze kar vardı. Şehrin tüm görkemli yerlerini, sakinlerin garip geleneklerini, sokaklarda ve meydanlardaki yaşamı ve faaliyeti ve her oryantal şehirde bulunan çarşı merkezini anlatmak çok zaman alır. Zaten bu özelliklerden nadiren faydalanma imkânı bulabildik; vakit yoktu ve yapılacak çok işler vardı. Kayak takımlarını taşıyan deve karavanımız, yolculuğumuzun son günlerinde zorlu yollarda bize yetişememişti. Bizden sadece birkaç gün sonra gelebildi. Ayrıca, kayakçı askerlerin seçimi ve onları koğuşlara yerleştirme ve diğer hazırlıklar uzun zaman alıyordu. İnsanların genellikle yaz mevsimine hazırlandığı bu ülkede böylelikle, 5 Nisan 1915’de kayak derslerine başlayabilmemiz mümkün oldu. Yaz aylarına yaklaşılmasına rağmen kar durumu mükemmeldi. Haziran ayı başlarına kadar bolca kar vardı; Kayak dersleri ve kayak yürüyüşlerinin başladığı bu haftalar muhtemelen Türkiye’de geçirdiğimiz en iyi zamandı. Çalışma alanı olarak, harika bir kayak yeri olan 2400 m yüksekliğindeki Büyük Ejder Tepesi’ni  seçtik. Bu arada Erzurum dağlarında her yerde kayak yapılabilir. Sadece  Sahil boyunda uzanan Doğu Karadeniz dağlarında kayak yapılamaz. Hemen hemen bütün geniş Anadolu’da dağlar çıplak ve kayalıklı değildir. Nadiren eğilimli olan Yamaçlar, tepeler ve zirveler sarp değil, ama  dalgalı ve yumuşak eğilimlidir. Bu tür araziden hoşlanan herkes için mükemmel bir kayak alanı, ancak karsız kasvetli ve tekdüze. Çok yoğun kar olmasına rağmen, yamaçların düşük eğimli olması nedeniyle çığ nadir düşer. Sadece bahsetmeye değer bir çığ düşüşünü gözlemleyebilirim. Kursiyer erler ve subaylarla ve ekipte  iletişim kurabilmek için her birimize bir tercüman tahsis edildi. Dahası, Konstantinopolis’te ve yolculukta bir Alman-Türk Ski sözlüğü zaten derlemiş ve ezberlemiştik. Böylece, dil açısından önemli bir zorluk yaşamadık. Az bir çalışmadan sonra dersimizi tercümansız öğretebildik. Viyana’da Lilienfeld kayak takımları ile çalışmaya karar vermiştik ve pişman olmadık. Akıl dolu Zdarsky yöntemi sayesinde bize verilen çok kısa bir zamanda Türk Ordusu Komutanlığı’nı kayak sporunun askerî amaçla kullanabilirliği hususunda ikna edebildik. Ve bununla ana amacımıza ulaştık. Her bir eğitmene, kursun ilk günü 20 ila 30 asker verildi ve her grup diğer gruplarla uyum içinde eğitildi, yâni, egzersizler tüm gruplara aynı terimlerle anlatıldı ve aynı sözcükler ve emirler verildi. Bu tür çalışmayı, özellikle dilsel güçlükler bir rol oynadığında, askeri kayak eğitiminin temel bir koşulu olarak görüyorum. Birkaç gün sonra, kursiyerler yeteneklerine göre yeniden gruplandırıldı. Bu sayede daha yetenekli olanların  yaptıkları ufak tefek „hatalar“ nedeniyle ilerlemeleri engellenmedi. Tam işe yaramazlar ayıklandı ve yenileriyle değiştirildi. Tek tip eğitimin yapılması kolaylaştıran gruplandırma mükemmel sonuç vermiştir.

           Elde ettiğimiz başarı çok  mükemmeldi. Kursun başlamasından on gün sonra, Ordu Komutanı, Ordu Kurmay Başkanı ve diğer yüksek rütbeli subaylar tarafından eğitim alanında teftiş edilmenin yüksek onurunu kazandık. Komutanlar, öğrencilerimizin büyük bir kısmının kayakları ne kadar  ustalıkla kullandıklarını görünce hayrete düştüler.

           Kısa zaman sonra, daha büyük tatbikata girişildi. Tam teçhizatlı devriye ve atış gündeme alındı. Sadece üç haftalık eğitimden sonra ilk iki kayak devriyesi mangasını yetiştirerek Ordu komutanlığı emrine verdik. 28 Nisan 1915 günü tam teçhizatlı onar erlik iki manganın yoğun kar altında komutan önünde resmi geçit yapması bizler için çok memnuniyet verici bir olay oldu.  Komutan, askerleri kutlayan bir konuşma yaparak,  cepheye ilk Türk kayak devriyesi olarak gitmenin  onlara çok özel bir onur kazandırdığını belirtti. Gerçekten, Ippens ve Bildstein komutasındaki iki devriye, bazen keşif bazen de irtibat devriyesi olarak Ordu Komutanlığı tarafından da defalarca övgüyle karşılanan başarı ile çalıştı. Kayak teknik direktörü olarak, şimdi Türk kayak hocalarının eğitimine ağırlık vermeliydim ve bu ilginç görevin halli için iki arkadaştan vaz geçmek zorundaydım. Eğitmenlerin  seçiminde özellikle doğru sürüş ve bazı pedagojik yetenekler arandı. Her alıştırma yönetmeliklere uygun bir şekilde gerçekleştirilebildiğinden, bunu tedrisat  yöntemine ilişkin talimatlar takip etti. Kursiyerleri ders sırasında kademeli olarak eğittim ve onlara en önemli kelimeleri ve komutları ezberlettim. Bireysel egzersizlerde yapılan  en yaygın hatalar tartışıldı ve düzeltme yolları öğretildi. Daha sonra, yeni yetişen eğitmenlerin her birine, eğitmenlik görevini sınayabilmesi için birkaç asker emanet edildi. Bu tür „Eğitmen Talim Kursu“ nun başarısı oldukça tatmin ediciydi. Çalışmalarımızın  bir ödülü olarak Pietschmann ve ben ordu komutanlığının bizi cepheye  çağıran emrine memnuniyetle uyduk. Erzurum’a 3 günlük mesafede olan  eski Ordu merkezi Tortum’da 13 kişilik devriye müfrezemizle faydalı olacaktık. Tortum resim kadar güzel (pitoresk) vahşi bir kayalık havzada bulunan küçük bir kasaba idi. Ne yazık ki, görev yapacağımız alanda karlar erimişti. Erzurum’a faydalı olamadan  geri döndük. Kısa bir süre sonra Ippen ve Bildstein ekibi de Erzurum’a geri döndüler. Bildstein  çıktıkları bir keşifte  çıkan bir  çatışmada en kıymetli keşşafını kaybetti. Bu arada kar çizgisi de Erzurum’da ovadan tepelere doğru yükseldi, bu yüzden dağlarda bir çadırgâha taşınmaya ve orada kaymaya yapmaya karar verdik. Palandöken Dağının yüksek bir vadisinde, çağlayan bir çayın kıyısında, 2600 metre rakımda kar olmayan bir vadinin kenarında çadırgâh kurduk. Kampa, ara sıra zuhur eden kar ve dolu fırtınalarına rağmen  23 Mayıs 5 Haziran 1915 günleri arasında sebatla dayandık. Her çadırda 10 kişi barınıyordu. Türkler, çadırlarını yaşanabilir ve hava koşullarına karşı dayanıklı hale getirmeyi çok iyi bildikleri için, askerlerimiz, en kötü hava koşullarında bile bu ilkel barınakta sağlam kaldılar. Viyana’dan gelirken bir kutup çadırı getirmiştik. Bize çok faydalı oldu. Portatif sahra  karyolalarımız için bile çadırda yer vardı. Rahat bir hayat sürdük. Çadırlarımızın önünde, rengarenk bahar çiçekleri açarken, gölgeli yamaçlarda hâlâ kar vardı. 15 Haziran’da Konstantinopolis’e dönüş yolculuğuna çıkacaktık ve bu yüzden birkaç günü en iyi şekilde değerlendirdik. Havalar yarı müsait olsa da yine etrafta uzun yürüyüşler yaptık. Öğrencilerimiz artık tam anlamıyla yetişmişti. Giyecekleri kıt olmasına rağmen asla neşelerini kaybetmediler. Örneğin, yorucu bir tur esnasında bir zirvede istirahat verilince, alpine başarılarını gerçek bir dans eğlencesi ile coşkuyla kutladılar.Bazıları monoton ritimlerle türküler söylediler ve Araplar, Kürtler, Lazlar ve Çerkesler dans ettiler. Kayak kursunu doğaçlama bir spor festivali ile kapamaya karar verdik. Ne yazık ki,kötü hava şartları nedeniyle  programın en neşeli kısmı tamamlanamadı. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Yine de, bu veda partisi çok neşeli gerçekleşti ve bu parti bütün katılımcıların hafızalarında her zaman güzel bir anı olarak kalacaktır. Erzurum’daki Alman konsolosu, kursiyer takımı için bir koyun ve her bir katılımcıya  bir Türk Lirası bağışladı ve ödül dağıtımı yaptı. Eğer çoğu zaman olduğu gibi, Türkiye’de en çok nerede ve ne zaman keyif aldığımı sorduklarında, en iyi anılarımın o yüksek  yabancı dağlarda  çadır hayatında geçirdiğim günler olduğunu tekrar tekrar söylemeliyim. O devirde biz sadece başarılardan mutlu olurduk. En olumsuz koşullara rağmen planımızı gerçekleştirebildik:

          -Konstantinopolis’te kayak atölyelerini kurduk ve uzun bir yolculuktan sonra mürettebatı ve eğitmenleri eğittik.

          -İki devriye müfrezesi cephede  başarılı bir şekilde faaliyet gösterdi ve kayakçı birliklerin  askeri faaliyetlerde kullanabilirliğini ikna edici bir şekilde kanıtladı. Özellikle Ermeni Kafkasya’sında kış ulaşım aracı olarak kullanılması durumunda büyük  kültürel öneme sahip olabilecek kayak faaliyetine  zaruri durumda kendi başına da   devam edebilmesi için Türkiye’ye bütün imkanları sunduk.

Türk hükümeti faaliyetlerimizi takdir etmeği ihmal etmedi. Ancak, benim için  en güzel ödül, sadece birkaç hafta önce bir kayağın neye benzediğine dair hiçbir fikri olmayan basit yabancılar ile yüksek dağlardaki yürüyüş günleri oldu ve şimdi o yabancılar  öğrettiğim beceri ve coşkuyla, benim gibi, güneşli tepelerde kış zirvesinin görkemli güzelliğinin tadını çıkaracaklar.”

Dr. Hübner Avusturya kayak Birliği (A.-Ski-V.) tarafından  bastırılan Methodischen Skilaufübungen von M. Zdarsky” (M.Zdarsky’nin Metodik Kayak Eksersizleri)  adlı kitaptan 100 adedini yeni kurulacak kayakçı birliklerinin eğitiminde kullanmak üzere Türk Ordusuna hediye etti.[20] Bu hediyeler için Enver Paşa Avusturya Alp ve Kayak Birliği’ne 30 Ocak 1915 günü bir mektup göndererek teşekkür etti.[21]

Osmanlı Savaş Bakanlığı Kayak misyonu şefi Dr. Viktor Pietschmann ile gönderilen kitap bağışını memnuniyetle almıştır. Değerli Birliğinize kardeşlik ruhunun bir ispatı olan bu düşünce için teşekkürlerimizi  en iyi şekilde ifade etmekten mutluluk duyuyoruz

 

Kaynaklar:

[1] İsmail Tosun Saral  “Ordumuzda Yeni Bir Sınıf: Kızaklı Keşşâflar, Muharip Gaziler, sayı: 140, 2016 Düşünce ve Tarih Dergisi, Ağustos 2018, sayı, 47,

[2] Lilienfelder  ayakkabıyı kayağa bağlayan gereç

[3] Bu makaleyi hazırlarken;  Joseph Pomiankowski’nin Der Zuzammenbruch des Osmanischen Reiches, Erinnerungen an die Türkei aus der Zeit des Weltkrieges, 1928, s. 177,178, Erwin Lucius’un , Türk Kış Sporunun Başlangıcı, Kayak ve buz pateni sporları adlı kitaplardan faydalandım.

[4] Zoolog Dr. Viktor Pietschmann ( Viyana,  27.10.1881–  † Viyana,  11.11.1956 ) 1919 – 1946 yılları arasında Viyana’nın meşhur Tabiat Tarihi Müzesi (Naturhistorischen Museum) Balık koleksiyonu bölümü Müdürü olarak görev yaptı. Kafkas dağlarımda bir zoolojik araştırma gezisinde iken savaş patladı  ve  aldığı emir üzerine Kuk ordusuna subay olarak yazıldı. Avusturya  kaynakları  ise  askerliğini Türk ordusunda subay olarak yaptığını yazmaktadırlar.   Pietschmann  sıkı bir Hitler hayranı idi ve 1932 de  Nazi partisine üye oldu. İkinci Dünya savaşı’ndan önce Berlin’deki  Alman Genel Kurmayı’nda Anadolu’yu ayrıntılı gösteren haritalar yaptı.( Paul Kähsbauer, Annalen des Naturhistorischen Museums Wien 61, 1956, S. 1–3.)

[5]  6 Nisan 1917 tarihli  Der Schnee Dergisi, 8. Jahrgang XII sayısında  “Mit der „Österreichischen Skimission“ an der Kaukasischen Front”

[6] Bazı zorluklara rağmen 13 Aralık 1914 de Viyana’dan yola çıkıldı.

[7] Hübner a.g.e “Bir askeri ayakkabı fabrikasında  bir iki haftada  istediğimiz tarzda kayak ayakkabıları üretildi.“

[8] Hübner a.g.e. “Viyana’dan yollanan 100 çift kayak takımı geldi Ürettiğimiz 200 çift kayak takımı ile birlikte 4 Şubat 1915 günü İstanbul’dan hareket ettik.” “100 kişiyi eğitecek kayak malzemesi ve yiyecek, giyecek malzemelerini ihtiva eden  yaklaşık 4000 parça eşya ile seyahat ediyorduk.” Bu büyük yük motorlu vasıta olmadığından, develer, katırlarla taşınıyordu. Geçtiğimiz şehirler şarka göre iyi idi. Yollar motorlu vasıta için kötü, at ve katırlar için iyi idi. Biz Kayseri’ye kadar otomobil ile gittik. 17 Şubat günü Sivas’a ulaştık. Bundan sonra bizi daha zorlu bir yolculuk bekliyordu. Dağ yollarında eşyamızı taşımak zorlaşıyordu.  Beygirler çoğu zaman kara batıyordu. Bu nedenle battaniyelerimiz, uyku tulumlarımız olmadan  kaputumuza sarılarak, akşamları kerpiç evlerde  toprak zemin üstünde uyuyorduk. Karla, yağmurla, tipi ile boğuşarak  2000 m yükseklikte üç geçit aştık Erzincan’dan  ayrılışımızdan dokuz gün sonra 18 Mart günü Erzuruma ulaştık. Yolculuğun son günü 13 saat at üstünde geçti. Aç, yorgun ve donmuş olarak Alman Konsoloshanesine gittik. Konsolos bizi dostça karşıladı. Bizim için yeni inşa edilmiş bir ev kiralamıştı.”

[9] Hübner a.g.e.  Türk Ordusu tarafından Dr. Pietschmann’a  Binbaşı, Hübner’e  Kıdemli Yüzbaşı, diğer eğitmenlere de yüzbaşı rütbesi verildi

[10] Büyük ve Küçük Kiremitlik tabyası olarak iki adettir. Büyük tabya bugün Atatürk Üniversitesi Kampüsü ile Yenişehir semti arasında kalan, kayak atlama kulelerinin yapıldığı Kiremitlik adı verilen tepe üzerinde bulunmaktadır. Tabya, güneydeki Palandöken geçidinden gelecek tehlikeye karşı,1867-1872 yılları arasında Sultan Abdülaziz döneminde yapılmıştır. Küçük tabya ise bu tepenin doğusundadır.

[11] Matthias Zdarsky, (Trebitsch, Moravya, 25 Şubat 1856 –  Sankt Pölten, 20 Haziran 1940) Avusturyalı kayak öğretmeni.  Kayakta Alp disiplininin babası olarak kabul edilir. 1897’de yayımladığı “Die Alpine Lilienfelder Ski-fahrtechnik” ( Alp Dağları Zambak Tarlaları,  Kayak Tekniği) adlı ilk kayak öğretim kitabında belli başlı dönüş manevralarını sistemli bir anlatıma kavuşturdu. Önceleri kayakçının tek kayak sopasından yararlanmasını savunurken, daha sonra bunu şimdiki standart çift sopa kullanımına dönüştürdü.

[12]Linzer Volksblatt 30.10.1917 s.6,

[13] Grödner Tal bugün İtalyan hakimiyetinde bulunan Avusturya toprağı Güney Tirollerde Dolomit vadisindedir. İtalyanlar bölgeye Val Gardena derler.

[14] Georg Bilgeri, Bregenz /Vorarlberg, 11. 10. 1873; Patscherkofel bei Innsbruck (Tirol), 4. 12. 1934) 31.8.1918 tarihinde Gümüş İmtiyaz madalyası ve Harb Madalyası ile ödüllendirildi. Kuk ordusundan albay rütbesi ile emekli oldu.

[15] Algemeiner Tiroler Anzeiger, 25.10.1917, s.2

[16] Linzer Volksblatt 30.10.1917 s.6, „Ich bin entzückt. Eurer Majestät mitteilen zu können, daß ich die glückliche Gelegenheit hatte, eine sehr schöne Abteilung osmanischer Alpentruppen zu sehen. Deren Haltung war glänzend. Ich bin stolz, solche Verbündete zu haben.”

[17] Der Schnee, 6.4.1916,s.3, Mit der österreichischen Skimission an der kaukasischen Front.

[18] Dr. Otto Hübner, “Mit der „Österreichischen Skimission“ an der kaukasischen Front”  Der Schnee, Nr.8,  Jahrgang XII, 6 Nisan 1917

[19] Der Schnee, 31.12.1915 s. 1,2  İstanbul-Erzurum yolculuğunda hastalandığından misyondan ayrılmak zorunda kaldı.

[20] Der Schnee, 24.4.1915, s, 2,3

[21] Der Schnee, 25.9.1915,s.9

 

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner