Mustafa Suphi’nin eşi Yahya Kâhya tarafından nasıl seks kölesi yapıldı

Cazim Gürbüz yazısında, Türkiye Komünist Partisi’nin ilk merkez komitesi başkanı Mustafa Suphi’nin dikkat çeken hayatını kaleme aldı.

Berfin Bahar dergisinin temmuz sayısında, Cazim Gürbüz’ün “Mustafa Suphi’nin Mariası Karadeniz’de boğulmadı, çirkefte boğdular onu” başlıklı yazısı yer aldı.
Cazim Gürbüz

Cazim Gürbüz yazısında, Türkiye Komünist Partisi’nin ilk merkez komitesi başkanı Mustafa Suphi’nin dikkat çeken hayatını kaleme aldı

Yazıda, Mustafa Suphi’nin eşi Maria Suphi’nin yaşadığı acılar Odatv’de yayınlandı.

İşte o yazı:

Kenan Karabağ’ın yukarıda sözünü ettiğimiz “Kura Çözüldü/Kızaktaki Ölü” adlı romanının bir yerinde, Mustafa Suphi’nin eşi Maria ile ilgili ilginç ve dehşet verici, tiksindirici olaylar da anlatılıyor:

“Kâhya, ocağın yanındaki koltuğa kuruldu. Filibeli Hilmi diğer yandaki boş koltuğa oturdu. Uşaklardan biri içeri girdi. ‘Ne alırsınız efendim?” diye sordu. Kâhya, Filibeli’nin yüzüne baktı. ‘Biz şarap getir” dedi. Başındaki beyaz kalpağı çıkardı. Yukarı doğru kıvırdığı bıyıklarını düzeltti. Üstündeki ceketi çıkardı. Boğazını kapatan gömleğinin yakasını açtı. ‘Şamata gürültüden çıktık şöyle bir kafamı dinlendireyim. Geleceğini duymuştum. Hele içkilerimiz bir gelsin, sonra bendeki havadisleri sana anlatırım. Dört aydır anamı ağlattılar. O şehir bu şehir beni gezdirip durdular. Hani bir şey yapacaklarından değil, dostlar alışverişte görsün. Karabekir Paşa bile buraya kadar geldi. Neymiş efendim, şu kızıllar nasıl öldürüldü? Sanki bilmeyen yok. Çok üstüme geldiler. Sonunda olanı biteni ifşa ederim deyince yakama yapıştılar. Bana ihtiyaçları olmasa çoktan hakkımdan gelmişlerdi. Artık ben de uyandım, öyle yağma yok. Hem emir vereceksiniz hem ne yaptın diye yakama yapışacaksınız? Örtbas etmek için beni yem olarak ortaya sürdüler. Şimdilik kapanmış gibi görünüyor ama yarın öbür gün bunların üstüme yeniden gelmeyeceğinin garantisi yok. Ben de kendi tedbirimi alacağım. İşte sen gelmeden evvel bu işlerle uğraştım. Enver Paşa’ya gelince, Batum’a kadar geldi. Geçenlerde bir ulak yollamış, paraya ihtiyacı varmış. İstediğini gönderdik. Orada fırsat kolluyor, eğer gelirse her şey yoluna girer. E sen anlat bakalım. Niçin yolladılar seni buraya?’ Filibeli Hilmi sırtını iyice koltuğa dayadı. Tam konuşacağı sırada uşak elinde bir şişe şarap ve kadehlerle çıkageldi. Elindekileri masanın üstüne bıraktı. Önlerine birer tane sehpa koydu. Şarapları kadehe doldurarak servis yapmaya başladı. Ocakta yanan odunların çatırtıları yayıldı içeriye.

Odalardan birinden tiz bir kadın sesi duyuldu. Sonra çığlıklar gelmeye başladı. Kâhya elindeki kadehi bırakarak kalktı, sesin geldiği yere doğru hızlı adımlarla yürüdü. Bir süre daha çığlıklar gelmeye devam etti. Sonra ses seda kesildi. Kâhya yeniden içeri girdi. ‘Üç kuruşluk keyfimiz var kaltak onun da içine etti. Dayağı yedi rahatladı. Arada bir geliyorlar ona ortalığı velveleye veriyor. Aradan aylar geçti hâlâ bana mısın demiyor. Kafayı yemek üzere, burada kaldığı yeter, kaç zamandır Nemlizade Ragıp ağzı sulanarak bunu sorup duruyor, göndereyim biraz da o faydalansın. Bak görüyor musun hâlâ susmadı. Kâhya kadehi eline aldı, ‘Oğlum Cabbar buraya gel’ diye bağırdı. İki metreye yakın boyuyla iri kıyım bir adam girdi içeriye. ‘Git şu kadını sustur. Ağzına tıpaç mı koyarsınız, ne yaparsanız yapın susturun onu. Bize kulak cezası vermesin.’

Cabbar ‘Hemen efendim’ diyerek odadan çıktı. İçeriden bir boğuşma sesi geldi. Kadın yeniden avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Bir süre sonra bütün sesler kesildi. Kâhya ‘Cabbar işini biliyor’ diye gülümsedi. Elindeki kadehi ağzına dikti.

Filibeli Hilmi[1] oturduğu koltuğun üstünde öylece kalakalmıştı. Gözlerini Kâhyaya dikti. Kâhya kadehini doldururken, ‘Merak ettin değil mi? Şu Mustafa Suphi’nin eşi Maria, onlar gitti bu bize kaldı yadigâr. Ganimettir dinimizde hak sayılır. Kocası ölünce bize miras kaldı. Namussuz her gün bir maraza çıkarıyor. Geçen gün de elçiliğe mektup ulaştırmaya çalışmış. Bastım dayağı. Artık kaşarlandı. Odadan dışarı çıkmasını yasakladım. Tuvalete bile izinle gidiyor. Neyse boş ver şimdi bunları. Sen anlat bakalım olup biteni.’

(…) Filibeli Hilmi gece Kâhya’nın evinde kaldı. Yağmur gittikçe hızlandı. Sanki gök yarılmış gibiydi. Ona en üst kattaki tek odayı tahsis ettiler. Odasına çekildiğinde kafasında hâlâ Enver Paşa vardı. Gözlerini tavana dikti. Alt kattaki odadan yeniden kadının feryatları duyuldu. Ses bir ara o kadar çoğaldı ki uzandığı yataktan doğruldu. Kulağını duvara dayadı. Art arda patlayan tokatlar kulaklarını tırmaladı. Kadın son sesten bağırıyordu. Kâhya, ‘Senin boğazını sıkar canını çıkartırım. Ben ne dersem yapacaksın. Ya dediğimi yaparsın ya da dayağı her oturursun. Bana da günah her gün seninle mi uğraşacağım. Şunu kafana sok seni benim elimden alacak babayiğit henüz dünyaya gelmedi. Uğraşların nafile. Çoktandır Nemlizade’nin[2] gözü var sende postalayıveririm o her gün bir araba dayak atar, sonra da hiçbir şey olmamış gibi koynuna alır. Sen bir türlü alışamadın bu işe. Aylardır anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdin. Teknede senin de canını alsaydık daha kârlı olacaktım. Lakin biz seni kurtarmak istedik. E bunun da bir karşılığı olacak tabii. Sana öyle bedavadan bakacak halimiz yok. Sen de bizi memnun etmek için elinden geleni yapacaksın. Ya güzellik ya zorla. Şu kızılcık sopasını görüyor musun, bundan tam üç tane kırdım senin üstünde. Ne oldu kâr mı ettin? Öyle ya da böyle girdin mi koynuma, girdin. Gerisini boş ver. Şimdi beni çileden çıkartmadan tıpış tıpış gir şu yatağın içine, yoksa tepem atacak.’ Kadın yeniden bağırmaya başladı. Odadan gelen sesler çoğaldı. Filibeli Hilmi’de uyku namına bir şey kalmadı: ‘Bu kadar olduğunu bilmiyordum’ diye mırıldandı.”

Trabzon Tümen Komutan Sami Sabit Paşa anılarında, Nisan 1921’de, Maria Suphi konusunda Kâhya Yahya ile aralarında şu konuşmanın olduğunu yazar.

„Rus uyruklu bir kadını alıkoymuşsunuz.“

„Benim yaptığım her şeyden Ankara hükümetinin haberi vardır.“

„O kadını derhal serbest bırakınız…“

„Bunu bana yaptırtmaya sizin gücünüz yetmez…“[3]

AFFET BİZİ MARİA

“Maria…

Odessalı bir Rus kadınıdır Maria. 1905 devrimine katılmış 1917’de aktif rol üstlenmiştir. Mustafa Suphi ile tanıştıktan sonra TKP’ye katılmış ve TKP heyetiyle birlikte Türkiye’ye giriş yapmış enternasyonalist bir devrimcidir Maria. Eşi Mustafa Suphi ve 13 yoldaşının katliamına bizzat tanık olmuştur.

O gün öldürülmemiştir Maria. Kâhya Yahya tarafından ilk önce seks kölesi haline getirilmiş sonra bölgenin zenginlerinden Nemlizade Ragıp Bey’e satılmıştır. Bir süre sonra Maria’yı Namlizade’den geri alan Yahya onu Rizeli kabadayılara ‘armağan’ etmiştir.

İki tevatür var Maria’nın akıbetiyle ilgili: Biri Rizeli kabadayıların aleminde canına kıyıldığına, diğeri ise ileri yaşlara kadar yaşayıp sokaklarda öldüğüne ilişkin. Hangisi doğru bilmiyoruz. Zaten bildiklerimizi de çok eski tarihlerde değil, yeni öğrendik.

Unuttuk biz Maria’yı!

Adorno ‘kurbanı unutmak onu tekrar kurban etmektir’ diyor. Biz tekrar tekrar tekrar kurban ettik Maria’yı!

Duymadık onu!

Ne Odessa kıyılarında -rüzgâr savururken saçlarını- göğe yükselen kahkahalarını ne 917’de işçi kadınlarla haykırdığı sloganları ne Mustafa ile ilk karşılaştığında titreyen sesini ne de Yahya’nın onu hapsettiği zamanki haykırışlarını.

Duymadık onu!

Oysa Maria, bahar yağmuru gibi ılık ve taze bir uyanışın yanında saf tutmak için bizimleydi. Hürriyete, adalete olan açlığımızın kardeşiydi. Dilini, dinini, cinsiyetini inkâr ederek bizimleydi.

Duymadık onu!

Karadeniz’in bereketli sularında 14 yoldaşını -yanı başındaki omuzları bile halen dokunabilecek gibi elle- öldürdüler gözlerinin önünde, katillerinin kurtuluşuna hayatlarını adamış, Karadeniz eşitliğin, emeğin denizi olsun diye yola çıkan 14 komünisti. Birlikte dövüştüğü kardeşlerini yanından kopardılar. Sevgilisini kucağından…

Duymadık onu!

‘Unutmak iyileşmektir’ der Nietzsche. İyileşmeyelim! Bırakalım utanç bir yara izi gibi asılı kalsın yüzümüzde. Gizlemeye, mazeret üretmeye çalışmayalım. ‘Ama’ların sefil dünyasından uzak duralım. Bir bayrak gibi dalgalansın ihanetimiz. Bütün benliğimizle doya doya utanalım.

Affet bizi Maria…”[5]

[1] Filibeli Hilmi (1885; Şavşat, Artvin – 26 Ağustos 1926, Ankara), Türk siyasetçi. Filibeli Mustafa Efendi’nin oğludur. Harbiye’den mezun oldu. İttihat ve Terakki’de aktif bir rol üstlendi. I. Dönemde Ardahan’ı temsil etmiştir. Mütareke’den sonra Yüzbaşılık’tan emekli oldu. 1. Dönem Ardahan mebusu. İzmir Suikastı’nın Ankara’daki duruşmaları sonucunda İdam cezası çarptırılmış ve 26 Ağustos 1926 günü cezası infaz edilmiştir.

[2] Nemlizade Ragıp Bey, Trabzon’da halkı Mustafa Suphi ve arkadaşları aleyhine kışkırtanlardan biri.

[3] Sami Sabit Karaman-Trabzon ve Kars Hatıraları 1921-1922

[4] Hüseyin Şengül/Gazeteci, yazar. 1957 Sivas Akpınar köyü doğumlu. “Sivas Akpınar’ın Yazısız Tarihi”, “Bir Gezi Bin Renk”, “Narın ve Şarabın Harında” (şiir), “Sisyphos’un Kaderi”, “Sovyet Deneyimi ve Arayış” adlı kitapları var. Bir dönem ‘Bizimkenthaber’ adı site dergisinde yayın yönetmenliği, Gerçek Gazetesi ve Gazetemistanbul’da köşe yazarlığı yaptı. bianet’in yanı sıra Gazete Damga’da yazıyor. Yayınlandığı web sitesi: https://m.bianet.org/biamag/insan-haklari/135904-15-ler-ve-maria-nin-trajedisi

[5] H.Cengiz Gültekin-https://sendika63.org/2018/01/affet-bizi-maria-cengiz-gultekin-470968/

Maria Suphi’nin Kapatıldığı Evi Buldum | Kenan Karabağ  Anlattı

https://www.youtube.com/watch?v=xtvYEqQR658

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner