Filistinlilerin Türklere yaptığı zulüm ve kötülükler iddiası doğru mu?

Filistin halkı-Türkiye ilişkilerine dair sosyal medyada dolaşan iddialar tarihsel gerçeklerle ne kadar örtüşüyor? Bu kaynakları açık analiz, karmaşık tarih ve güncel siyasetin gölgesinde kalan gerçeklere ışık tutmak ve ateşin üzerine benzin değil su dökmek gerektiği sorumluluğuyla kaleme alınmıştır.

Birol Kılıç, Viyana’dan analiz ve gözlemler

Sosyal medyada, İlber Ortaylı’ya ait olduğu iddiasıyla uzun zamandır dolaşan “Filistinlilerin Türklere yaptığı zulüm ve kötülüklerden dolayı benim Filistin diye bir davam yoktur” başlıklı metin, tarihsel gerçeklik açısından ciddi bir kafa karışıklığı yaratmaktadır.Tarihe  not düşme zamanı geldi. Niye mi?

Bir süredir sosyal medya mecralarında—özellikle Twitter, Telegram, WhatsApp vb.—söz konusu metnin yaygın biçimde paylaşıldığını gözlemliyorum. Tarihe çocukluk yaşlarından beri ilgi duyan, bu alanda uzun yıllardır çalışan ve yaklaşık 30 yıl önce Viyana’da Almanca-Türkçe yayınlar yapan bir yayınevi kurmuş biri olarak, bu tür iddialara karşı yanıt verme ihtiyacı duyuyorum.

Sosyal medya üzerinden paylaşılan “Filistinlilerin Türklere zulmü” gibi iddiaları, somut tarihsel veriler olmadan yaymak siyasi ve toplumsal barışa zarar verir. Tarihsel gerçeklerle yüzleşmek, ön yargılardan ve propaganda malzemesi olmaktan uzak durmak, geleceğe yönelik en sağlıklı yaklaşım olsa gerek.

İster Filistinli Araplar’ın dostu olalım, ister İsrail devletini destekleyelim; tarihsel gerçekleri, ideolojik önyargılardan ve duygusal reflekslerden bağımsız olarak, sapla samanı karıştırmadan değerlendirmek zorundayız.

Öncelikle, söz konusu ifadelerin İlber Ortaylı’ya ait olduğu iddiası, büyük olasılıkla doğru değildir. Ama hala güncel olarak bu paylaşımlar devam ediyor.

 

Filistin konusu

Filistin meselesi, hem tarihsel kökenleri hem de günümüz siyaseti açısından son derece karmaşık, çok boyutlu ve trajik bir konudur. Ne yazık ki bu mesele, zamanla tarihsel çarpıtmalar ve uydurma bilgilerle herkesin kendi bakış açısına göre şekillendirdiği bir propaganda alanına dönüşmüştür.

Tarihsel gerçeklerin saptırılması — yani “uydurulmuş tarih” (fake history) — yalnızca bölge halkları arasında değil, uluslararası alanda da barış çabalarına zarar vermektedir. Bu tür çarpıtmalar; ister İsrail’in lehine ya da aleyhine, ister Filistinlilerin lehine ya da aleyhine olsun, sonuçta gerilimi beslemekte ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir.

Uydurma tarih ve yalan haberleri içeren paylaşımlar Avrupa’da

Türkiye kökenli gerçeklerden uzak, manipülatif ve hatta uydurma bilgiler içeren  bu paylaşımlar başta Avusturya ve Avrupa’da görülmekte ve tartışılmakta. Dünya internet üzerinden adeta bir köy olmuş durumda olduğu konusunda herkes hemfikir. Kavgalar Viyana´ya ulaşmış durumda.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu ve çok dinli yapısından gelen deneyimle şekillenmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin, bölgesinde barış ve istikrarın temel taşı olması gerekmektedir. Bu bağlamda, ideolojik veya mezhepsel körlüklerden uzak durarak, ulusal çıkarlarımız doğrultusunda; vatandaşlarımızın güvenliği, sağlığı ve huzuru için herkesin ortak bir paydada buluşması zorunludur.

„Uydurma tarihe itiraz“

Viyana’da, Yahudilerin son 2000 yıllık tarihi ile Osmanlı döneminde Yahudiler ve Türkler arasındaki dostlukları konu alan çeşitli çalışmalar yapma olanağı buldun. Bu çalışmaların arasında yer alan “Einspruch gegen Fake History” (Türkçe tercümesiyle “Uydurma Tarihe İtiraz”) adlı eserim, kısa ve öz bir dille yazılmış olup, özellikle Avusturya’da siyasete ilgi duyan okuyuculara hitap etmektedir. (Eserin PDF’i) Eser, belirli bir ideoloji veya din propagandası yapmaktan çok; Avrupa’da daha barışçıl bir birlikte yaşamı teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Dinlerin kötüye kullanılmasına yönelik güçlü bir itirazdır ve sahte haberlere, çarpıtılmış tarihe karşı aydınlatıcı bir perspektif sunar. Hepimizi, bu farkındalığı sözlerimizde ve eylemlerimizde yaşatmaya çağırmaktad

İddialar ve cevapları

Sosyal Medya Iddia 1: Filistin askerleri, türk askerlerine cephe arkasından saldırdı ve 14 bin türk askeri şehit oldu !

Bu iddia, tarihsel kayıtlara dayanmadığı gibi, Osmanlı arşivlerinde böyle bir durumun belgesi yoktur. Filistin bölgesi, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı kontrolü altındaydı ve Arap isyanları ayrı bir konu olmakla birlikte, burada Araplar ve Osmanlı askerleri arasında genel bir ihanet ya da kitlesel saldırı olarak tanımlanabilecek olaylar net şekilde doğrulanmamıştır. Arap isyanları İngilizlerin desteğiyle sınırlı bölgesel ayaklanmalardır ve bu kapsamda yaşanan çatışmalar ayrı ayrı ele alınmalıdır.

Sosyal Medya Iddia 2: Filistin’de 1837’de yapılan nüfus sayımında Yahudi nüfusu 9 bindir, sonrasında Arapların toprak satmasıyla 1908’de Yahudi nüfusu 100 bini geçmiştir!

Bu rakamlar genel olarak doğru kabul edilir. Osmanlı döneminde Filistin’de Yahudi nüfusu azdı ve 19. yüzyılda, özellikle Siyonist hareketle birlikte artış göstermiştir. Toprak satışlarının büyük bölümü, şahsi mülkler üzerinden yapılmış ve devlet tarafından değil, bölgedeki Arap mülk sahipleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak Osmanlı padişahının Yahudilere toprak satışı yasağı konusunda ise farklı tarihsel yorumlar vardır; uygulamada bazı istisnalar olmuştur.

Sosyal Medya Iddia 3 : Arapların Yahudilere toprak satışında !yarıştığı ve Osmanlı padişahının açık emriyle toprak satışının yasak olduğu !

Osmanlı’nın merkezi yönetimi toprak satışlarını sınırlamaya çalışsa da, özellikle yerel Arap toprak sahipleri şahsi mülklerini satmışlardır. Bu satışı engellemek mümkün olmamıştır ve bazen resmi yasaklara rağmen uygulamada kolaylıklar sağlanmıştır. Dolayısıyla bu iddia gerçeklerin karmaşık bir parçasını yansıtır, ancak tek taraflı ve basitleştirilmiş bir anlatımdan öteye gitmez.

 

Sosyal Medya iddia 4 : Yahudilerin Alman ve İngiliz kimlikleri kullanarak sahte belgeyle toprak aldıkları !

Bu tür iddialar ciddi tarihsel delillere dayanmamaktadır. Toprak alımları genellikle yasal yollarla, Siyonist örgütler ve bireysel Yahudiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu tür suçlamalar, tarihsel süreçte karşı tarafı kötülemek için zaman zaman ortaya atılmıştır, ancak somut belgelerle desteklenmemektedir.

Sosyal Medya iddia 4 : Osmanlı sonrası İngiliz himayesinde toprak satış yasağının kalkması ve satılan arazi miktarlarının hızla artması

Bu durum doğru kabul edilmektedir. İngiliz Mandası dönemi boyunca, Yahudi yerleşimcilerin toprak alımları artmıştır. Ancak bu süreçte bölgedeki Arap nüfusun ve toprak sahiplerinin tepkileri ve direnişi de ciddi olmuştur.

 

Kaynaklar

Bu yazıda ele alınan iddialar, hem Osmanlı arşiv belgeleri hem de uluslararası akademik çalışmalar ışığında değerlendirilmiştir. Bunlardan bir tanesi bizim Neue Welt Verlag ile Viyana’da 2016 yılında beş yıllık bir çalışmanın ürünü olarak yayınladığımız Almanca dilinde 800 sayfalık Avusturya Bilim Akademisi’nden 24  ilim insanlarıyla, „Doğu (Şark) ve Batı (Garp) – 500 Yıllık Karşılaşmalar ve Algılar“ başlıklı eserdir. Özellikle aşağıdaki eser ve kaynaklar, Filistin tarihine ve Osmanlı-Filistin ilişkilerine dair sağlam bir temel oluşturmaktadır:

 

 

Amy Singer, Palestine in the Late Ottoman Period: Political, Social and Economic Transformation (2002): Osmanlı döneminde Filistin’in nüfus yapısı, toprak mülkiyeti ve sosyal dinamiklerine kapsamlı bir bakış sunar. Singer, toprak satışlarının önemli kısmının Filistin’de yaşayan Arap toprak sahiplerinden olduğunu vurgular ve Osmanlı’nın bu satışları sınırlamak için koyduğu hukuki engelleri detaylandırır.

•⁠ ⁠Benny Morris, Righteous Victims: A History of the Zionist-Arab Conflict, 1881-1999 (1999): Morris, Filistin’deki Yahudi göçü ve toprak alım sürecini tarihsel bağlamında ele alır. Satışların büyük çoğunluğunun Arap toprak sahiplerinden yapıldığı, ancak Osmanlı ve sonrasında İngiliz yönetimlerinin bölgesel dengeyi sağlamaya yönelik düzenlemelerde yetersiz kaldığına dikkat çeker.

•⁠ ⁠Amy Singer, Palestine in the Late Ottoman Period: Political, Social and Economic Transformation (2002): Osmanlı döneminde Filistin’in nüfus yapısı, toprak mülkiyeti ve sosyal dinamiklerine kapsamlı bir bakış sunar. Singer, toprak satışlarının önemli kısmının Filistin’de yaşayan Arap toprak sahiplerinden olduğunu vurgular ve Osmanlı’nın bu satışları sınırlamak için koyduğu hukuki engelleri detaylandırır.

•⁠ ⁠Benny Morris, Righteous Victims: A History of the Zionist-Arab Conflict, 1881-1999 (1999): Morris, Filistin’deki Yahudi göçü ve toprak alım sürecini tarihsel bağlamında ele alır. Satışların büyük çoğunluğunun Arap toprak sahiplerinden yapıldığı, ancak Osmanlı ve sonrasında İngiliz yönetimlerinin bölgesel dengeyi sağlamaya yönelik düzenlemelerde yetersiz kaldığına dikkat çeker.

Bu akademik kaynaklar, sosyal medya ve popüler platformlarda hızla yayılan basit ve manipülatif anlatıların ötesinde, karmaşık tarihi gerçeklikleri ortaya koymaktadır. Tarihsel meselelerde kesin ve objektif bilgi, toplumsal barış ve geleceğe yönelik sağlıklı politikalar için elzemdir.

Fazit ve öneriler

Fazit ve öneriler

Filistin meselesi, tarih ve siyaset açısından karmaşık ve çok katmanlı bir konudur. Sosyal medyada dolaşan basitleştirilmiş ve manipülatif iddialar, hem tarihsel gerçeklere zarar vermekte hem de bölgesel barış çabalarını baltalamaktadır. Türkiye ve bölge ülkeleri için önemli olan, tarihsel gerçekleri doğru okumak, ön yargılardan uzak durmak ve dengeli politikalar geliştirmektir.

“Filistinlilerin Türklere zulmü” gibi temelsiz iddiaların yayılması, gerçek mağdurların sesi olmayı engeller ve toplumlar arasında düşmanlık tohumları ekebilir. Tarihi olayları bilimsel metotlarla ele almak; propaganda ve önyargılar yerine belgeye dayalı analizleri tercih etmek zorundayız.

Barışın ve karşılıklı anlayışın yolu, tarihsel gerçekleri dürüstçe ortaya koymaktan geçer. Böylece hem Türkiye’nin hem de bölgenin istikrarı ve refahı sağlanabilir.

Peki, amaca ulaşmak için hangi araçlar kullanılmalı ve neler yapılmalı?

Bu başka bir analizimizin konusu olacaktır. Ancak kesin olanları kısa olarak dile getirebiliriz:

Türkiye, barış arayan bir ülke olmaktan çok, barış kuran bir aktör olmak zorundadır. Bunu yapabilecek tarihsel, kültürel, diplomatik ve insani kapasiteye sahiptir. Ancak bu, mezhepsel değil dengeli; popülist değil kurumsal; romantik değil gerçekçi; duygu değil akıl temelli politikalarla mümkündür. Türkiye medyası, özellikle dış politika haberlerinde ya „romantik mağduriyet“ ya da „sert düşmanlaştırma“ kalıpları içinde yayın yapmaktadır. Bu yaklaşım, halkın zihninde barış zemini bırakmamaktadır. Barış için medya; duygu değil veri, önyargı değil analiz, ajitasyon değil denge üretmelidir.

Sadece büyükelçilerle değil, partiler ve mezhepler üstü akademisyenler, din adamları, gazeteciler ve STK temsilcilerinden oluşan bağımsız barış heyetleri, Orta Doğu’ya gönderilerek hem sembolik hem pratik barış misyonları yürütülebilir. Sivil toplum odaklı diyalog platformları kurulmalıdır. Yalnızca devletler değil, halklar da barış inşa eder. Kadın örgütleri, gençlik dernekleri ve akademik forumlar arası temaslar arttıkça önyargılar kırılır. Türkiye bu tür üçüncü sektör diplomasi alanlarını desteklemelidir.

Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi aktif politika haline getirilmelidir. Bu ilke sadece retorik olmamalı; iç barışla dış barışın birbirine bağlı olduğu kavranmalıdır.

 

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner