Zaza kimliğine Osmanlı’da kaynakları ile bakış

Önce insan olmak gerekir, doğru. İyi insan ama. Ayrıca hiç bir dil ve kimlik yok sayılmamalı ve asimile edilmemeli. Buna Zaza dili dahil. Zaza dilini konuşanların Türk Bayrağı, Milli Misak sınırları ve Türk üst vatandaşlık kimliği ile sorunları yok. Mill Birlik ve beraberlikten yanalar. Tek bir şart ile:  Zaza dilini  Kürt dili asimilasyonu içinde ( Kürt dilinin bir şivesi imiş) alavere dalavere yaparak, tehdit ederek, devletin olanaklarını kullanarak veya terör ile yok sayılmasına müsade etmemek. Zaza dilini konuşanlar en başta bunu Zaza diline karşı büyük saygısızlık olarak görüyor ve kabul edilmez olarak sesli bir şekilde dile getirmeye başladılar.

Hedef beyin yıkama propagandası değil

Türk kimliğinin oluşmasında temel felsefeyi kuran Zaza asıllı Ziya Gökalp Atatürk’ü kitapları ve fikrileri ile oldukça etkilemiş bir insan. Övünmek için örnek verilmedi. Gerçekler bu bunlar. Onun gibi binlerce insan gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti içinde çok önemli hizmetlerde bulundular ve bulunuyorlar. Sonunda söylceğimizi başında ifade edelim; hedefemiz  Zaza dilini meleklerin dili ve konuşanları melek diye lanse ederek „beyin yıkama propagandası“  kesinlikle değildir. Her toplumun sözde Idris’leri özünde İblis-i İdresleri çoktur.

Bunun gibi binlerce Zaza alt kimlikli insan niye Kürt diye biliniyor. Türkiye´de 10 milyondan fazla insan fazla dip kökenlerine girmeden ifade edecek olursak Zaza dilini konuşuyor. En az 10 Milyon insanın ana veya babası veya ikisi veya dedeleri Zaza dilini konuşuyormuş ve şu anda sadece Türkçe ana dil olarak konuşarak tam asimile olmuş şekilde yaşıyorlar ve kendilerini, „Osmanlı’da yapılan bu hatalar şu anda tüm Zazalar’ı Alevi ve Sunni müslüman olmaları nedeni nedeni Kürt kimliği altında asimilasyon şeklinde devam ediyor“ diyerek  Kürt olarak görmüyorlar.

Türk ve Kürt aydınları veya siyasi çevrelerinin büyük bir bölümü tarafından, Anadolu’nun kadim halklarından biri olan Part, Sasani ve Buhevli devletlerinin ana dili olan Zazalar hakkında ciddi hiçbir inceleme-araştırma yapılma gereği duyulmadan ve bu konuda en küçük bir çaba dahi sarf edilme zahmetine katlanılmadan, tamamen önyargılı bir tutum ve yaklaşımla, bugün hâlâ Zazaların “Kürt” olarak nitelendirildikleri bilinmektedir. Önce insan olmak gerekir, doğru. İyi insan ama. Ayrıca hiç bir dil ve kimlik yok sayılmamalı ve asimile edilmemeli. Buna Zaza dili dahil. Zaza dilini konuşanların Türk Bayrağı, Milli Misak sınırları ve Türk üst vatandaşlık kimliği ile sorunları yok. Mill Birlik ve beraberlikten yanalar. Tek bir şart ile:  Zaza dilini  Kürt dili asimilasyonu içinde ( Kürt dilinin bir şivesi imiş) alavere dalavere yaparak, tehdit ederek, devletin olanaklarını kullanarak veya terör ile yok sayılmasına müsade etmemek. Zaza dilini konuşanlar en başta bunu Zaza diline karşı büyük saygısızlık olarak görüyor ve kabul edilmez olarak sesli bir şekilde dile getirmeye başladılar.

Geçmişte ve günümüzde bazı seyyahlar ya da devletin resmi görevlilerince bölgede konuşulan mevcut diller hakkında en ufak bir araştırma yapılmaya gerek bile duyulmadan (basit bir örnek; Türkçe: git-gel; Kürtçe: here-were; Zazaca: so-bé), farklılıkları üzerinde durulmadan, Zazalar nedense “Kürt” olarak kayıtlara geçirilmiş, Zaza dili de “Kürtçe” diye yâd edilmiştir.

Bu talihsiz yanılgıda, Zazaların yerleşik bulundukları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde Kürtlerle komşu olmaları veya bazı kentlerde/kasabalarda onlarla iç içe yaşamalarının büyük payı bulunduğu kuşkusuzdur. Diğer taraftan, Zazaları Kürt saymayan ve Zazaca’yı da Kürtçe’den ayrı müstakil bir dil olarak kabul eden yazarlar, gezginler, doğubilimciler veya resmi görevliler de az değildir. Osmanlı döneminde de, Türkiye Cumhuriyeti döneminde de durum böyledir. Bu hakikati, çeşitli yazılı kaynaklarda ve arşiv belgelerinde de çok net olarak görebilmekteyiz.

Ama işleri güçleri ortalığı bulandırmak ve inkarcılıkta ısrar ederek birileri hesabına bundan “vazife çıkarmak” olan Kürt politik çevrelerinden kimi yazarlar, son dönemlerde; “Osmanlılar ısrarla Zazaların Kürt olduklarını iddia ediyor, TC ise bunun tersini dile getiriyor” türünden iddialarla, akıllarınca Zazaların Kürtlerden ayrı bir halk oldukları gerçeğini savunan Zaza aydın ve yurtseverlerinin görüşlerini etkisizleştirebileceklerini sanıyorlar.

Kürt politik çevrelerinin, olaya ön yargılı olarak ve sadece Kürt penceresinden bakarak meseleyi çarpıtma amacı taşıdıklarından dolayı, yazdıkları bizim açımızdan hiçbir değer ifade etmiyor.

Acaba, iddia edildiği gibi, “Osmanlılar ısrarla Zazaların Kürt olduklarını” mı ileri sürüyordu? Bunun tersine, “TC Zazaların Kürt olmadıklarını” mı dillendiriyordu? Durum gerçekten böyle miydi? Hemen açıklıkla belirtelim ki, TC eğer bugüne kadar Zazaları Kürtlerin dışında ayrı bir halk olarak değerlendirme yönünde bir politika takip etmiş olsaydı, hiç kuskusuz Zazaların konumu bugün çok daha farklı bir merhalede olurdu. Ama ne gezer!

Bu konuda, yukarıdaki iddianın sahiplerinin görüşlerinin ne kadar yanlış olduğuna pek çok örnek verilebilir.

Her şeyden önce, TC Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve diğer resmi kurum/kuruluşların yayınları ile cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar ve bürokratların beyanatlarında, Zazaların “Kürt”, Zazaca’nın “Kürtçe’nin lehçesi” olarak zikredildiğini gösteren yığınca kaynak var elimizde.

Gerçek şu ki; Doğu Anadolu bölgesi, devlet görevlilerince genellikle “Kürt” olarak telakki edilmiştir. İşte en çarpıcı bir örnek:

Dersim’de nüfusun ezici çoğunluğunun Zazaca konuştuğu biliniyor. Ancak 1965 nüfus sayımında, Dersim [Tunceli] vilayetinin 154.000 olan nüfusundan sadece 7 (yedi) kişinin Zazaca konuştuğu kaydedilmiş, geri kalan nüfusun ana dili Türkçe ve Kürtçe olarak belirtilmiştir.(1) Yani Zazalar, deyim yerinde ise devletin eliyle adeta Kürtleştirilmiştir.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gaziantep Fen ve Edebiyat Fakültesi eski Lisan Bölümü Başkanı ve Dekan Yardımcısı Ali Tayyar Önder, söz konusu “Kürtleşme” olayına neden olan faktörleri şu şekilde irdeliyor:

“Zazaları Kürtleştirme politikalarına maalesef devleti temsil edenlerdeki bilgisizlik de neden olmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca da, daha önceleri (Osmanlı dönemi) olduğu gibi kaymakam, tahsildar, asayiş güçleri Zazalara Kürt muamelesi yapmışlardır. Yöresel halk cehalet nedeniyle Zaza-Kürt ayırımını bilemediğinden Kurmanclar gibi, Zazaları da Kürt olarak nitelemiştir. Bugün bile devlet TV’sinde Zazaca, bilimsel verilere aykırı olarak Kürtçe’nin bir lehçesi olarak sınıflandırılmaktadır. Bu çok vahim bir yanlıştır.”(2)

Yerden göğe kadar haklı ve çok yerinde bir tespit yapmış olan A.T.Önder’in ifadelerine ilave edilecek bir husus bulunmamaktadır. (Bu konuyu, “Türkiye’de Zaza Kimliği” başlığı altında ayrı bir makalede ayrıntılı olarak ele alacağımızı belirtelim.)

Osmanlı devletinin resmi politikasının İslam ümmetçiliğini esas alması nedeniyle, resmi belge ve kayıtlarda Osmanlı tebaası olan etnik gruplarla ilgili olarak çoğu zaman dinsel inançlar bağlamında, “Müslim” [Müslüman] ve “Gayrimüslim” [Müslüman olmayan] şeklinde bir tasnif yapılması cihetine gidilmiştir. Bazı belgelerde, “Müslüman” kesimin (Türk, Kürt, Zaza, Arap, Fars, vd.) mezhep itibariyle “Ehli Sünnet ve’l-cemaat” ve “Kızılbaş” şeklinde tanımlandığı görülmüştür. “Gayrimüslim” tabiri ile de Ermeni, Süryani, Nesturi, Rum, Yahudi vd. zümreler kastedilmiştir. Bazen de etnik gruplar taşıdıkları kavmi isimleriyle anılmakla birlikte, “Osmanlı” üst kimliğiyle tanımlandıkları da olmuştur.

Bu bağlamda, Osmanlı döneminin resmi ve gayri resmi kaynaklarında Zazalar umumiyetle “Müslim”, “Ehli Sünnet”, “Kızılbaş” veya aşiret ya da yer/bölge isimleriyle anılmışlardır. Bununla birlikte, bazen de “Zaza” ismi kullanılmıştır. Ayrıca, yukarıda da ifade edildiği üzere, Zazalar bazen de yanlış olarak “Kürt” diye nitelendirilmişlerdir.

Söz konusu “Kürt” tanımlaması, elbette sadece Zazalara mahsus birşey değildir. Türkmen ve Arap kökenli kimi aşiret ve kabileler de “Kürt” diye anılmaktan kurtulamamışlardır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içine alındığı 16. yüzyılın başından itibaren, İdrisi Bitlisi ve daha sonra Şeref Han gibi Kürt tarihçilerinin tüm bölgeyi “Kürdistan” diye adlandırmaları sonrasında, Evliya Çelebi, Hoca Sadettin ve daha birçok Osmanlı tarihçisi veya görevlisi, bölge nüfusunu tanımlarken “Kürt” kelimesini kullanmışlardır.(3) Halbuki “Kürdistan” diye bilinen eyalet, Selçuklu Sultanı Sancar (1086-1157) zamanında teşkil edilmiş olup, İran sınırları içinde ve dar bir alandaydı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerini kapsamıyordu.(4)

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan Rum, Süryani, Nesturi gibi “Gayrimüslim” bazı etnik gruplar, bir kısım Osmanlı belgelerinde hatalı olarak “cemaat-i Eramine” [Ermeniler cemaati] veya sadece “Eramine” [Ermeniler] şeklinde kaydedilmişlerdir. (5) Polonyalı Simeon da seyahatnamesinde bu durumu, “Ermeni olmadıkları halde, diğer bütün Gayrimüslimlerin de Ermeni olarak adlandırıldıklarını” yazmaktadır.(6)

Etnik ayırım yapılmadan, bugün bile Doğu Anadolu’da, Zazalar yöredeki tüm Hıristiyan aileler için “Armıni”, Kürtler ise “Fılle” tabirini kullanmaktadırlar. Bu hususun en canlı tanığı ve bu satırların yazarı olarak, çocukluğumda ailemin ve çevremin “Armıni” [Ermeni] diye tanımladıkları mahallemizin civarındaki Hıristiyan ailelerin, aslında “Süryani” olduklarını yıllar sonra bu konulara merak sarınca öğrendim.

Bu itibarla, bazı resmi kayıtlarda Zazaların “Kürt” diye anılmaları, onların gerçekte Kürt olduklarını göstermez. Çeşitli ortamlarda ısrarla, “Osmanlı döneminde Zazaların Kürt kabul edildikleri”ni iddia edip, bunu yegane hakikat diye ileri süren kişilere karşı, burada birkaç resmi kaynaktan bahsetmek ve bunlardan alıntılar yapmak suretiyle, Osmanlı döneminde Zazaların Kürtlerden ayrı değerlendirildiğini gösteren belgelerin de mevcut bulunduğunu ortaya koyarak, iddia sahiplerinin ne kadar yanıldıklarını veya yanıltıldıklarını kanıtlamaya çalışacağız.

“Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sivas Ahkam Defteri” kayıtlarına göre, Divriği Kadısı Mevlana Abdüllatif tarafından 1744 yılında, bölgede cereyan eden bazı adli vak’alarla ilgili olarak merkezi yönetimin bulunduğu Istanbul’a gönderilen bir mektuba cevaben, Istanbul’dan yazılan bir fermanda şöyle denilmektedir:

“Malatya ve Sivas kadılarına ve Sivas Rakka mütesellimlerine ve Malatya ve (…) voyvodalarına hüküm ki:
Kıdvetü’l-Kuzat ve’l-hükkam Divriği Kadısı Mevlana Abdüllatif zide fazluhu südde-i saadetime mektub gönderüb Malatya civarında vaki Kürne Kürecik EKRADI [KÜRT] ihtiyarları olan Asaf Subaşı’nın oğlu Sivas toprağında Bolucan nam beldede geşt ü güzar eder iken ahar kutta-i tarık eşkıyası mezburu katl ve at ve esvabını garet ve yanında olan kendi adamları firar ile mezbur Asaf’a varub, ‘oğlunu Divriği toprağından mahall-i ma’reke kurbünde Hamo nam memlehanın ZAZA tabir olunan ameleleri katl eyledi ve atı ve esvabı Divriği’de sakin memleha eminlerindedir’ deyü su-i zan ve iftira ile haber verüb memleha-yi mezbur eminleri öteden berü ayan ve ayanzade ve ehl-i ırz ve dindar ve perhizkar olub ve bu güna iş kendilerinden ve ittibalarından zuhur ve vaki olmuş değil iken mücerred garaz-ı nefsani ve icra-yi melanet içün mezbur Asaf, adet-i EKRAD ve ayin-i na-meşruları olan etraf ve civarlarında olan eşkıya-yı EKRAD’a istimdat ve kara bayrak gönderüb mezbur Asaf Kethüda ve Mahmud Kethüda ve Şötüklü Ahmed Ağa ve oğlu Hasan Ağa ve Şötüklü Kör Mehmed ve Semekli ve Yacoza(?) ve Gelgeleli Yusuf oğlu Göçer, Simay uşakları ile oğlu Çamük, Oruç oğlu Musa ve Perik oğlu Mustafa ve Göçer oğlu ve Elgaffar ve Diricanli Molla Yusuf ve oğlu Yusuf ve oğlu Veli Hasan ve Arhudlu Kör Mehmed oğlu ve Şevkafyun oğlu Uğurluoğlu’nun yeğeni Kasım, Parhiganlı Bölükbaşıoğlu Hasan demekle maruf şakiler, beş altı yüz süvari ve piyade malumü’l-esami haşeratı başlarına cem’ ve 1157 [1744] senesinde ve mah-ı Ramazan-ı şerifde kuralarına varub rastgeldiklerini soyub emval ve erzaklarını nehb ü garet ederek (…)”

Fermanın devamı, eşkıyaların kasaba ve köyleri talan etmeleri ile ilgili olduğundan dolayı buraya alınmaya gerek görülmemiştir. Söz konusu ferman, bugünkü Türkçe ile özetle şöyledir:

“Malatya Sancağı’ndaki Kürne Kürecik ihtiyarı EKRAD [KÜRT] Asaf’ın oğlu, Bolucan’da yol kesen eşkıyalarca öldürülerek at ve elbisesi gaspedilmiş, kaçan yakınları ise Asaf’a gidip iftira ile oğlunun Divriği toprağından Hamo tuzlasında çalışan ZAZA işçilerince öldürüldüğünü, at ve elbisesinin ise Divriği’de, Tuzla emininde olduğunu söylemişlerdir. Asaf, EKRAD adeti uyarınca çevredeki EKRAD çetelerine kara bayrak gönderip yardım istemiştir. Başta Asaf olmak üzere, Mahmud Kethüda, Şötüklü Ahmed, Kör Mehmed (…) isimli şakiler ve daha birçokları, beş altı yüz süvari ve piyade ile 1744 yılı Ramazan ayında Divriği köylerine baskınlar yapmaya başlamış, mal ve erzaklarını talan etmişlerdir.(…)”(7)

Yukarıdaki resmi fermanda çok açık bir şekilde Zazalar ile Kürtler arasında kesin bir ayırımın yapıldığı görülmektedir. Fermanda geçen “Zaza tabir olunan ameleler” haricinde, başka belgelerde Sivas/Divriği bölgesinde (18.yüzyılda) bir “Zaza oymağı”nın yerleşik bulunduğunu, ayrıca yöredeki derebeylerinden birinin isminin “Zazan Hüseyin” olduğunu da tespit etmekteyiz.( 8 )

Alıntı yaptığımız fermanda Kürtler için “Ekrad” sözcüğü kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Ehmedé Xani (d.1651-…) gibi bazı Kürt yazarlarının da Arapça kökenli olan “Ekrad” kelimesini Kürt ismi karşılığında kullandıkları bilinmektedir.(9)

Bazı belgelerde “Ekrad” ismi Zaza aşiretleri için de kullanılmıştır. Örneğin, Diyarbekir Eyaleti’nde yerleşik olduğu belirtilen Zaza isimli aşiret, “Ekrad Taifesinden”(10) gösterilmiştir. Ancak buradaki “Ekrad Taifesi” ifadesi, etnik anlamda “Kürt Taifesi” anlamına alınmamalıdır. Zira yukarıdaki fermanda “Zaza” ve “Ekrad” isimlerinin ayrı ayrı yazılmış olması ve birbirlerine rakip gösterilmesi, onların farklı etnik kimlikler taşıdıklarını ortaya koymaktadır.

“Ekrad” ismi bazen de kırsal kesimde yaşayan konar-göçerler için kullanılmıştır. Bazı belgelerde rastlanılan “Ekrad-ı Türkmenan” veya “Türkman-ı Ekrad” tabirleri (11) de bunu teyit eder niteliktedir. Bu nedenle, Hollandalı sosyolog Martin van Bruinessen’in; “Ortaçağ Arap yazarları, ‘Arap Kürtler’ [El-Ekrad’ül-‘Erebiyye] gibi etiketleri bugünkü etnik açıdan tanımlanan Kürtlerle hiçbir ilgisi görülmeyen göçebe gruplar için kullanırlardı”(12) şeklindeki sözleri, konuya önemli ölçüde açıklık getirmektedir.

Osmanlı resmi kaynaklarından biri olan “Salname-i Diyarbekir” [Diyarbekir Yıllığı] isimli eserlerde, Diyarbekir’in etnik yapısına dair şu bilgilere yer verildiğini görüyoruz:

“Diyarbekir bir Osmanlı memleketidir. Çünkü ahalisi umumen Saltanat-ı Seniyye’nin te’ali ve temadi-i şan u şevketi arzu-yi ciddisiyle mütehassıs bulunuyorlar. Dâhil-i vilayette Türk, Arap, Kürd, Ermeni, Süryani, Zaza lisanları müsta’mel olmakla [kullanılmakla] beraber en ziyade sayi olan lisan, lisan-ı letafet-resan-i Osmani’dir.” (Salname-i Diyarbekir, Sene 1312, 1315, 1316)

“Ergani Madeni kasabası, sancağın vasatında bulunup Çermik, Palu, Siverek kazalarını ve yedi müdürlük merkeziyle yirmi altı nevahiyi [nahiye] şamil olarak livayı teşkil eder. (..) Mülhak kasabalar ahalisi Türkçe tekellüm [konuşma] edip kurada [köylerde] bulunanlar Kürdçe, Zazaca söyleşirler ve ekserisi Türkçe de bilirler.” (Salname-i Diyarbekir, Sene 1301, 1302, 1308)

Söz konusu yıllıkların yeni baskısı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından 5 cilt halinde yapılmıştır. Kürt ve Zaza’nın birbirine karıştırılmadığını, dillerinin de “lehçe-şive” değil, LiSAN (dil) olarak ayrı ayrı kaydedildiğini bu kaynakta da çok net bir şekilde görebilmekteyiz.(13)

Osmanlı resmi kaynakları dışında, Osmanlı döneminin birçok yazar ve şairinin eserlerinde de Zaza ve Kürt isimlerinin ayrı ayrı yadedildiğine Şahit olmaktayız. Bu konuda da birkaç örnek vermek istiyoruz:

15. yüzyıl Alevi ozanlarından Kaygusuz Abdal, bazı şiirlerinde Rum, Moğol, Arap, Türkmen, Kürt, Zaza, Abaza, Gürcü vb. halkların isimlerini zikretmiştir. Ozanın söz konusu hususa ilişkin iki dörtlüğünü aşağıya aktarıyoruz:

Kaygusuz Abdal

“Soğanı, arpa ekmeğini Kürd’e ver,
Öğünü odur, o onu yahşi (güzel) yer,
Türkmen’e ver yahni ile burmayı,
Arab’ın önüne döktür hurmayı”

“Eğer bu sene çıkar isem yaza,
Toplayım bir parça Gürcü, Abaza,
Elime geçerse on kadar Zaza,
Yolar sakalını kavlak satarım.”(14)

İstanbul’da, 1908 yılında Kıbrıslı Derviş Vahdeti tarafından yayınlanan Volkan gazetesinin 1.sayısındaki “Nutuk” başlıklı yazıda; “Yemen’de, Hicaz’da, Arabistan’da, Beyne’n-Nehreyn’de [Mezopotamya], Arnavutluk’ta Kanun-i Esasi harfiyyen tatbik olunacak, aşiretler, derebeylikler ortadan kaldırılacak, çadır altında olanlar iskan ettirilecek. Türk, Arap, Kürd, Zaza, Çerkes, Laz, Gürcü, Arnavut, Boşnak, Ermeni, Rum, Bulgar, Ulah, Dürzi, Süryani, Keldani, Ibrani, Osmanlı olduğunu tanıyacak..”(15) hususları yer almaktadır.

Derviş Vahdeti, anılan yazısının başında; “Menfam [sürgün yeri] olan Diyarbekir’den avdet [dönüş] ve memleketim olan Kıbrıs’a muvasalat [varma, ulaşma] ettiğim güne müsadif [tesadüf eden] bir hürriyet donanma gecesi, taraf-ı acizanemden irad olunan [okunan] nutuktur” hususunu belirtmektedir. Bu küçük ayrıntıdan, Derviş Vahdeti’nin sürgüne gönderildiği Diyarbekir’de kaldığı süre içerisinde Zazalar ile Kürtleri yakından tanıma imkanı bulduğu ve onları tetkik ederek farklılıklarını tespit ettiği sonucunu çıkarıyoruz.

Aynı gazetenin 41. sayısında da, yine Derviş Vahdeti imzalı “Din-Kavmiyet” başlıklı yazıda; “Asya, Avrupa, Afrika-yi Osmani’de bulunan Arap, Türk, Kürd, Buti, Zaza, Çerkes, Gürcü, Laz, Arnavud, Boşnak, akvam-ı İslamiyesi [İslam kavimleri] gibi..”(16) ifadelerine yer verilmiştir. Bu örnekte de görüldüğü üzere, Kürt ve Zaza isimleri ayrı ayrı zikredilerek, iki farklı kavim olarak gösterilmiştir.

Öte yandan, Osmanlı dönemi Ermeni kaynaklarında da aynı gerçek net bir şekilde ifade edilmektedir. 1878 yılında Berlin’de düzenlenen Berlin Konferansı’na “Osmanlı Ermenileri Temsilciler Heyeti, Baş Episkopos Hrimyan [eski Ermeni Patriği] ve Horen Narbey [Beşiktaş Baş Episkoposu]” imzaları ile 25 Haziran 1878 tarihinde, konferansa “Osmanlı Ermenistanı” için bir proje sunulmuş, projeye ekli olarak bir de “Osmanlı Ermenistanı”nın etnik durumu ve nüfusunu gösteren istatistiki bilgiler verilmiştir. Projede, “Nüfusun Çeşitli Irklara Göre Taksimi” başlığının altında, bölgede yerleşik bulundukları bildirilen IRK’ların isimleri şöyle sıralanmıştır: 1. Ermeni, 2. Türk, 3. Göçebe Kürt, 4. Özel dilleri olan Zazalar, 5. Güneşe tapan, büyük kısmı göçebe Yezidiler, 6. Göçebe Çingeneler, 7. Rum ve Yahudi, 8. Asuri. Aynı proje kapsamındaki bir başka çizelgede de, bölgedeki etnik yapı; “Ermeni, Türk, Kürt, Rum, Asuri, Zaza, Yezidi” şeklinde verilmiştir.(17)

Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid zamanında ve onun ismine izafeten 1891 yılında teşkil edilen “Hamidiye Hafif Süvari Alayları”nın tümünün Kürt aşiretlerinden oluşturulduğu, Alevi ve Sünni Zaza aşiretlerinden hiç birinin söz konusu alaylara dahil edilmediği bir gerçektir.(18) Örneğin, Varto’da Kürtçe konuşan Sünni Cıbran aşireti Hamidiye Alaylarına alınırken, Zazaca konuşan Alevi Hormek ve Lolan aşiretleri alınmamıştır.(19) Keza Urfa-Viranşehir-Siverek yöresinde yerleşik olan Barazi, Milli ve Karakeçili isimli Sünni Kürt aşiretlerinden alaylar teşkil edilirken, Siverek’teki Bucak, Qerexan, Qırwar vb. Sünni Zaza aşiretleri dikkate alınmamıştır.(20) Hamidiye Alayları konusu, Kürt ve Zaza kimlikleri bağlamında üzerinde ayrı bir çalışma gerektirecek kadar ehemmiyetlidir.

Osmanlı döneminde, medrese eğitimlerini tamamlamalarını müteakip Diyarbekir, Lice, Siverek, vs. gibi Zaza muhitlerinde müftülük görevlerinde bulunan Yusuf Sami Efendi, Mela Ehmedi Xasi Efendi, Osman Babıj Efendi gibi Zaza din alimlerinin, resmi dil olan Osmanlıca ile o dönemin din ve edebiyat dili olan Arapça ve Farsça’yı mükemmel derecede bilmelerine ve Kürtçe’yi de konuşup yazabilmelerine rağmen, kaleme aldıkları ve orijinal birer nüshaları arşivimizde bulunan kitaplarında ana dilleri olan Zazaca’yı kullanmaları, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Özellikle Xasi’nin “Mewlid-i Nebi”sinin girişinde, kitabın “ZAZA LiSANI” (Zaza dili) ile yazıldığının belirtilmesi, yine Xasi’nin Osmanlı makamlarına kendi el yazısı ile kaleme alıp gönderdiği bir belgede yer alan; “Arapça, Türkçe, Kürdçe, Zazaca tekellüm ve ketebet [konuşup yazma] ederim” şeklindeki ifadesinde, Zazaca ile Kürtçe’yi ayrı ayrı yazmasının anlamı büyüktür. Bu ayrıntı, Osmanlı döneminin Zaza aydınlarında, Arap, Türk, Kürt kimliklerine karşı, ayrı bir “Zaza kimliği” bilincinin mevcudiyetine delalet etmektedir.

Sonuç itibariyle; birkaç yüzyıllık Osmanlı döneminin kimi resmi ve gayri resmi kaynaklarında, Kürtler ve Zazalar iki ayrı halk olarak belirtilirken, dilleri de Kürtçe ve Zazaca şeklinde ayrı ayrı ifade edilirken, içinde bulunduğumuz 2019 yılında, bazı şovenist unsurlarca dayatılmaya çalışılan başka kimlikleri kayıtsız şartsız kabullenmeleri istenen Zazaların maruz kaldıkları baskıcı muamele, tek kelime ile ibret vericidir.

Kaynak ve dipnotlar:
—————
(1) 1965 Genel Nüfus Sayımı, Devlet istatistik Enstitüsü, Ankara 1965, s.184-187.
(2) Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ankara 1998, s.111.
(3) Martin van Bruinessen, Kürtlük, Türklük, Alevilik, Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri, istanbul 1999, s.59.
(4) V.Minorsky-Th.Bois-D.N.MacKenzie, Kürtler&Kürdistan, istanbul 1996, s.13.
(5) Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989, s.63.
(6) Hrand Andreasyan, Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi (1608-1619), istanbul 1964, s.89.
(7) Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sivas Ahkam Defteri, No:1, s.232 (1.Hüküm); zikreden: Necdet Sakaoğlu, Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, istanbul 1998, s.33, 296, 297.
( 8 ) Necdet Sakaoğlu, a.g.e., s.51, 55.
(9) Ehmedé Xani, Mem u Zin (Hazırlayan: M.Emin Bozarslan), istanbul 1975, s.58-61, 80, 81, 507.
(10) Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, istanbul 1979, s.168.
(11) Yusuf Halacoğlu, Osmanlı Belgelerine Göre Türk-Etrak, Kürd-Ekrad Kelimeleri Üzerine Bir Değerlendirme, Ankara 1996, s.5 vd.; Martin van Bruinessen, a.g.e., s.69.
(12) Martin van Bruinessen, a.g.e., s.71.
(13) Diyarbakır Salnameleri, 1286-1323[1869-1905], 5 cilt, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları, istanbul 1999; Cilt:3, s.245, 345; Cilt:4, s.66, 165, 270, 362; Cilt:5, s.84.
(14) Cihat Kar, “Zaza Adı ve Kaygusuz Abdal”, Piya Dergisi, Amor/Sayı: 4, Payizopeyén 1988, s.20-23; ayrıca bkz. Cahit Öztelli, Bektaşi Gülleri, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, istanbul 1973, s.334, 410; Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Ankara 1981, s.87.
(15) Volkan Gazetesi, Sayı: 1, istanbul, 28 Teşrinisani 1324 [11 Aralık 1908], s.4.
(16) Volkan Gazetesi, Sayı: 41, istanbul, 28 Kanunisani 1324 [10 Şubat 1909], s.1.
(17) Armenia Gazetesi, Sayı: 3, istanbul 1890; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Ankara 1950, s.230-231; bkz. H.Şelıc, “Doğu Anadolu’nun Etnik Yapısı ve Zazalar”, Raştiye Dergisi, Amor/Sayı:7, 1992, s.6.
(18) H.Şelıc, “Alevi ve Sünni Zazalarda Birliktelik Anlayışı”, Raştiye Dergisi, Sayı/Amor: 9, 1995, s.6.
(19) M.Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, 3.Baskı, Ankara 1970, s.144 vd.
(20) Bayram Kodaman, Sultan II. Abdulhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara 1987, s.54-55.(21) https://www.facebook.com/notes/zazacazazakidimilki/osmanli-d%C3%B6neminde-zaza-kimli%C4%9Fi/245674218791981/

Exit mobile version