KIRMIZI BEYAZ KIRMIZI

ROT WEISS ROT

Birinci Dünya Savaşı‘nda Avusturya-Türk İşbirliğinden Kesitler adlı kitap, hem internet ortamında E -Book şeklinde hem de baskı halinde yayınlandı. Eser Avusturya'nın Milli Kütüphanesi, Parlamentosu başta olmak üzere önemli tüm kütüphanelerinde yerini kaynak eser olarak almaya başladı. Eserin yazarı İsmail Tosun Saral, "Kitabımla Avusturya Türkiye arasında bir nebze iyilik ve yakınlaşma yolunda bir tohum da ben serpebildiysem ne mutlu bana!“ dedi.

VİYANA. Avusturya Türkiye ilişkilerinde özellikle 1. Dünya savaşı sırasındaki tarihe ve işbirliğine ışık tutan „Kırmızı Beyaz Kırmızı“ kaynak eseri Viyana-Ankara arasında hiç bir kurumdan sübvanse edilmeden büyük emekler ile yayınlayan Viyana merkezli   “Neue Welt Verlag” adlı yayınevinin imtiyaz sahibi Birol Kılıç,
 „ Bu eser savaşı övmek, özendirmek ve bir kibir vesilesi yapmak hedefi ile hazırlanmadı.
Tam tersine, Yayınevimizin sayın İsmail Tosun Saral tarafından kaleme alınan bu eseri okuyucularla buluşturmaktaki amacımız, az bilinen bir konu hakkında, bu alanda ileride bilimsel eserler sunacak bilim insanlarına, gazetecilere ve araştırmacılara kaynak sağlamak; hepsinden öte, sahip olduğumuz bilgi birikimini bizden sonra gelecek nesillere elimizden geldiğince aktarmaktır.“  dedi. 

 

Kılıç sözlerine şöyle devam etti:  „Bu kitapta Birinci Dünya Savaşı’nda;  İngilizlerin Çanakkale Boğazı’ndan çekilmesini sağlayanları;  Filistin cephesinde Türkler ile kahramanca çarpışanları;  Türk topçuları ve kayakçılarının eğitilmesine katkıda bulunanları; Yaralı Osmanlı askerlerine şefkat elini uzatan melekleri tanıyacaksınız. İsmail Tosun Saral’ın 1. Dünya Savaşı´nda Osmanlı-Avusturya-Macaristan ittifakından kesitleri içeren makalelerini buluşturan bu eserde bu ve benzeri konularda tarihin karanlıkta kalmış kısımlarına belgeleri ile şahit olacaksınız. Eserin Avusturya-Türkiye dostluğuna katkısı olmasının yanında bilimsel çalışmalara veya kamuoyunu aydınlatıcı yeni eserlere kaynak teşkil etmesini dileriz. Eserin mimarı Sayın İsmail Tosun Saral’a en başta uzun sağlık dolu ömürler diler, kendisine yayınevimiz adına Viyana’da şükran ve saygılarımızı arz ederim.

 

 

Eseri E-Book şeklinde okumak mümkün. Haberin sonunda ilgili link verilmiştir.

Saral ile hoş bir mülakat

“Bir bülbül bulunuz Ekselans, bülbül”

SARAL: „Kitabımla Avusturya Türkiye arasında bir nebze iyilik ve yakınlaşma yolunda bir tohum da ben serpebildiysem ne mutlu bana!“

Birinci Dünya Savaşı‘nda Avusturya-Türk İşbirliğinden Kesitler adlı kitap, hem internet ortamında E -Book şeklinde hem de baskı halinde yayınlandı. Eser Avusturya’nın Milli Kütüphanesi, Parlamentosu başta olmak üzere önemli tüm kütüphanelerinde yerini kaynak eser olarak almaya başladı. Eserin yazarı seksen yaşına giren ve hala Gül Baba eserleri gibi önemli  kaynak- araştırma kitaplarının yazarı Ankara merkezli Türk-Macar Dostluk Derneği Başkanı İsmail Tosun Saral, “ Viyana merkezli Neue Welt Verlag adlı yayınevinin büyük desteği yayınladığımız  kitabımla Avusturya Türkiye arasında bir nebze iyilik ve yakınlaşma yolunda bir tohum da ben serpebildiysem ne mutlu bana!“ dedi.

„Kırmızı Beyaz Kırmızı“  adlı eseri yayınlayan Neue Welt Verlag adlı Viyana merkezli yayınevine bu kitabın yayınlanmasında destek veren Yeni Vatan Gazetesi’nin, eserin yazarı 80 yaşında olan ama hala  herkese örnek olarak üreten emekli bankacı İsmail Tosun Saral ile gercekleştirdiği mülakat içinde verilen bilgiler oldukça dikkat çekti. İsmail Tosun Saral Viyana’dan sorduğumuz sorulara Ankara’dan şöyle cevap verdi.

Yeni Vatan Gazetesi: Sayın İsmail Tosun Saral, bize kendinizden bahseder misiniz?

İsmail Tosun Saral: Askeri tarih yazarı ve müzeci rahmetli Tümgeneral Ahmet Hulki Saral ve ev hanımı rahmetli  Hacer Cenan Saral’ın oğluyum. 1941 yılında Fethiye’de doğdum. 1961 yılında TED Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra Viyana’da Hochschule für Welthandel (Dünya Ticareti Yüksek Okulu)’de okudum. Yedek Subaylık görevini Mamak Muhabere Okulu Telli Alay’da tamamladım. 1966 yılında memur olarak çalışmaya başladığım İş Bankası saflarında Şef Yardımcısı, Müfettiş ve Müdür olarak görev aldıktan sonra 1997 yılında emekli oldum. Merkezi Ankara’da bulunan Türk-Macar Dostluk Derneği kurucularından olup, derneğin kurulduğu 1992 yılından itibaren yönetim kurulu üyesi olarak çalışmalarını sürdürdüm. 2017 yılında dernek yönetim kurulu başkanı seçildim. Bektaşî dervişi Gül Baba üzerine yaptığım çalışmalarım dergilerde yayımlandı; Macarcaya da çevrildi. Türk-Macar, Türk-Avusturya ilişkileri gibi konular üzerine 100’ü aşkın makale ve 8 kitap yazdım. 5 Mart 2013 tarihinde Macaristan Cumhurbaşkanı János Áder tarafından Macar-Türk kültürel ve tarihî hatıralarının muhafaza edilmesi uğrunda gerçekleştirdiğim çok taraflı faaliyetlerin takdiri olarak Macar Liyakat Nişanı  Şövalye Haçı (“Magyar Érdemrend lovagkeresztje”) ile ödüllendirildim.  Eşim Eser Hanım’ın bu çalışmalarımda verdiği desteği de bu vesileyle ifade etmek isterim. Tabii oğullarım Ahmet Saral ve Emre Saral da bana çok yardımcı oldular.

Kırmızı Beyaz Kırmızı adlı eserin yazarı İsmail Tosun Saral Viyana’dan sorduğumuz sorulara Ankara’dan cevap verdi.

Yeni Vatan Gazetesi: Avusturya’ya olan ilginiz nereden ve nasıl doğdu sayın Saral?
İsmail Tosun Saral:  1961 yılında Ankara Koleji‘nden mezun oldum.  Niyetim Kara Harp Okuluna girmekti. General olan rahmetli babam “bizim sivil devlet adamlarına ihtiyacımız var” diyerek bunu istemedi ve beni sivil bir kariyere yönlendirdi. Ben de ‘öyleyse yurt dışına giderim’ diyerek “Dövizli Özel Öğrenci İmtihanı”na girdim ve kazandım. Kolejde İngilizce öğrendiğimden, o dönemin de ruhuna uygun olarak ABD veya İngiltere’ye gitmem daha uygun olabilirdi. Ne var ki, bu ülkelerde üniversite tahsili çok pahalı olduğundan; ayrıca ortaokul ve lisede ek ders olarak Almanca aldığımdan diline az çok vâkıf olduğum ve yaşam koşulları daha ucuz ve uygun olan Avusturya’yı tercih ettim. O sırada bir sınıf arkadaşımın ağabeyi Avusturya’da tahsil görüyordu. Yazları Türkiye’ye geldiğinde, Avusturya’daki hayatı bize ballandıra ballandıra anlatıyordu. Avusturya, anlaşılan benim genç aklımda bu şekilde yer etmiş. O zamanlar, Avusturya cidden çok ucuzdu. Memleketimizin ekonomisi iyi değildi ama devletimiz yurt dışında okuyacak gençlere özel bir düşük kur rejimi uyguluyordu. Böylelikle devlet memuru bir baba ve ev hanımı bir anne, çocuklarını orada sıkıntı çekmeksizin okutabilmiştir.

13 Aralık 1961 günü sabaha karşı, iki gün üç gece süren bir tren yolculuğundan sonra Südbahnhof’a geldim. O yıllarda Avrupa‘ya sadece tren ile ulaşılıyordu. Viyana-İstanbul uçuşları yanılmıyorsam 1963 de başladı. Bulgaristan’da trene kesinlikle yolcu almıyorlardı; kapıları üstümüze kilitlemişlerdi. Daha serbest bir rejim olan Yugoslavya’da ise vagonumuza Yugoslav yolcular bindiler ama çok pislerdi. Tüm vagonu, tuvaletleri kirlettiler. Bu kötü şartlarda Yugoslavya’yı geçerek Villach’a ulaştığımızda dünya değişti. Etrafı insana huzur veren bir hava kapladı. Trene binen kişilerin kılık kıyafeti, nezaketi, güzelliği hemen dikkatimi çekti. Temiz kıyafetli temizlikçi kadınlar, ellerinde temizlik malzemeleriyle vagonlara girdiler, baştan aşağı her tarafı temizlediler, etrafa güzel kokular sıktılar. Bir el arabasıyla yiyecek içecek satan bir görevli iki gün süren açlık ve susuzluğumuzu giderdi. Sonraları gide gele tecrübe kazanıp yolda yanıma yeteri kadar ihtiyaç maddesi alarak bir daha sıkıntı çekmedim.

İstasyonda beni bir arkadaşım karşıladı ve kalacağım otele yerleştirdi. Ertesi gün ilk işim kendime bir pansiyon aramak oldu. Öğrenciler ve Viyana dışından gelen Avusturyalılar genellikle bir yaşlı kadının evinin bir odasında pansiyoner olarak kalırlardı. Beni istasyonda karşılayan arkadaşım Opera binası arkasında bulunan Führichgasse’deki Hochschülerschaft‘a gidersem oradan bir pansiyonun adresi alabileceğimi söylemişti. Öğrenci birliğini araya araya buldum. Bana Löwengasse’de Frau Radovan adlı yaşlı bir kadının adresini verdiler. Derhâl oraya gittim ve odaya yerleştim. Radovan’ın evinde benden başka 5 kişi daha kalıyordu. Hatta salonda bile yatan vardı. Benim odama banyo ve tuvaletten geçilerek girilirdi. Tuvaleti kullanmak isteyen kapımı çalarak tuvaleti meşgul edeceğini, odadan çıkmak için biraz  beklemem gerektiğini söylerdi. Bir gün Frau Radovan Noel ağacı almak istediğini söyleyerek, benden kendisine yardımcı olmamı rica etti.  Beraberce Schwedenplatz’ta bugün tramvay durağı ve U-Bahn istasyonu bulunan yerde Noel ağaçları satılırdı. Gittik, uygun bir ağaç bulup aldık. Evin salonunda beraberce süsledik. Burada çok duygulandığım bir olayı anlatmadan edemeyeceğim: Frau Radovan, süslemiş olduğumuz ağacı Stalingrad Muharebeleri sırasında kaybettiği iki kardeşinin resimlerini astı.

Saral’ın kiracı olarak kaldığı başka bir dairenin manzarası. Rathaus yönüne bakış. Soldaki bina üniversitedir. (1963)

Başımdan geçen ilginç bir olayı da sizinle paylaşayım: Akşamları odama gelince odamın sımsıcak olduğunu görür ve ‘Frau Radovan ne kadar iyi yürekli bir kadın; beni bu soğuk Viyana günlerinde ısıtmak için elinden geleni yapıyor,’ derdim. Bir gün telefon çaldı, daire sakinlerinden müsait olanlar telefona bakardı, o gün bana denk geldi. Frau Radovan’ı arıyorlardı; kendisine haber vermek için odasına gidip kapıyı çaldığımda ses vermeyince aralık kapıdan başımı uzatıp içeri baktığımda Frau Radovan’ın koltukta uyukladığını gördüm. . O an benim odamın duvarına bitişik büyük Viyana usulü çini sobayı gördüm. Meğerse o sobanın kazanı benim odadaymış, Radovan’ın da ısınmak için benim odaya gelip kömürümü kullanması gerekirmiş!

Saral’ın kiracı olarak kaldığı daireden Schottentor ve Votivkirche manzarası (1963)

Sonra Viyana Noel tatiline girdiğinden yaşadığım en karanlık günler başladı.  Bütün tatil günlerinde evde kapalı kaldım ve Türkiye’den gelirken getirdiğim kuru gıdalarla idare ettim. Ancak Noel’den sonra Viyana’yı tanımaya yavaş yavaş alışmaya başladım.

Efendim kalacak yer işini hallettikten sonra sıra Almanca kursuna yazılmaya  gelmişti. Yine Hochschülerschaft’ta bana ayrıca özel Almanca dersi veren firmaların ve Hammer-Purgstall Enstitüsü’nün adreslerini verdiler. Dominikanerbastei’de bulunan Hammer-Purgstall Enstitüsünü tercih ettim. Çünkü kaldığım pansiyona yürüme mesafesi kadar yakındı.

 

Meşhur Türkolog ve tarihçi Johann von Hammer-Purgstall  adına kurulan  ÖOG Österreichische Orient – Gesellschaft Hammer-Purgstall ünvanlı Şark Derneğinde Noel tatilinden sonra Mayıs 1962’ye kadar Almanca öğrendim.  Almanca öğretmenimiz soyadını hatırlayamadığım ama hepimizin Herr Hans diye çağırdığı iri yarı, tombul, güleç, şakacı,  görünüşü bir Alman’dan ziyade Slav veya Türk’ü andıran bir Avusturyalı idi. Anadolu Türkçesi ile birlikte bütün Türk diyalektlerini, hatta Farsçayı bilirdi. Eski yazıyı okur ve yazardı. Şimdilerde kesinlikle görülmeyecek bir âdet olmak üzere, derslerde çok sigara içerdi. Ben de bundan cesaret alarak derste özentiden bir puro yakıverdim:  “Oh Monşer, Ekselansları kahve de ister misiniz?” diye sorunca çok mahcup olmuştum.

Derste konuşur, yaramazlık yapardık. Bir gün dayanamadı: “Bana bakın, ben Türk mürk anlamam. Türklerden de korkmam. Ben bir SS Subayı idim. Hepinizi keserim!” diye bizi azarladı. Tabii ki sustuk. Birkaç gün sonra bir arkadaş Herr Hans’a bu SS subaylığı meselesini sordu. Derinlemesine pek bilmiyorduk doğrusu. İkinci Dünya Savaşı’nda Rus ordusundan kaçarak Alman ordusuna sığınan Müslüman Orta Asya kökenli  askerlerden Ruslara karşı savaşmak üzere Avrupa’da o zaman vuku bulan soykırımlardan haberi olmayan bir Türkistan Tümeni Naziler tarafından sizleri Rus esaretinden kurtaracağız diye kurulmuştu. Herr Hans da bu tümene çok iyi Türkçe bildiği için tercüman subay olarak gönderilmiş. Aslında SS filan değilmiş. Tabii ki kimseyi de kesmemiş, lafın gelişi olarak söylemiş. Yaşadığı tecrübelerle bizim gibi yirmili yaşlardaki gençlere değer verirdi ve iyi davranırdı. Aslında çok iyi bir adamdı. O zamanlar 2. Dünya Savaşı’ndan çıkmış ve Hitler-Nazi Almanyası tarafından 1938’da ilhak edilerek 1945 yılına kadar de facto ortadan kaldırılmış olan Avusturya Bağımsız Devleti ve Cumhuriyeti’nde altmışlı ve yetmişli yıllarda bizim yaşadığımız Avusturya’da SS veya Nazi geçmişi şöyleydi veya böyleydi diye konuşulmazdı. Avusturya, bu konuları 1980’li yıllardan sonra yüksek sesle dillendirmeye; 1990’lı yıllardan sonraysa açık ve net bir biçimde konuşmaya ve tartışmaya başladı. Bizim, yani 2. Dünya Savaşı’na girmemiş Türkiye Cumhuriyeti’nden gelmiş öğrencilerin bu NAZİ, SS vs. konularında bilgileri daha azdı.

Neyse efendim….1962 Mayıs ayında işlediğimiz „Deutsche Sprache für Türken“  adlı ders kitabı bitti. Radyo ve televizyondaki konuşmaları kolaylıkla anlayabiliyor; gazeteleri ve mecmuaları okuyabiliyorduk. Ama konuşamıyor ve meramımızı anlatırken zorlanıyorduk. Bu sıkıntımı Herr Hans’a açtım. O sevimli Alman aksanına çalan düzgün Türkçesiyle “Bir bülbül bulunuz Ekselans, bülbül” dedi. Önce bu bülbülün ne olduğunu anlamadım. Sonra kafama dank etti. Meğerse Herr Hans bana bir Fräulein bulmamı tavsiye edermiş! Allah rahmet eylesin.

 

Viyana’da bulunduğum dönemler oraya Türk misafir işçilerin ilk defa geldikleri döneme rastlar. O dönem Viyana Sefaretinde görevli Konsolos Metin Bey ile aramızda bir samimiyet olmuştu. Sene 1962 sonu 1963 başı gibiydi. Bir gün kendisi beni aradı ve İstanbul’dan bir işçi kafilesinin Viyana’ya geleceğini; onların tren garında karşılanarak fabrikalarına yerleştirilmek benden onlara rehberlik etmem ricasında bulundu. Kabul ettim. Fabrika yetkilileri beni otomobille aldılar ve soğuk bir Viyana sabahının erken saatlerinde tren garına gelen işçileri karşıladık. Tabii ki Almanca bilmiyorlardı. Gelen işçilerimiz fakir ama gururlulardı. Hepsi takım elbiseli, kravatlılardı ve başlarında şapkaları vardı. Onlara kendimi tanıttım ve rehberleri olduğumu ve beni sessizce takip etmelerini kendilerine söyledim. Kafilenin tamamı benden yaşça büyüktü ama beni teğmenleri gibi karşıladılar. Onlarla olduğum müddetçe hep saygı gösterdiler. Yıllar sonra çeşitli yerlerde karşılaştığımız zaman elimi öpmeye kalktılar. Gelişlerinden sonra da uzun müddet fabrikaya giderek onların yasal işlemleriyle uğraştım, bir ihtiyaçları olup olmadığını sordum. Tabii, serde gençlik ve eğlence var; aradan bir süre geçince bu işten sıkılıp bıraktım… Böyle güzel, terbiyeli, memleketimize yaraşır, mağrur insanlardı. Bunlar bugün Viyana’da kök salmış soydaşlarımızın birinci nesil atalarıdır. Aynı dönemde Viyana’ya İspanyol misafir işçiler de gelmişti. Bizim işçilerimizle kıyaslanmayacak derecede hırpanî durumdalardı. Gömlekleri yırtık, bazılarının ayakları çıplaktı. Bizim insanımız ise belli ki memleketten müsamereye gider gibi derli toplu uğurlanmıştı. Biz böyle bir millettik!

Yeni Vatan Gazetesi: O günlerin Viyanası nasıldı ve Viyana ile bağınız hâlâ devam ediyor mu?
İsmail Tosun Saral: Sovyet askerleri Avusturya’dan 1955 yılında çekilmişlerdi. Bu nedenle Avusturya, kendine ancak geliyordu. Halkın, fazla zengin olmamakla beraber her hallerinden eski ve büyük bir kültürün sahipleri olduğu anlaşılıyordu. Çalışanların ücretleri düşüktü. Bir tür filtreli sigara olan Avusturya malı Smart Export o yıllarda yeni piyasaya çıkmıştı. 12 şiline satılıyordu. Bu sigarayı bile alamıyorlardı. Türkiyeli öğrenci arkadaşlarımız nispeten daha kaliteli olan bu sigarayı içerlerdi ve günümüzdeki cep telefonu merakı gibi oturdukları kafe masalarının üzerine bu sigarayı koydukları zaman bu etraftaki diğer müşterilerin dikkatini çeker ve onlardan gayet nazik bir biçimde bir adet sigara hediye alma ricasında bulunurlardı. Bu aklımda kalan çok enteresan bir hatıradır. Ben o zamanlar pipo içerdim, sadece iki pipo tütünü markası vardı: King Edward ve Revelation. Yolum 1963 yılında İsviçre’ye düştüğünde bir tütün dükkânına uğramıştım ve çeşit çeşit ürün karşısında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

Genç Tosun Saral, üniversite eğitimi sırasında boş zamanlarında Tuna Nehri kıyısına gider, orada eğlenirdi.

Viyana’da 1966 yılına kadar kaldım. Geride kalan yıllar içerisinde Viyana ve Avusturya çok çok gelişmiş, dünyanın en meşhur markaları satılır olmuştu. Önü açıktı. Meşhur Kärtner Caddesi’nde Jaguar otomobillerinin satış mağazası açıldığında insanlar heyecanla toplaşmış ve teşhir ürünlerini seyretmişlerdi. Televizyonu da ilk defa Viyana’da gördüm. İnsanların kılık kıyafetleri gayet şık ve temizdi. Kadınlar ve erkeklerin başlarında Avusturya türü millî şapkalar vardı. Daha zengin Viyanalılar Kärtner Caddesi’ndeki Habig isimli mağazanın şapkalarını takarlardı. Türkiye’ye dönerken bir yaz tatilinde babama da aynı marka bir şapka getirmiştim. Rahmetli uzun yıllar bu şapkayı taktı. Viyana dışında Avusturyalı sınıf arkadaşlarımızla hafta sonları dağlara veya diğer şehirlere giderdik.

Tosun Saral 1. Viyana Kärtner Caddesi‘nde (2010)

İş hayatı, çocukların büyümesi, hayat koşturmacası gibi sebeplerden ötürü 1966 yılında buradan ayrılmamın ardından Viyana’ya bir sonraki ziyaretim 1997 yılında mümkün oldu. Emekli olduktan sonra eşim Eser ile bir tur kapsamında oralara gittim. O dönem ülkemizin olanaklarına kıyasla çok gelişmiş olan Viyana’yı görünce heyecanım ve şehre olan hayranlığım bir kat daha arttı. Hacettepe Üniversitesi öğretim elemanlarından küçük oğlum Emre, akademik çalışmaları kapsamında sık sık Budapeşte ve Viyana’ya gider. Biz de onu ziyaret etmek maksadıyla gider gezeriz. Böyle ziyaretlerden birinde 2010 yılında beraberce Viyana’ya da gittik. O zaman, öğrenciyken harpten, hava şartlarından ötürü kararmış-kirlenmiş binaların tamamının inci gibi pırıl pırıl temizlendiğini ve parladığını gördüm. Yeni Viyana kasvetli Viyana’dan çok daha güzel olmuştu. Daha sonra 2015 ve 2017 yıllarında da yolumuz Viyana’ya düştü. 2015’teki seyahatimizde ayrıca Mozart’ın şehri Salzburg ve çevresindeki göllere de seyahat ettik. Gayet güzeldi. İnşallah pandemi kısıtlamaları biter de sağlığımız yerindeyken yeniden oralara gidebiliriz!

Yeni Vatan Gazetesi: O dönemden tanıdıklarınızla hâlâ görüşüyor musunuz?
İsmail Tosun Saral: Avusturyalı sınıf arkadaşlarımdan bir kaçıyla hâlâ görüşürüm. Rahmetli Werner Hess en yakın arkadaşımdı. Motosikletiyle bütün Avusturya’yı, hatta Güney Tirol ve İsviçre’yi de gezmiştik.

Werner Hess ve Tosun Saral Opera Binası önündeler (2010)

Çok iyi bir üniversite tahsili almış olmasına ve çok kültürlü bir insan olmasına rağmen bir türlü hak ettiği görevlere gelememiş; bir o yana bir bu yana savrulmuştu. Bunun vermiş olduğu manevî yıkımla kendini bir türlü toparlayamadı. İçine kapandı ve sürekli şikâyet eden bir kişi haline geldi. 2015’te Viyana’ya geldiğimizde görüşme şansımız oldu. Bağırsak hastalığından yakınıyordu. 2016’da kız kardeşinden aldığımız bir e-posta ile vefat haberini öğrendik. 2017’de Viyana’da bulunduğum gün mezarını ziyaret etmek istediğimde kaderin bir cilvesi olacak ki, 31 Ekim Ölüleri Anma Günüymüş. Bunun farkına mezarlığa ulaştığımda vardım. Viyana’daki mezarlık sistemi bizdekinden biraz farklı olduğu için Werner’in mezarını önce bulamadım.

Tosun Saral değerli Avusturyalı arkadaşı Werner Hess’in Viyana’daki kabri başında (2017)

Bir mezarlık görevlisinden yardım istemeye gittiğimde görevli odasındaki radyodan tanıdık Yurttan Sesler Korosu melodileri geliyordu. Türk olduğu ortaya çıkan mezarlık görevlisi bizi rahmetlinin yattığı toplu alana götürdü. Sonradan öğrendik ki rahmetlinin cenaze törenine de sadece 5 kişi gelmiş. Ruhu şad olsun!

 

Tosun Saral (en solda) ve Hans Georg Richter (yanında) iki arkadaşıyla beraber

Diğer arkadaşlarım ise Dfkm. Alfred Hofer ve Dfkm. Hans Georg Richter’dir. Alfred, hâlâ babasından kalma Lerchenfelder Caddesi’ndeki dairesinde oturuyor. Eşimle 1973 senesindeki düğünümüze Ankara’ya da gelmişti. Hans ise Reiffeisen Bankası’ndan üst düzey yönetici olarak emekli oldu. Eşi Sisi de tam bir Viyanalı hanımefendidir. Her Noel’de kendileriyle telefonda görüşürüz. Oğullarımın yolu ne zaman Viyana’ya düşse onları baba şefkatiyle karşılar, bağrına basar. Bu da beni çok memnun eder. Gerçek Türk dostlarıdır. Benimle beraber okumaya giden Türk arkadaşlarımla da hâlâ görüşürüm. Örneğin, Necmi Bozacıoğlu ile yıllarca aynı odayı paylaştık; askerliği de beraber yaptık. Şimdi İstanbul’da yaşıyor, Allah selamet versin, torunlarıyla ilgileniyor.

 

Tosun Saral ve Hans Georg Richter 19. Viyana’nın ünlü Kahlenberg’te (2012). Türkler, II. Viyana Kuşatması sırasında otağlarını buraya kurmuşlardı.
Alfred Hofer ile Werner Hess Avusturya Alpleri’nde (1960’lar)

 

 

 

Yeni Vatan Gazetesi : Gelelim kitabınıza sevgili İsmail Tosun bey…Türk- Avusturya İlişkileri konusunda makaleler yazmak fikri nasıl aklınıza geldi?
İsmail Tosun Saral: Türk-Macar Dostluk Derneği Başkanı olarak yakın dostane ilişkiler içinde bulunduğum Macar diplomatlardan olan askerî ateşe bir gün bana “Çanakkale muharebelerinde Macar askerler de görev yapmışlar, bu konuda bilginiz var mı?” diye sordu. Hiç duymamıştım. Ben de her Türk gibi Almanlar ile olan askeri ittifakımızdan ve askerlerimizin Galiçya’daki muharebelerinden haberdardım ve Avusturya-Macaristan Ordusu askerlerinin bizim topraklarımızda “kemalî cesaretle” çarpıştıklarını bilmiyordum. Derhal araştırmaya başladım. Bu konuda maalesef kitap ve makale de yazılmadığını üzülerek gördüm. Bu nedenle Avusturya Millî Kütüphanesi (ÖNB)‘nin kaynaklarına müracaat ettim ve engin bir hazine buldum. 2010’lu yılların başıydı ve dönemin gazeteleri elektronik ortama daha yeni yüklenmişti. Bu sayede oğlum Emre Saral ile yazdığımız ve Türk Macar Dostluk Derneği’nin  9. Kitabı olarak çıkan “Çanakkale, Sina, Filistin Cephelerinde Avusturya Macaristan Topçu Bataryaları” adlı kitabımız 2012 yılında yayımlandı. Zamanla edindiğimiz yeni bilgiler ve çıkan yeni kaynaklar ışığında eserimiz 2015 yılında yeni baskısını yaptı. Geçtiğimiz sene Türkiye’de popüler bir yayınevi eserimizle ilgilendi ve İstanbul’daki Macar Kültür Merkezinin de samimi desteğiyle eserimiz genişletilmiş ve gözden geçirilmiş haliyle “Türklerle Beraber” ismiyle okuyucuların beğenisine sunuldu. Böylece, Avusturyalılar ve Macarların Türkiye‘deki faaliyetlerini ilk defa Türk kamuoyuna sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Yeni Vatan Gazetesi: Kitapta yer alan konular hakkında bilgi verir misiniz? Avusturyalı askerler Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de hangi faaliyetlerde bulunmuşlardı? Bunlar arasında özellikle öne çıkan alanlar hangileridir?
İsmail Tosun Saral: Kitabım, Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale ve Filistin-Sina cephelerinde görev yapan Avusturyalı ve Macar askerleri hakkında farklı konulardaki makalelerden oluşmaktadır. Avusturya-Macaristan Ordusu’nun topları ve topçuları takviyede bulunmak üzere Kasım 1915’ten itibaren Çanakkale cephesine gelmişlerdir. Bu askerlerin Ocak 1916’da İngilizler ve Anzakların cepheden çekilmelerine yoğun top ateşiyle katkıları olmuştur. Çanakkale cephesinin kapanmasının ardından Kanal Harekâtı, Suriye ve Filistin’in savunulmasında Türk Ordusu’na yardım etmişlerdir. Zamanla topçularla beraber yardımcı ulaştırma, sağlık, iletişim-muhabere gibi konularda da Avusturyalı askerler gelmişlerdir. Bunlardan ülkemizde canları verip hâlâ Türkiye’de ebedî uykularını uyuyanlar vardır. Kitabımızda bu askerlerin faaliyetlerinden bahsediyoruz. Bu askerler aynı zamanda topçuluk, kayak, dağcılık gibi konularda Türk askerlerinin eğitimlerini de üstlenmişlerdir. Avusturyalı hemşireler yaralı Mehmetçik’e şefkatli ellerini uzatmışlardır. Birinci Dünya Savaşı’nda da iki devletin birbirleriyle yakın ilişki içinde müttefik olmasıyla, ilişkilerde yeni bir devir başlamıştır. Kahraman Avusturya İmparatorluk Ordusu askerleri Türk topraklarında “seve seve ve kemalî cesaretle” dövüşmüşler ve hayatlarını feda etmişlerdir. Bu fedakârlık biz Türkler için asla unutulmayacak bir gerçektir. Kitabımda tüm bu konulara ışık tutmaya çalıştım.

Yeni Vatan Gazetesi: Günümüzdeki Türk-Avusturya İlişkilerini nasıl değerlendirirsiniz? İki taraflı ilişkilerin geliştirilmesi için neler yapılabilir?
İsmail Tosun Saral: Macarların Mohaç Meydan Muharebesi’nde yenilmesinden sonra Türklerin yeni rakibi Habsburg Hanedanı’nın yönettiği Avusturya olmuştu. Türk-Avusturya ilişkileri denince akla her zaman Viyana kuşatmaları ve aramızdaki düşmanlık gelir. Hâlbuki 1791 yılında imzalanan Ziştovi Antlaşması’ndan beri Türkler ve Avusturya arasında uzun bir barış dönemi başlamıştır; birbirimizle o günden beri savaşmamışız ama pek samimi olmamışız da!

Genç Tosun Saral Avusturya Alpeleri’ne giderken (1960’lar)

Pek bilinmez ama Avusturya, Balkan Harbi’nin o feci günlerinde hep Türkiye’nin yanında olmuştur. Türkiye’nin düştüğü en zor durumda dürüstlük,  sadakat ve kalıcı dostluğu göstermişlerdir. Aslında şartlar da bunu gerektiriyordu doğrusu. Daha üç dört sene evvel Bosna-Hersek’i ilhak ettiklerinde Osmanlı Devleti ile Avusturya birbirlerini neredeyse bir kaşık suda boğacaklardı. Şimdiyse, Sırplar ve Karadağlılara esir düşmemek için Avusturya Macaristan’a sığınan 3000- 4000 kadar Türk asker ve sivil, Avusturya’da memnuniyetle misafir ediliyor, gittikleri tüm monarşi şehirlerinde saygı ve sevgi görüyorlardı. Balkanlar’daki etkinliğini kaybetmek ve Rusya’nın güçlenmesini istemeyen Avusturya, Türklere yardım elini uzatmış. Savaş zamanında da böyleydi aslında. Kimse başkasına karşılıksız yardıma gelmiyor. Avusturyalılar savaşı  kazandıkları takdirde Osmanlı Devleti’nden pek çok ekonomik, siyasî ve ticarî imtiyaz alabilirlerdi. Demek ki siyaset böyle bir şey! Atatürk Dönemi’nde de Türkiye’nin kalkınmasına ve imarına pek çok Avusturyalı uzman ve sanatkâr katkıda bulundu. Clemens Holzmeister, Heinrich Krippel Ernst Egli, Josef Dobretsberger, aklıma ilk gelen isimler. Bu isimlerin varlığı iki ulusun yakın tarihlerinde kuvvetli bağlar geliştirmesi için yeter de artar bence.

 

Biz öğrenci olarak geldiğimizde Avusturya, Türk vatandaşlarından vize istemezdi; ama artık geçerli vizen olsa bile sınır kontrollerinde çeşitli sıkıntıların olduğunu, ek belgelerin istendiğini işitiyor, haberlerde okuyoruz. Belki bunlar Avrupa Birliği’nin öne sürdüğü birtakım zorlamalardır, bundan ötürü Avusturya devletini sorumlu gösteremeyebiliriz. Yine de şayet aramız iyi olsaydı ve birbirimize karşılık sempati besleyebilseydik, bu ve benzeri prosedürlerin olabildiğince kolaylaşması, asgariye inmesi için taraflar ellerinden gelen çabayı gösterirlerdi. Viyana’dan ayrıldığım 1960’lı yılların ortasından itibaren Avusturya Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında, belirgin bir düşmanlık olmasa bile, zamanla eski soğuklukların gün yüzüne çıktığını gözlemledim. Belli ki Avrupa’daki siyasî cereyanlar ve Türkiye’nin dış siyasette yaşadığı çalkantılı gelişmeler buna etken oldu. Avrupa kamuoyunda sistematik bir Türk karşıtlığı, Türklere yönelik bir soğukluk ortaya çıktı. Avusturya da bundan etkilendi. Orada yaşayan Türkler de oraların yaşantısına adapte olmakta zorlandıkça aradaki mesafeler daha da arttı. Bu soğukluk ne yazık ki devam ederek bu güne kadar gelmiştir.

Bir gün Macaristan Büyükelçiliği’nde verilen bir akşam yemeğinde yanına oturtulduğum dönemin Avusturya Büyükelçisi Ekselans Dr. Marius Calligaris’a kendimi Türk-Macar Dostluk Derneği Başkan Yardımcısı olarak takdim ettikten sonra sözü Ankara’da birçok Avusturya sempatizanı Türk’ün bulunmasına rağmen, bir Türk – Avusturya Dostluk Derneği’nin olmadığına getirmiş, böyle bir derneğin Türk ve Avusturya halkları arasında kültürel ve dostane ilişkileri geliştireceğine dair görüşümü paylaşmıştım. Aldığım cevap ise çok üzücü idi: “Bizim böyle bir derneğe ihtiyacımız yok.”

Bu duruma bir istisna olarak, 2010’lu yıllarda ise Avusturya Büyükelçisi olarak Ankara’da görev yapan Ekselans Heidemaria Gürer ilişkilerin gelişimi için elinden geleni fazlasıyla yapmaya çalıştı. Burada kendisinin Türk kökenli bir Avusturyalı ile evli olduğunu da paylaşmak isterim. Kendisi, Avusturya üniversitelerinde tahsil görmüş Türkleri Büyükelçiliğe davet ederek birbirleriyle tanışma olanağı sağlamıştı. Bu nedenle biz Avusturya üniversitelerinde okumuş Türkler kendisine minnettarız ve şükranlarımızı arz ederiz.

Bugün dost ve kardeş Macaristan ile olan ilişkilerimiz her şeyin üzerindedir. Avusturya ile olan ilişkilerin de geliştirilmesi ve aynı samimiyet düzeyine gelmesi şarttır. Gerek Elçilik bünyesinde çalışan diplomatlardan gerekse diplomatik görevi olmayan ve başka işlerle meşgul olan Avusturyalılar arasından yürekten Türkiye sevgisi besleyenlerle zaman zaman karşılaşma ve hemhâl olma olanağım oluyor ama gönül isterdi ki karşılıklı sempati bireysel çaba olarak kalmasın, dostluk ve sempati Macarlar ile olduğu gibi ülkelerin içten ve sistemli bir siyaseti haline gelsin. Bu her iki ulusun çıkarı için elzemdir. Çok kaliteli Avusturya malları için Türkiye iyi bir pazardır. Ticaretin geliştirilmesi her iki ülke için yarar sağlar. Ama sadece malının iyi olması veya çok paranın olması karşılıklı ticaretin gelişeceği anlamına gelmez; ticarî ilişkiler biraz da karşılıklı anlayış ve karşılıklı sempatiyle desteklenmelidir. Almanya’dan sonra Avrupa’da en kalabalık Türk nüfusun bulunduğu ülke Avusturya, şehir ise Viyana’dır.

Yeni Vatan Gazetesi: Çok teşekkür ederiz. Sağlıklı esenlik dolu günler dileriz.
İsmail Tosun Saral: Rica ederim. Ben sizlere verdiğiniz kamuoyunu aydınlatıcı bilgilerden dolayı içtenlikle teşekkür ederim. Sizler bizlerden daha iyi biliyorsunuz. Biz Ankara’da yaşıyoruz ama Avusturya’nın sosyal, kültürel ve çalışma hayatına katkı sağlayan pek çok Türk vardır. Bunlar orada var oldukları sürece bizim de ilişkilerimiz kopmaksızın devam edecektir. Her iki tarafın da ilişkilerin iyi yönde seyretmesi için fedakârlıkta bulunması gerekmektedir. Aramızdaki ayrılıklara ve ayrışmalara vurgu yapmak kolay; bir arada yaşamın tohumlarını ekmek ise zordur. Kitabımla Avusturya ve Türkiye arasında bir nebze iyilik ve yakınlaşma yolunda bir tohum da ben serpebildiysem ne mutlu bana! Ankara’dan tüm değerli okuyucularınıza sevgiler, selamlar ve saygılar. Amacı sadece Türk-Avusturya dostluğuna hizmet olan bu kitabın basılmasına verdikleri büyük destek nedeniyle Sayın Ali Güler’e, oğlum Sayın Emre Saral’a ve Sayın Aydın Epikman’a teşekkür ederim. En büyük teşekkürü ise bu projeyi gerçekleştirmem için beni teşvik eden; Türkiye ile Avusturya toplumlarının birbirlerini anlayabilmelerinin ve birbirleriyle yakınlaşabilmelerinin ancak bu ve benzeri girişimlerle mümkün olabileceğine dair kanaatimi içtenlikle paylaşan Neue Welt Yayınevi’nin sahibi, değerli arkadaşım Sayın Birol Kılıç’a etmek istiyorum. Bu kitap kendisinin ısrarcı tutumu olmasaydı ortaya çıkamazdı. Başarılı çalışmalarınızın devamı dilerim. ( Viyana, Ankara 05. 06.2021)

Eseri E-Book şeklinde okumak mümkün:

Hier können Sie das Buch als E-Book lesen.

 

Relevante Artikel

Back to top button
Fonds Soziales Wien
Cookie Consent mit Real Cookie Banner