Atatürk annesini mezarı başında nasıl anlatmıştı

Araştırmacı Tuna Serim yeni kitabında din tacirlerinin hedefindeki Zübeyde Hanım’ı anlattı…

Sözde tarihçi Mustafa Armağan ve din taciri Hasan Akar’ın Mustafa Kemal Atatürk’e ve ailesine yönelik hakaretleri kamuoyunda tepki ve öfkeyle karşılandı. Atatürk ve ailesi hakkında skandal ifadeler kullanan Hasan Akar ve Armağan hakkında soruşturma başlatıldığı duyuruldu.

Araştırmacı Tuna Serim nurcu Hasan Akar’ın hakaret ettiği Zübeyde Hanım’ın hayatının bilinmeyenlerini yeni kitabı “Zübeyde Hanım ve Oğlu”nda anlattı.

Tuna Serim’le yeni kitabı üzerine bir söyleşini Odatv gerçekleştirdi:

Fonds Soziales Wien

İşte Serim’in sorulara verdiği cevaplar:

-Kurtuluş Savaşı nasıl kazanıldı?

O iş Mustafa Kemal mucizesiyle gerçekleşmiş. Elinde olan, olmayan ne varsa kullanmış. Sonunda insanlar, en çok karşı olanlar bile, tek yolun Mustafa Kemal’in yolu olduğunu anlamışlar. Yani insanları inandırmak, yüzlerce yılın yarattığı etkiyi kırabilmek zor iş, hatta olanaksız ama o, Mustafa Kemal Atatürk…

-Neden Atatürk’ü ve annesini yazdınız?

Mustafa Kemal Atatürk’ü yazmak yürek ister. Önce kendimi yetiştirdim, dönemi öğrendim, kim neymiş, ne yapmış takip ettim ve sıra Mustafa Kemal’e geldi. Bu arada Mustafa Kemal’in yaşamını tam yazarsam on ciltlik bir roman olacağını anladım ve bir kesit yazmaya çalıştım. Kitap Zübeyde Hanım’ın doğumu ile başlıyor, ölümü ile sona eriyor.

-Atatürk karşıtları son dönemde Zübeyde Hanım’ı da hedef almaya başladılar.

Bu insanların dindar olduğunu düşünmüyorum, bırakın dindarlığı adeta şeytana hizmet ediyorlar. Hakaret etmek, iftiralar sıralamak, kin tutmak tüm dinlerde en büyük günahlar arasında yer alıyor. Ölmüş insanların ardından konuşuyorlar, iftira atıyor, yalanları sıralıyorlar… Hepsi günah, şeytana özgü davranışlar. Zübeyde Hanım gerçek bir dindar, başı Kuran’dan kalkmıyor, kimseye kin duymuyor, iftira etmiyor, bedduanın günah olduğunu bildiği için oğluna tuzak kuranları bile Allah’a havale ediyor.

-Nasıl bir kadın Zübeyde Hanım?

Sarışın, mavi gözlü, çok güzel bir kadın… Gözleri, saçları, kemik yapısı oğluna benziyor. Cesur, kararlı ve fedakâr… Acılar içinde, evlat acılarıyla ağlayarak geçmiş hayatı, ama en büyük sıkıntıyı oğlu Mustafa Kemal için yaşamış. Mustafa Kemal annesinin ölümünden sonra mezar başında yaptığı konuşmada şunları söylüyor:

“1904 yılında Kurmay Yüzbaşı olarak okulu bitirmiştim. Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil zindana rastladı. Beni aldılar ve keyfi yönetimin zindanına attılar. Annem ancak zindandan kurtulduktan sonra başıma geleni haber alabildi. Hemen beni görmeye koştu ve İstanbul’a geldi.

Fakat İstanbul’da kendisiyle ancak dört beş gün görüşebildik. Çünkü istibdat yönetiminin cellâtları, casusları, hafiyeleri evimizi sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi.

Annem peşimden koşuyordu. Görüşmemiz yasaklanmıştı. Beni sürgüne götürecek vapura bindirilmiştim. Anacığım gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında taşların üstünde dövünüyor, kahroluyordu. Sürgünde geçirdiğim yılları anam ıstırap ve gözyaşları içinde tüketmiştir.

Validemin kaybından şüphesiz çok müteessirim.”

-Kitabı yazarken kendinizi nasıl hissettiniz?

Garipti, heyecanlıydı, en önemlisi de yazarken bir de baktım, kendimi Mustafa Kemal ve Zübeyde Hanım gibi hissediyor, onların duygularını yaşıyorum. Çok zordu. Bu duygular normal bir insanı perişan ediyor, ama onlar, ana-oğul yürekli, çok yürekli insanlardı.

-Mustafa Kemal’le manevi çocukları ile arasında ilişki kurmaya çalışanlar var, onlarla aşk yaşadığını söylüyorlar.

Bunlar Allah’a değil, şeytana inanıyorlar demem bundan. Zübeyde Hanım çocuklara çok düşkün, İstanbul’a geldikten sonra elindeki üç kuruşla Balkanlardan göç edenlerin çocuklarını korumaya almış. Her gün Beşiktaş’a onlara yemek, giyecek taşır, bazılarını evine alır bakarmış. Mustafa Kemal de çocukları seviyor, onlara destek oluyor. Hatta daha gencecik bir subay iken ve doğuda görev yaparken bir çocukla karşılaşıyor, annesi babası ölmüş. Adı Abdürrahim, onu alıp annesinin evine getiriyor, ona evlat gibi bakılmasını istiyor. Sonrası daha ilginç; Sakarya Savaşının başlayacağı gece Mustafa Kemal “Çalıkuşu” romanını okuyor, aklında Feride gibi Türk kızları var. Savaştan sonra ilk işi yeni Ferideler yaratmak olmuş. Afet İnan, Sabiha Gökçen ve diğerleri onun Ferideleri, geleceğin kültürlü, akıllı, kendine güvenen Türk kızları. Kadın denince akıllarına cinsellikten başka şey gelmeyen saygısızlar, Atatürk’ün idealini de kendi hayallerine benzetiyorlar. İşte okuyan insanla, savaştan önce bir romana dalan, onun kahramanı ile özdeşleşen ve ülkenin kurtuluşundan sonra yetişecek güçlü kızları hayal eden insanla, kitap okumayanların farkı.

-Zübeyde Hanım ve Mustafa Kemal’in anne oğul ilişkisi nasıldı?

Zübeyde Hanım oğluna aşkla bağlıydı, onun için canını bile verebilirdi. Gecelerini, gündüzlerini hasret yaşadığı oğlu için dua etmekle geçirdi. Bu yüzden de erken yaşta hastalandı. Tansiyonu, şekeri vardı ama o yalnızca oğlunu düşünüyordu. Mustafa Kemal annesini çok fazla severdi, çok saygılıydı, elini öper, ne dese itirazsız dinlerdi. Yine de kararlarını kendi verdi, çünkü annesinden öte vatanına âşıktı. Zora düşmüş, yıkılmak üzere bekleyen vatan her şeyin üstündeydi. Küçük yaşta evden ayrılan Mustafa Kemal annesiyle çok zaman geçiremedi, hatta ölümünde bile yanında değildi.

Dedim ya beni yakın tarih ve o dönemin insanları çok çekiyor diye… Bir kahramanlar devriydi, bir de hainler. Neyse ki kahramanlar hainleri yerle bir etti. Şimdiki patırtı, iftira salgını o yere serilmeden, o büyük zaferden kaynaklanıyor.

Relevante Artikel

Back to top button