Ünlü ilahiyatçılardan Türkiye’de din istismarcılarına karşı bildiri: „Mekke müşriklerinden beter bunlar..“

Emekli akademisyenler Prof. Yümni Sezen, Prof. Murat Daryal, Necabettin Ergenekon, Dilâver Cebeci gibi tanınmış isimlerin kurucusu olduğu „Toprak Hattı Grubu“ yeni bir bildiri yayımladı…

“Di̇ni̇ Si̇yaset ve Ti̇carete Alet Eden Di̇n İsti̇smarcılarına Dai̇r Beyandır” başlıklı değerlendirme yazısında „Mekke müşrikleri de dahil olmak üzere hiçbir müşrik toplum, Allah’a şirkte çıtayı bu gafil tarikatçılar kadar yükseğe çıkarmamıştır. Bunlar Mekke müşriklerinden beter.“ ifadeleri kullanılırken, „kimsenin şeriat adına zırvalar uydurmaya ya da dinin koyduğu hükümlere hakaret etmeye hakkı yoktur“denildi.

İşte Toprak Hattı Grubu’nun yayımladığı o bildiri:

Eğer (internette) dolaşan şu saçmalıklara inanan birisi varsa, vay onun haline! Çünkü, bu söz ve ifadelerin hiçbiri Kur’an’dan onay almaz. Mesela:

Bayram Ali Öztürk’ün, “Muhammet eşittir; Allah” sözü;
– Cübbeli Ahmet Hoca’nın, “Allah ete kemiğe büründü; Mahmut diye göründü” ifadesi; -Menzil Şeyhi Abdülbaki Erol’un “Biz istesek ahırı meleklere bile temizletiriz; ama,istiyoruz ki, sofilerimiz sevap kazansın” açıklaması;
– Menzil şeyhi Fevzettin Erol’un, “Şeyhimizin (havlayan) köpeği olmak üzerimize farzdır” şeklindeki söylemi;
– Çocuk istismarcısı şeyh Fatih Nurullah’ın, “Elimi öpen cennete gidiyor” yolundaki ifadesi;
– Ebu Bekir Sifil’in, Kur’an’ı ağlamak için okuyun, ya da, ağlar gibi yapın” diye söylediği saçma beyanları;
– Ünlü Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu hocamızın “ölüler birbirlerini ziyaret ederler”gibi akıl dışı beyanları”
– Hüseyin Hilmi Işık’ın, “Evliyadan kutuplar, Allah’ın yeryüzündeki şubeleridir” şeklinde söylediği saçma sözleri;
– Saidi Nursi’nin, “Allah Hz. Ali’ye de vahiy gönderdi” ifadesi;
– Uğur Akkafa’nın, “Risale-i Nur Talebeleri iman ile ölüp cennete gidecekler” cümlesi;
– Fetullah Gülen’in, “Hz. Meryem’in mana aleminde kocasının Hz. Muhammed (olduğu), yani, Hz. İsa’nın babası aslında peygamberimizdir” yolundaki zırvaları;
– (İmam) Halil Konakçı’nın, “Allah cennette, Hz. Meryem anamızla Hz. Peygamberimize nikah kıyacak” yolunda söylediği akla ziyan sözleri;
– Hüseyin Çevik’in, “Huriler ile (yapılan) bir cinsel ilişkinin bin yıl süreceği” gibi sözler yukarıda adı geçen kişiler tarafından söylendiği doğru ise, bu saçmalıkları dillendirenleri, kafasız, düşüncesiz, meczup ve hatta bilinçli din düşmanı sayabiliriz; ama, onlara inananlara ne demeli?

Kur’an’ın ağlamak için okunması fikrine gelince:
Kur’an’ın ağlamak için okunmasına bizzat engel Kur’an’ın kendisidir. Zira, yüce Allah Teala şöyle buyurur:

“Ey peygamber! Biz bu Kur’an’ı sana sıkıntı çekip mutsuz olasın, ağlayasın diye indirmedik. Tam tersine biz onu Allah’a karşı derin saygı duyan kimseler için sırf bir öğüt ve uyarı olsun diye indirdik” (Taha suresi 2-3).

Yani Kur’an üzüntü nedeni değil, manevi huzur ve tatmin sağlayan, moral gücünü yükselten ifadelerle dolu bir kitaptır. Buna göre Kur’an mesajının amacı, insanın yaşama sevincini yükseltip, onu, Allah’ın istediği gibi bir kul olmaya yönlendirmekten ibarettir. Ayrıca, “Hiç şühesiz bu Kur’an, doğru yolu gösteren bir rehber ve inananlar için bir rahmet kaynağıdır” (Neml suresi 77) ayeti de Kur’an’ın insanları ağlatmayacağına, tam aksine ona gereği gibi bağlanıldığı takdirde, onları huzur, güven ve esenliğe kavuşturacağına bir işarettir.

Bunun dışında, Allah’ı Teala Nahl Suresi ayet 89’da da şöyle buyurmaktadır:

“Ey peygamber! Biz sana gerekli olan her şeyi açıklayıp, doğru yolu gösteren bir rehber, Allah’a bütün benlikleriyle teslimiyet gösterenler için bir rahmet ve müjde olan Kur’an’ı indirdik” ifadelerinin yanı başında, ayrıca, şunu da söyleyelim ki, Hz. Peygamberin Kur’an okurken ağladığı vaki değildir.

Şu bir gerçektir ki, Mekke müşrikleri de dahil olmak üzere hiçbir müşrik toplum, Allah’a şirkte çıtayı bu gafil tarikatçılar kadar yükseğe çıkarmamıştır. Unutmayalım ki, Allah her şeyden önce, günahlardan sadece şirk günahını bağışlamaz (Nisa 116) ve böylelerinden uzak durulmasını ister(Hicr 94). O halde, ne bunları söyleyenlere ne bunlara inananlara, ne de bunları dinin onayladığı bilgiler olduğunu düşünen ve söyleyenlere, asla kulak asılmamalı. İmkanlar ölçüsünde sözümüze kulak verip dinleyenler ise, bunların şerrinden kendilerini korumaya çalışmalıdır.

Allah, hepimizi bu yüce dinimizi ticaret ve siyasete alet eden din tüccarlarının şerrinden muhafaza buyursun. Amiiin!

Tarikat kisvesi altında, kendilerini halka samimi dindar olarak sunan bu şahısların söylediği sözlerin “Şeriatta”yeri var mı? Varsa şeriata uygunluk derecesi nedir? Bu durumda “Şeriat”kavramını nasıl konumlandırmalıyız?

Öncelikle belirtelim ki, bu kavram Maide 48, Şura 13, 21 ve Casiye 18 ayeti olmak üzere, toplamda dört yerde geçmektedir. Bu ayetlerden ikisinde şöyle buyurulur:

“Ey peygamberler! Biz her biriniz için (temel inanç ve ahlak ilkeleri dışında zaman ve şartlara göre değişen) farklı bir nizam ve düzen belirledik (Maide 48). “Allah Nuh’a emrettiği, şimdi de sana vahy ettimizin yanı başında İbrahim’e, Musa’ya İsa’ya emrettiğimiz dini/tevhidi, sizin için de din kılmıştır. Öyleyse, bu dinin gereklerini tam anlamıyla yerine getirin; din konusunda sakın bir ayrılığa düşmeyin” (Şura 13).

Bu beyanlara göre, “Şeriat ve şer kavramları bireysel ve toplumsal hayatı düzenleyici din esaslı kurallar” veya “bu nitelikte kurallar koymak” anlamına gelmektedir ve bu kuralı koyan da bizzat Allah Teâlâ’dır. Onun için o, aynı zamanda şeriatı, yani din ve dinin kurallarını koyandır. Ayrıca, bu beyanlardan anlaşıldığına göre, din ve şeriat ile dini kurallar ilk defa Hz. Peygambere de gelmiş değildir. Yani Allah, özü itibarıyla aynı, ayrıntıları ile farklı dini, bütün peygamberlere göndermiştir. Bir yoruma göre aynı olan öze, “İslam dini” farklı olan detaylara, ameli hükümlere, kulluk şekillerine, sosyal ve hukuki düzenlemelere de şeriat denmiştir.

Günlük dilde şeriat kelimesi, yalnızca vahy edilen dini değil, bundan içtihat yoluyla çıkarılmış hükümleri ve bilgin müçtehitler tarafından yapılan yorumları da ifade etmektedir. Peygamber gibi masum/hatasız olmayan müçtehitlerin yorumlarının, isabetsiz olma ihtimali bulunduğu için hükmü kesin olan vahiy gibi bağlayıcı değildir. Dolayısıyla, başka alimler tarafından reddedilebilir; yerlerine yenileri konulabilir. Ancak, halk tabakası bu ayrımı yapma gücüne sahip olmadığı için, onun nezdinde “Şeriat” kavramı bütünüyle İslam dinini ifade eder. Bunun için bu kavrama bir olumsuzluk yüklerken, halkın bu hassasiyetinin göz önünde bulundurulması gerekir. Zaten, aklı başında bir Müslüman şeriatı tümden reddedemez. Çünkü,içinde vahiy gerçekleri söz konusudur. İsteyen dini de şeriatı da kabul etmeyebilir; ama, hiç kimse onlara hakaret etme yetkisine sahip değildir.

“Şeriata karşı boynumuz kıldan ince” özdeyişi de, bütünüyle dine gönül vermenin bir ifadesidir. Ayrıca, şeriat isteriz sloganları da hukuki kuralların tarafsız ve ayrımsız bir biçimde uygulanmasına yönelik istektir.

Şunu da unutmayalım ki, halkın saygısını temin etmek için birçok toplum da “Şeriat” kavramını kullanmayı seçmiştir. Mesela: Yahudi şeriatı yanında, Hıristiyanlıkta Ortodoks kilisesi şeriatı/hukuku ve Anglikan kilisesi şeriatı söz konusudur. Bundan başka Hint dillerinde din ve şeriat ayrımı yapılmadığı, Hindu geleneğinde dini hukuku ifade etmek için dharma ve uyavahara terimleri kullanılır ki, bunlar da şeriat anlamı içerir.

Kısaca şeriatı, başka bir ifadeyle dinin koyduğu hükümleri kabul etmemek özgürlüğü yanında, hiç kimsenin şeriat adına zırvalar uydurma ya da dinin koyduğu hükümlere ve dine hakaret etme hakkı yoktur.

Relevante Artikel

Back to top button
Fonds Soziales Wien
Cookie Consent mit Real Cookie Banner