Birol Kılıç, 22. 07.2025, Viyana’dan gözlem ve analizler
Hatırlıyorsanız
AB, „Türkiye’yi adeta “Göçmen hapishanesi veya deposu” ve “Ucuz İşgücü Kaynağı” Olarak Övdüğü“ Avrupa Komisyonu’nun 2024 Genişleme Paketi kapsamında hazırladığı “Türkiye Raporu” kamuoyuna açıklandı. Raporda : „Türkiye’nin 3,6 milyon mülteciyi barındırmadaki olağanüstü çabaları övülürken, ücret artışlarını sınırlama ve iç talebi azaltma yönündeki ekonomi politikaları da “başarı” olarak değerlendirildi. Ancak aynı raporda, vize serbestisi yol haritasında yer alan hiçbir kriterin Türkiye tarafından yerine getirilmediği açıkça belirtilmişti. Raporda, 18 Mart 2016 tarihinde Türkiye ile AB arasında imzalanan göç mutabakatının halen sonuç verdiği, göç alanındaki iş birliğinin bu çerçevede sürdüğü vurgulandı. Türkiye’nin Suriye ve diğer ülkelerden gelen 3,6 milyon mülteciyi kabul etme konusundaki olağanüstü çabaları övgüyle anılırken, AB’nin 2011 yılından bu yana mültecilere yönelik 10 milyar avro destek sağladığı ifade edildi. Rapor, AB–Türkiye arasındaki vize serbestisi diyaloğuna da değindi. Komisyon, “vize serbestisi yol haritasında belirlenen hiçbir kriterin yerine getirilmediğini” belirterek, Türkiye’nin vize politikası mevzuatını AB müktesebatıyla daha fazla uyumlu hale getirmesi gerektiğini savundu.“
Avusturya’nın en çok okunan bulvar gazetesi Krone‚de yurtdışı haberler masasından Christian Hauenstein’in imzasıyla 22 Temmuz’da „Vazgeçilmez Erdoğan“ başlığıyla yayınlanan kısa analiz, aslında AB’nin Türkiye’ye bir „mülteci hapishanesi“ olarak bakışını göstermesi açısından önem arz ediyor.
Yeni Vatan Gazetesi, Avusturya Başbakanı Stock ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir telefon görüşmesi olduğunu İletişim Başkanlığı üzerinden öğrenerek 15 Temmuz 2027 baskısında haberleştirdi. Bu haberde özellikle „Stock ile Erdoğan ne konuştu?“ başlığını atan Yeni Vatan Gazetesi, verilen bilgiler arasında hiçbir şekilde Avusturya’da yaşayan ve kanun dışı olmuş ya da sığınmacı statüsünü kazanmamış Suriye vatandaşlarının Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderilmesi konusunun görüşüldüğünü yazmadı. Çünkü görüşmenin olduğu resmi kaynaklardan öğrenildi ve o resmi kaynakların verdiği bilgilere göre haber kaynak verilerek yayınlandı ama anlamı bir başlıkla. Bakınız yukarıda.
Bugün 22 Temmuz 2025 tarihinde Krone‚de Christian Hauenstein kısa analizin girişinde önce şöyle yazmış: „Birkaç gün önce, Avusturya Başbakanı Federal Şansölye Christian Stocker, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile telefonda görüştü. Görüşmede öncelikle Suriyelilerin Türkiye üzerinden ülkelerine geri gönderilmesi konusu ele alındı. Bu, oldukça önemli bir konu.“
Hauenstein analizini şöyle bitirmiş: „Demokrasi politikası açısından, Erdoğan’a en azından değinilmesi gereken başka konular da var elbette – özellikle muhalefete karşı tutumu. Türk cumhurbaşkanı muhalefeti basitçe hapse attırıyor. Örneğin, popüler eski İstanbul belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, uydurma gerekçelerle 100 günden fazla süredir tutuklu bulunuyor. Gerçek neden ise İmamoğlu’nun 2028 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın en güçlü rakibi olması. Ya da neredeyse on yıldır tutuklu bulunan Kürt siyasetçi Selahattin Demirtaş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre Demirtaş siyasi tutuklu ve derhal serbest bırakılması gerekiyor. Stocker bu suçlamaları gündeme getirmedi, ancak bu konuda yalnız değil. Tüm AB, Erdoğan’a gözlerini kapatıyor. Çünkü Türk lider kendini vazgeçilmez hale getirdi: Suriye ile iyi ilişkileri var, hem Ukrayna hem de Rusya cumhurbaşkanlarıyla konuşuyor, gelişmiş bir savunma sanayisine sahip, NATO’nun en büyük ikinci ordusunun başkomutanı ve göç politikasında önemli bir ortak.“
Son üç yılda bu konuda AB ve Avusturya’dan önemli kişi, kurum ve kuruluşlar veya kanunlar üzerine okumalarımızı Viyana’dan „Gözlem ve Analizler“ başlığı altında dile getirdik.
Birinci konu, Krone‚den Hauenstein’ın verdiği bilgilerde merak edilmesi gereken alan şudur: Zaten Suriye’den kanunsuz şekilde Avusturya’ya gelen vatandaşlar İstanbul Havalimanı üzerinden Suriye’ye direkt uçuyor.
Bir ay önce kör topal bir tanesi İstanbul üzerinden Şam’a yollandı ama akıbeti hâlâ belli değil bu Suriye vatandaşının. HTŞ’ye mi katıldı, yoksa türevi olan diğer savaşçılar arasında mı, yoksa kaçak yollardan tekrar Türkiye’ye mi geldi?
Kısacası ne demek, „Görüşmede öncelikle Suriyelilerin Türkiye üzerinden ülkelerine geri gönderilmesi konusu ele alındı.“ Burada bizim merak ettiğimiz, acaba Avusturya Başbakanı Stock, haklı olarak Suriye’de durumların kritik olduğunu düşünerek, İstanbul’a kadar getirdiğimiz bu kanunsuz şekilde sığınmacı statüsü olmayan veya kanun dışı olmuş Suriye vatandaşlarını Türkiye’de ikamet edebilir mi konusu gündeme geldi mi? Bunu kamuoyu adına merak etmek hakkımız.
Haber ve analizlerimize göre, Avusturya, AB ülkeleri arasında Suriyeli sığınmacılar konusunda suç işleyen ve uyum konularında en dertli ülkelerden biri. Bunu başta 10. Viyana ve diğer Viyana ilçelerinde 60 yıldan bu yana bu bölgede yaşayan yerli göçmenler olan Türkler iyi biliyor ve ciddi manada darbe yiyenler var.
AB İçişleri Bakanlarının iki yıl önce Lüksemburg’da karar bağlanması için hazırladığı „AB mültecileri para ile geldikleri ilk ülkeye geri yollama“ kanunu, AB zirvesinde geçtiğimiz yıl geçti. AB ülkeleri arasında bu kanunun çıkmasında Avusturya İçişleri Bakanlığı en lokomotif bakanlıktı. Çünkü Avusturya, Balkanlardan sonra AB içinde birinci demokratik ve sosyal adaletin olduğu ülke ve düzensiz artı ekonomik çakma sığınmacılardan en çok zarar gören ülke durumunda.
İşte bu yüzden Lüksemburg’da aslında karar bağlanan ve AB zirvesinde imzalanan bir düzenlemeye göre, AB ülkeleri arasında bir sığınmacı, mesela Suriyeli, diğer bir ülkeye geçmiş ve sığınmacı olarak başvurmuşsa, bu AB ülkesi, geldiği AB ülkesine para vererek geri yolluyor. Yaramaz AB ülkesi Macaristan ve arsız Polonya bunu kabul etmiyor ama zorla edecek ve bundan sonra başta Avusturya’ya ve oradan Almanya’ya Orban’ın mealen ifadesiyle, „At kırbaçlarımızla popolarına kırbaçlayarak yollayacağız, batıya ülkemize kanunsuz girmiş bu mültecileri“ yollamak zorunda kalacak.
9 Haziran 2023’teki analizimizin başlığı çok açıktı: „Lüksemburg’ta AB Sığınma Zirvesi: AB ülkeleri daha sert iltica kuralları üzerinde anlaştı! Ya Türkiye?“ Geçtiğimiz perşembe günü bir araya gelen AB’nin içişleri bakanlarının, sığınmacı anlaşmasında Türkiye’nin, daha doğrusu vatandaşlarının aleyhine AB’nin ise lehine orta yolda birleşmeleri ne anlama geliyor? AB iktidarları haklı olarak kendi yerli halkını ve devletini düşünüyor. Ya Türkiye’deki iktidar?
6 Ağustos 2023’teki analizimizde aslında AB’nin ne kadar iki yüzlü ve çıkarcı olduğunu gösteriyor ve Türkiye’nin mülteci çöplüğü olmasındaki rolünü anlatıyordu ve başlık ilginçti: „AB kulislerinde bu iddia konuşuluyor: ‚Erdoğan, Nobel Barış Ödülü’nü alabilmek için sarayında ekip oluşturmuş.‘“ Geçen hafta başı duyduklarımla Krone Gazetesi muhabirinin Brüksel’den hafta sonu yazdıklarını okuyunca bunları bir analiz-gözlem ile tarihe Türkçe not düşmek yine farz oldu. Siz hâlâ büyük dalganın denizlerde olduğunu sanın. En büyük ve sert dalgalar Brüksel ve Viyana nehirlerinde.
20 Aralık 2023’te şunları yazmıştık: „AB mülteci ve kaçak göç anlaşmasını yayınladı: Türk halkına kötü haber.“ AB resmen kendini kanunlarla koruma altına alan AB iltica ve kaçak göç anlaşmasını bu sabah açıkladı. Avrupa Birliği Dönem Başkanı İspanya ayrıca Konsey Başkanlığı ve AB Komisyonu tarafından bugün açıklandığı üzere, AB üyesi devletlerin temsilcileri ve Avrupa Parlamentosu, yıllar süren tartışmaların ardından ilgili yasal metinler üzerinde nihai bir anlaşmaya vardı. Sonuç olarak AB Komisyonu ilk olarak 2016 yılında yeni kurallar önerdi. Yıllar süren müzakerelerin ardından atılım bu. Ancak müzakereler sonuna kadar çok çetin geçti. Macaristan gibi ülkeler önerileri yeterince sert bulmazken, yardım kuruluşları ile sol ve Yeşiller’in bazı kesimleri iltica prosedürlerinde insan haklarına yeterince saygı gösterilmediği yönündeki endişelerini dile getirdi.
17 Şubat 2024’teki analizimizde, „Keriz silkelemesiyle Türkiye özelde AB’nin ama genelde Batı’nın çöplüğü mü yapılıyor?“ diye şöyle yazmıştık: Macaristan Dışişleri Bakanı Szijjarto geçtiğimiz gün Ankara’daki resmi bir ziyaretinde, „Yasa dışı göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmasını engelleyemezsek, Avrupa’yı kaybedeceğiz, biz bunu istemiyoruz. Bunun için sürekli olarak yasa dışı göç baskısına karşı Türkiye’yi destekliyoruz” dedi.
Ankara’da, iktidar dışında birçok kişi şu tepkiyi verdi: “Türkiye’yi kaybettik, hangi Avrupa’dan bahsediyor? Kendisini Brüksel’de zannediyor herhalde Macaristan Dışişleri Bakanı.” Belki bu konuşma, AB’yi tehdit etmek için yapılmış olabilir; ancak AB’nin kaçak ve düzensiz göçmen çöplüğü haline gelen Türkiye’nin başkenti Ankara’da bu sözlerin sarf edilmesi, kamuoyunda ciddi tepkiyle karşılandı. Haksızlar mı?
Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. Başta Viyana olmak üzere Avusturya’da çoğu Suriyeli Türkçe konuşuyor ve bunların hepsi, AB tarafından güvenilir ülke olarak kabul edilen Türkiye’de üç beş yıl veya daha fazla yaşamış, oradan Avusturya’ya gelmiş ve sığınmacı olarak başvurmuş. Türkiye, AB tam üye ülkesi olsa, hepsini geri almak zorunda kalırdı.
AB, Türkiye’ye karşı iki yüzlü siyasetine devam ediyor ve tam üyeliği haklı ya da haksız bir şekilde rafa kaldırmış durumda. Verdiği sözleri tutmuyor; örneğin AB-Türkiye Gümrük Birliği Anlaşması’nı modernleştirmiyor, Türk vatandaşlarına yönelik vize reformu sözünü yerine getirmiyor. Nedeni ise şu: Kimin Türk vatandaşı olduğu artık belli değil.
Önüne gelene para karşılığı vatandaşlık verilmesiyle ortaya çıkan sorunlar
Dünyada terörist, hırsız, kara para aklayıcısı, mafya babası gibi sıfatlarla anılan kişiler Türkiye’de para karşılığı Türk vatandaşlığı alabiliyor—hem de farklı isimlerle. AB tarafında bu durum ciddi endişe yaratıyor. Ayrıca Türkiye, AB’nin Kopenhag kriterleri dışında hareket ediyor. Bu nedenle birçok AB ülkesinin arka kapılarında şu soru uzun süredir soruluyor: Bu Suriyeli sığınmacılar, kanun dışı işlere karışmışsa veya sığınma hakkı kazanmazsa, geri gönderileceği ülke Suriye değil de Türkiye olabilir mi? Hem de para ödeyerek?
Çok vatanseverler (!)
AB’de kanunlar ortada: 10 bin Euro ile 30 bin Euro arasında bir bedelle, sığınmacı geldiği AB ülkesine geri gönderiliyor. Bu bağlamda bazı “çok vatansever (!)” Türk asıllı, meslekten gelmeyen büyükelçi, siyasetçi ve bürokratların, Türkiye’ye bu AB’deki mültecileri adeta mal gibi ithal ederek satmak için aracılık yaptığı kulislerde konuşuluyor.
Avusturya’nın, ülke içinde emniyeti ve birlikte yaşamı tehdit eden kişileri Türkiye’ye göndermek istemesi, kendi çıkarları açısından anlaşılabilir. Ancak bu “çok vatansever (!)” büyükelçi, siyasetçi ve bürokratların, Türkiye’yi mülteci çöplüğü veya hapishanesi gibi gören kafa yapılarıyla anlaşma yapması doğru mu?
Son sorumuz:
AB’den Türkiye’ye Suriyeli sığınmacı ihracat ticareti mi başlıyor, yoksa çoktan başladı mı?
„Keriz silkelemesiyle“ Türkiye özelde AB’nin ama genelde batının çöplüğü mü yapılıyor?
AB mülteci ve kaçak göç anlaşmasını yayınladı:Türk halkına kötü haber
Nehammer’in arkadaşı Viktor Orbán Avusturya’nın göç sorunundan kısmen sorumlu
