
Nietzsche’nin İslam’a sessiz saygısı
Nietzsche, Hacı Bektaş Veli ve Kuran’da İnsan: Manevi yolculuğun felsefi ve ahlaki kesişimleri nedir? Kanat'a karşı Nietzsche’nin İslam’a dair doğrudan ifadelerden kaçınması, yok sayma değil; düşünsel bir mesafeyle yaklaşma biçimi olabilir. Bu sessizlik, kimi metinlerde sezilen saygı tonuyla birlikte, felsefi bir dikkat örneği olarak okunabilir. Kısa bir bakış.
Modern birey, boşluk ve ahlak: 21. yüzyılın sınavından geçen insan…
Birol Kılıç, Viyana’dan analiz ve gözlemler, 7.08.2025
21. yüzyıl, bireyin teknolojiyle kuşatıldığı, kimliklerle bölündüğü, yolsuzlukların ve şiddetin arttığı bir ortam içinde hızla yalnızlaştığı ve manevi yönden sarsıldığı bir çağdayız. İnsani duruş sahibi insanlar, çağın gürültüsünde; sahte haberlerin, manipülatif kampanyaların ve çarpıtılmış tarihin arasında diri diri gömüldüğü bir ortamdayız... Sahip çıkmalıyız bu insanlara. Evet hikmetli sözleri ve ahlaklı duruşları olan örnek insanları aranıyor. Bu analiz bir arayıştır: hakikatin peşinde, kelimenin yükünde, insanın hem peşinde ama hem de içinde. Dermanı bilmiyorum.
Dermanı bilmemek bir eksiklik değil; ama akıl, bilgi ve tecrübeyle susmamak, eksikliğin içinden doğan bir direniştir. Bu bir yolculuktur. Asolan yolculuktur. Yol ise cümleden uludur.
Bir yolculuğa davet: Hikmetli sözler ile „hikmetin“ izinde üç duruş
Felsefi duruşları ve hikmetli sözleriyle üç büyük düşünürle çıktığımız bu kısa yolculuğu kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Ancak yolculuk başlamadan önce, hepimizi aynı ruh haline davet eden kısa bir sorgulama gerek…“Philosophia”, yani felsefe kelimesi Philo (sevgi, dostluk) ve Sophia (bilgelik, anlayış) kelimelerinin birleşiminden oluşur ve „Hikmetli sözler“ diye anlabiliriz. Kökeni topraklarımızın evladı olan Yunan dilinden gelir. Bu nedenle bu yolculuk felsefe, bilgeliği seven, hikmeti arayan bir yolculuktur.
Anadolu’nun kadim topraklarında bu yolculuğa çıkan nice düşünür yetişmiştir. Hacı Bektaş Veli bunlardan biridir. Kant ve Nietzsche ise bu arayışın Batı’daki farklı yürüyüşleridir.
Felsefeyle uğraşan kişiye “filozof” denir; yani bilgeliği seven insan. Gerçek felsefe, yalnızca düşünmek değil; hikmetle yaşamaktır.
Bilgeliğe duyulan sevgiyle başlar; hakikati aramakla derinleşir.
Bu anlam üzerine düşündüğümüzde, Anadolu’nun ne denli köklü bir felsefi mirasa sahip olduğunu görmek zor değildir.
Hacı Bektaş Veli, bu mirasın en hikmetli temsilcilerindendir.
Kant ve Nietzsche ise bu arayışın farklı coğrafyalardaki yankılarıdır.
Filozofluk, kuru bilgiyle değil; vicdanla, duruşla ve eylemle yoğrulmuş bir arayıştır.
İşte şimdi, bu arayışa birlikte adım atıyoruz.
Hacı Bektaş-ı Veli şöyle der: “Arifler hem arıdır, hem arıtıcıdır.”
Bu söz, anlayış ve hikmet sahibi kişilerin—yani ariflerin—gönüllerinin kirlerden arınmış, saf ve duru olduğunu; aynı zamanda bu saflığı çevresine yansıtarak başkalarını da kötülükten ve cehaletten arındırdığını anlatır.
Bu öğreti, ariflerin içsel temizlikleriyle dış dünyaya sundukları iyilik ve aydınlatıcılığı bir arada vurgular.
Kant ve Nietzsche de, bu anlamda birer arif figürüdür. Her biri kendi ışığıyla düşünceyi aydınlatır. Bu ışıklardan yararlanmak gerek.
“Bir deli divane” gibi haykıran Alman filozof Friedrich Nietzsche (1844–1900), modern felsefenin en aykırı ve en sarsıcı isimlerinden biridir. Üzerinde çeşitli konularda Almanca eserlerimiz hazırlık aşamasında. Nietzsche, özellikle din, ahlak, güç ve birey kavramları üzerine geliştirdiği radikal fikirlerle tanınır. “Tanrı öldü” sözüyle ün kazanan bu düşünür, aslında Batı’nın ahlaki ve kültürel temellerini kökten sorgulayan bir fikir devrimcisidir.
Nietzsche’nin eserlerinde İslam doğrudan sıkça yer almaz. Ancak Hristiyanlık eleştirisi bağlamında İslam’a dolaylı göndermelerde bulunduğu görülür. Bu nüans, Batı düşüncesini anlamak açısından önemlidir. Zira Kant’ın İslam ile ilişkisi dolaylı değil, doğrudandır.
Kant, 18. yüzyılda yaşadığı ve hayatı boyunca hiç ayrılmadığı Prusya’nın başkenti Königsberg sokaklarında dakik adımlarla dolaşırken, çevredeki insanlar saatlerini onun geçişine göre ayarlayacak kadar onun disiplinine ve düzenine alışkın hale gelmişti. Soğukkanlılığı, sistematik düşünce yapısı ve ahlaki tutarlılığıyla Kant, tam anlamıyla bir Prusyalı Alman figürüdür.
Nietzsche ise bunun tam karşısında yer alır: Acı çeken, yaratıcı bir isyankâr, romantik, köşeli ve zaman zaman bir “deli divane” gibi haykıran bir Alman düşünür. Onun felsefesi, Kant’ın düzenli ve ölçülü evrenine karşı bir isyan gibidir—duygunun, iradenin ve bireysel özgürlüğün çığlığıdır.
Bu bağlamda, yayınevimiz Neue Welt Verlag olarak 2018 yılında ve Kant’ın 22 Nisan 2024’teki 300. doğum yıldönümünde Viyana’da Almanca iki eser yayımladık. Yıllar boyunca yazarlar, akademisyenler ve düşünürlerle gerçekleştirdiğimiz Kant yemekli toplantılarında bu konuları uzun uzun ele aldık.


Bizi özellikle ilgilendiren, 18. yüzyıl Aydınlanmasının en güçlü temsilcisi Kant’a karşı Nietzsche’nin sert, eleştirel ama aynı zamanda sempatik ve derinlikli muhalefetidir. Şu anda Nietzsche üzerine çeşitli Alman ve Avusturyalı yazarlarımızla birlikte yeni eserler üzerine konuşuyoruz.
Nietzsche’nin metinlerini Almanca özgün haliyle okuyup etkilenen biri olarak, onunla ilgili gözlem ve analizlerimiz zamanla daha da derinleşiyor. Belki bu çalışmalar, sizin de ilginizi çekebilir.
Nietzsche’nin düşünsel yürüyüşünde „Batı’dan -Okziden’den Doğu’ya-Orient’e“ nasıl bir yürüyüş var ki bize, „Nietzsche’nin İslam’a sessiz saygısı“ diye denememizin başlığı olarak seçtik. Nietzsche’nin felsefi mirası, acaba Batı düşüncesiyle hesaplaşırken Doğu’ya dair sezgisel bir arayışı da içinde taşıyor mu? Mesafeli dokunuşları ve göndermeleri nerede? Kant ve Nietzsche, ahlakın iki uç noktasını temsil eder. Kant, düzeni ve evrenselliği savunurken; Nietzsche, yaratıcı kaosu ve bireysel özgürlüğü yüceltir. Her ikisi de insanın ahlaki doğasına dair derin sorular sorar: “Ne yapmalıyım?” ve “Kim olmak istiyorum?” Bu iki düşünürün karşıtlığı, aslında insanın içindeki ikiliği yansıtır. Hem düzen ararız hem özgürlük. Hem evrensel ilkeler isteriz hem bireysel anlam. Bu nedenle Kant ve Nietzsche’yi birlikte okumak, ahlakın sadece bir sistem değil, bir insanlık sınavı olduğunu gösterir.
Kant’a göre ahlak sade bir pusula mı?
İlk önce illa „iyi niyet“ arayan felsefeci. Ya „kötü niyet“?
Çevrenize dikkatle bakın: “İyi niyetli” insan kaldı mı? Siyasette, ekonomide, makamda, mülkte, pazarda, dernekte, ilimde… Her yerde çok şey var, ama iyi niyet az ruhu hakim.
Aklınızda tutun: İyi niyet….
Alman bir felsefeciyle birlikte yayımladığımız “Kant’ın Sis Denizi Üzerindeki Yürüyüşü: Akıl Eleştirisinin Gerçek Doğuş Hikâyesi, C.D. Friedrich’in Görsel Dünyasının Aynasında” adlı eserin önsözünde, özellikle Immanuel Kant’ın ahlak ve etik felsefesinin—başta iyi niyet ve sorumluluk ilkeleriyle şekillenen kategorik imperatifi—giderek daha ikiyüzlü hale gelen dünyamızda yeniden önem kazandığını vurguladık. Nietzsche’yi anlamadan önce Kant’ı merak etmeli, onun düşünsel temelini kavramalıyız. Bu ifade, Kant’ın düşünsel gelişimini romantik ressam Caspar David Friedrich’in doğa temalı tablolarıyla ilişkilendirerek, onun felsefesinin görsel ve duygusal boyutlarını keşfetmeye davet ediyor. Özellikle “Sis Denizi Üzerindeki Gezgin” tablosu, Kant’ın metafiziksel arayışını ve “yıldızlı gökyüzü ile içimizdeki ahlak yasası” arasındaki bağı simgesel olarak yansıtır.

Yazarlarımızdan sayın Gregor Bernhart-Königstein’in bu çalışması, Kant’ın Saf Akıl Eleştirisi gibi soyut metinlerini, Friedrich’in görsel diliyle buluşturarak daha sezgisel ve mistik bir Kant portresi sunuyor A B. Bu yaklaşım, Kant’ı yalnızca rasyonel bir filozof olarak değil, aynı zamanda Tanrı’yı arayan bir düşünce gezgini olarak yeniden yorumluyor. Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde şu tezi ortaya koyar: “Dünyada, hatta onun dışında bile, hiçbir şey koşulsuz olarak iyi sayılamaz; yalnızca iyi niyet hariç.” “Dünyada, hatta onun dışında bile, hiçbir şey koşulsuz olarak iyi sayılamaz; yalnızca iyi niyet hariç.”
Devamında Kant, iyi niyetin en yüce değer olduğunu savunur. Ahlakın anlamını çözmek, onu uygulamak ya da bir pusula gibi kullanmak isteyen herkesin Kant’tan geçmesi gerekir. Kant, ahlakın ön koşullarını şöyle açıklar: “Gerçek bir ahlak, bir yanılsamadan fazlası olmak istiyorsa, insanın arzularından ve eğilimlerinden bağımsız olmalıdır. Ahlaktan söz edebilmek için, onun evrensel yasalara dayanması gerekir—bu yasaların temeli ise ‘saf akıl’dır.”
Kant burada bizi daha derin sorulara yönlendirir:
“Peki, ikiyüzlülük yozlaşmışların dili değil midir? Sevgi olmadan hakikat olur mu? Sevgi ve iyi niyet, ilk hakikat değil midir?”
Bu sorular bizi İsa’nın öğretisine götürür. Nasıralı İsa, yalnızca iyi niyetin ya da kuralların değil, nihayetinde iyi eylemin esas olduğunu hatırlatır. Bu anlayış, aslında Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük dünya dininin ortak köküdür. İsa’nın inandığı Tanrı, bu üç dini birleştirir. Bu bile, birbirimize akıl ve erdemle yaklaşmak için yeterlidir.
Hz. Muhammed (sav), genç yaşta kazandığı “Emin” sıfatıyla, ileride “La” (Hayır) diyerek putları yıkmış; Furkan olan Kelamullah ile insanı, şirk batağının açık, kapalı, sisli tüm kirlerinden arındırmaya davet etmiştir. Bu yolun başlangıcı yine ahlak ve iyi niyettir.
Bakmayın daha sonra gelen melun Emevi-Muaviye teolojisinin, kötü niyeti İslam dünyasına bir karanlık gibi çökertmesine… Bu gidişatı değiştirecek olan, Müslümanların kendisidir. Ahlaksız ve kötü niyetli olup Müslüman sıfatını taşıyanlar, bu yolun ancak bataklığına ve köleliğine sürüklenir.
Her şeye “La” diyerek—şirkten, güce, makama ve mülke tapmaktan vazgeçerek—Ebu Zer’in ruhuyla başlamak gerekir. Aksi halde, “kitap yüklü eşek”ten (Cuma, 5) farkımız kalmaz.
Kant’ın sisli denizler üzerindeki yürüyüşü ve yeni hakikatler arayışı, bugün hâlâ bize yol göstermeye devam ediyor.
Acı çekiyorsunuz… Kırgınız! Biliyorum. Kirlilikten. Masumluğumuzdan uzaklaştıkça acı çekiyoruz. İnsan olup da çevresinde bu kadar savaş, düşmüşlük, fitne, fesat ve alçaklık varken nasıl acı çekmez insan? Hele ki kendi içindeki kırık halleri düşündüğünde…
Yalnızlığın sessizliğinde, masum çocukluk anları gelir mi aklınıza?
Annenizle, babanızla yaşadığınız o saf ve mutlu zamanlar… Kendimizi emin ellede hissedişimiz günler..
Halalar, teyzeler, dayılar, kuzenler, yeğenler…
Hepsi ne kadar iyi niyetliydi değil mi?
O zamanlar kalpten gelen bir gülümseme, bir sarılma her şeyin ilacıydı.
Şimdi dünya büyüdü… ama insanlar ne kadar küçüldü, farkında mısınız?
Bir gün terk edeceğimiz bu dünyada, insanlığa ne kattığımızı hiç düşündünüz mü?
Arkanızda ne kalacak?
Sadece hoş bir seda mı?
Yoksa iyi niyetle yoğrulmuş icraatlar ve vicdanla örülmüş bir iz mi?
Kant ve Nietzsche: Ahlakın İki Ucu, Bir İnsanlık Sınavı
Immanuel Kant (1724–1804) ve Friedrich Nietzsche (1844–1900), modern felsefenin iki dev sütunu olarak insanın ahlaki doğasına dair birbirinden oldukça farklı ama derinlikli yaklaşımlar sunarlar. Kant, Prusya’nın başkenti Königsberg’de yaşadığı hayat boyunca dakikliğiyle tanınan, saatlerin bile onun yürüyüş ritmine göre ayarlandığı disiplinli ve sistematik bir düşünürdür. Nietzsche ise acı çeken, romantik, köşeli ve zaman zaman haykıran bir “deli divane” gibi, Batı’nın ahlaki yapısına karşı isyan eden bir filozoftur.
Kant’ın Ahlakı: Evrensel İlke ve İçsel Zorunluluk
Kant’ın ahlak felsefesi, “kategorik imperatif” ilkesine dayanır. Bu ilke, bireyin yalnızca evrensel yasa haline gelebilecek ilkeler doğrultusunda hareket etmesini öngörür. Ahlaki eylem, eğilimlerden değil, görev bilincinden doğmalıdır. Kant’a göre ahlak, aklın ürünü ve insanın özgür iradesiyle yaptığı seçimlerin sonucudur. Bu nedenle ahlaki kararlar, bireyin özerkliğine ve insan onuruna dayanmalıdır.
Kant’ın bu yaklaşımı, bireyi evrensel bir ahlaki düzenin parçası olarak konumlandırır. Din, bu sistemde ahlaka hizmet eder; ahlakın kendisi ise Tanrı’ya ulaşmanın bir yoludur. Kant için dindarlık, ahlaki bütünlükle anlam kazanır.
Nietzsche’nin Ahlakı: Yaratıcı İsyan ve Bireysel Değer
Nietzsche, Kant’ın sistematik ve evrensel ahlak anlayışına karşı çıkar. Ona göre geleneksel ahlak, bireyin iradesini bastırır ve yaşamı inkâr eder. “Tanrı öldü” sözü, bu ahlaki çöküşün bir kültürel teşhisidir. Nietzsche, bireyin kendi değerlerini yaratması gerektiğini savunur. “Üstinsan” kavramı, bu yaratıcı bireyi temsil eder: sürü ahlakını reddeden, kendi içsel gücünden doğan bir etikle yaşayan insan.
Nietzsche’nin ahlakı, duyguyu, bedeni ve iradeyi merkeze alır. Ona göre gerçek ahlak, bireyin kendini aşmasıyla mümkündür. Bu nedenle Kant’ın evrensel ilkeleri yerine, Nietzsche bireysel özgürlük ve yaratıcı güç üzerine kurulu bir etik önerir.
Nietzsche, Hacı Bektaş Veli ve Kuran’da İnsan: Manevi yolculuğun felsefi ve ahlaki kesişimleri
Hacı Bektaşi Veli’nin (1209 – 1271) şu felsefik ve hikmetli nefeslerine pür dikkat
Dostumuzla beraber, yaralanır kanarız,
Her nefeste aşk ile yaratanı anarız.
Erenler meydanına, vahdet ile gir de gör,
Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız.
Edep, erkâna bağlıdır, ayağımız başımız,
Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız.
Soframızda bulunan, lokmalar hep helâldir,
Yiyenlere nur olur, ekmeğimiz aşımız.
Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,
Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde
Hakk’a talip olan kişi, başka murat isteme,
Dostun seninle beraber, başka vuslat isteme.
Bu dünya bir sofradır, arzular gelir geçer,
Eğer bizi buldun ise, başka murat isteme.
Sevgi muhabbet kaynar, yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağımızda.
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda,
Aslanlarla ceylanlar, dosttur kucağımızda.
Modern Bireyin ahlaki krizi
21. yüzyılda birey, hem seküler felsefenin hem de dini metinlerin etkisiyle ahlaki bir yön arayışındadır. Politik söylemler, dini vaazlar ve toplumsal tartışmalar “ahlak” kavramını sıkça gündeme getirirken, bu kavramın içi giderek boşalmaktadır. Gerçek şu ki: İnsan önce ahlaki bir varlık olmalı, sonra dini bir kimlik taşımalıdır. Aksi takdirde din, sadece bir vitrin, bir güç aracı ve bir riyakârlık maskesi haline gelir.
Bu bağlamda hem Friedrich Nietzsche’nin Also sprach Zarathustra adlı eseri hem de Kuran’daki Maun ve Luqman sureleri, bireyin içsel sorumluluğunu ve dışsal dindarlığın eleştirisini merkeze alır. Bu metinler, dini istismara ve sahte ahlaka karşı güçlü bir duruş sergiler. Özellikle Luqman Suresi 33. ayet, şu uyarıyı yapar: “Sakın ha! O büyük aldatıcı seni Allah adına kandırmasın.”
Bu uyarı, dini söylemi manipülasyon aracı olarak kullananlara karşı evrensel bir eleştiridir. Nietzsche de benzer şekilde, dini kurumların Tanrı’yı bir otorite aracı olarak kullanmasını eleştirir ve şöyle der:“Tanrı öldü.”Bu ifade, Tanrı’nın metafizik varlığını değil, Tanrı adına konuşanların ahlaki çöküşünü hedef alır.
Nietzsche’nin Üçlü Metaforu: Deve, aslan ve çocuk
Nietzsche, insanın manevi dönüşümünü üç aşamada tanımlar: deve, aslan ve çocuk. Deve; yük taşıyan, itaat eden, geleneksel değerleri sorgulamadan kabul eden insandır. Aslan; başkaldıran, “Ben istiyorum” diyen, dışsal otoriteyi reddeden figürdür. Çocuk ise; yaratıcı, saf ve yeni değerler inşa eden varlıktır. Bu üçlü metafor, insanın içsel özgürleşme sürecini simgeler.
Hacı Bektaş Veli’nin “4 Kapı 40 Makam” öğretisi
Bu dönüşüm, İslam tasavvufunda da benzer bir yapıyla karşımıza çıkar: Hacı Bektaş Veli’nin “4 Kapı 40 Makam” öğretisi, insanın manevi yolculuğunda ulaşacağı erdemli hal olan “İnsan-ı Kamil” olma sürecini anlatır. Sistem; Şeriat (dışsal disiplin), Tarikat (manevi yol), Marifet (bilgelik) ve Hakikat (mutlak gerçeklik) adında dört kapıdan oluşur ve her kapıda on makam bulunur. Bu kırk makamı tamamlayan birey, ruhsal olgunluğa erişir ve Hakk’ın aynası haline gelir.
„Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiçbiri için Bir Kitap“ adlı eserinde Nietsche kullandığı deve, aslan ve çocuk metaforları bu manevi yolculukla örtüşür. Deve; yük taşıyan, itaat eden, geleneksel değerleri sorgulamadan kabul eden insandır. Aslan; başkaldıran, “Ben istiyorum” diyen, dışsal otoriteyi reddeden figürdür. Çocuk ise; yaratıcı, saf ve yeni değerler inşa eden varlıktır. Bu üçlü metafor, Hacı Bektaş Veli’nin dört kapısındaki ilerleyişle paralel bir dönüşüm sürecini temsil eder.
Hacı Bektaş Veli (1209–1271), yalnızca İslam dünyasının bir velisi değil, aynı zamanda Anadolu’nun büyük bir filozofudur. “Hikmetli sözlerin” babası olarak bilinir. Onun öğretilerinde insan, rahmanî olanı içinde canlandıran, Hakk’ın aynasıdır
Nietzsche’nin ağzı, Kant’ın onayı ve Hacı Bektaş Veli’nin duasını alacak sözlerle makam sahiplerine
Makam, insanın sınavıdır. Kant’a göre, aklın rehberliğinde adaletle yönetilmelidir; aksi halde görev değil, gösteri olur. Nietzsche, makamı bir güç sahnesi olarak görür; birey kendi değerlerini yaratmazsa, o sahne riyakârlığın tiyatrosuna dönüşür. Hacı Bektaş Veli ise uyarır: “Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.” Makamın varsa, halkın yükünü taşı; yoksa o yük seni ezer. Para ve mevki, insanı vezir de eder, rezil de—ama vicdanı olmayanı mutlaka maskeye çevirir. Gerçek makam, dışta değil; içte, ahlakta ve hizmettedir.
Makam, insanı yüceltmez—insan makamı yüceltirse anlam kazanır. Çünkü makam, vezirlik hayaliyle çıkılan bir yolculukta, rezilliğe düşmenin en kestirme durağı olabilir. İçini doldurmayan her unvan, dışarıdan parıldasa da içeride çürür. Makam, hizmetle parlar; etrafına sarılan liyakatsiz kalabalıkla değil. İtibarı beş para etmeyen dalkavuklarla çevrili bir koltuk, er ya da geç bir sirk alanına dönüşür. Gerçek itibar, gösterişte değil; adalette, edeptedir.
Makam sahiplerine öyle sözler gerek ki, Nietzsche’nin ağzından çıksa bile hakikati sarsın, Kant’ın terazisinden geçse bile akla otursun, Hacı Bektaş Veli’nin duasına layık olsun. Çünkü güç, gösterişle değil; hikmetle taşınır. Makam, yalnızca koltuk değil; vicdanın, aklın ve hizmetin sınav yeridir. Orada konuşulan her söz, ya insanı yüceltir ya da maskesini düşürür.
Kuran’da Ahlaki tutarlılık ve sarsan Kelamullahlar: Maun ve Luqman Sureleri
Maun Suresi, ibadet eden ama yetime sırt çeviren, yoksulu görmezden gelen kişiyi eleştirir. Bu, dini ritüelin ahlaki sorumlulukla birleşmediği durumlara karşı sert bir uyarıdır. Luqman Suresi ise bilgelik, tevazu ve içsel dengeyi öğütler. Her iki sure de, bireyin Tanrı’ya değil, önce vicdanına sadık olması gerektiğini vurgular.
Nietzsche’nin “sürü ahlakı” eleştirisi, Maun Suresi’ndeki dışsal dindarlık eleştirisiyle örtüşür. Luqman Suresi’nin bireysel sorumluluk vurgusu ise Nietzsche’nin “üstinsan” idealine yakın durur: Kendi değerlerini yaratabilen, içsel tutarlılığı olan insan.
Nietzsche, Batı felsefesinin devleriyle hesaplaşarak kendi özgün düşünce evrenini kurarken, Doğu’ya dair sezgisel bir yakınlık da ( aşağıda) geliştirir. Kant’ın evrensel akılcılığına, Hegel’in sistemci tarih anlayışına ve Marx’ın kolektif kurtuluş fikrine karşı bireyin içsel dönüşümünü özünde savunur. Schopenhauer’in karamsar “isteme” felsefesinden yola çıkar ama onu aşarak “güç istenci”ne ulaşır. Kierkegaard ile bireyin trajik yalnızlığında buluşur, fakat Tanrı’ya değil, insanın kendi değer yaratımına yönelir.
Bu düşünsel yürüyüş, Nietzsche’yi Doğu’ya, özellikle de İslam düşüncesine yaklaştırmış mı acaba?Metafiziği reddetmesi, ahlaki kalıpları sorgulaması ve bireyin özgünlüğünü savunması, onu İslam’ın özündeki tevhid ve irade anlayışıyla sezgisel bir düzlemde buluşuyor desek abartmış mı oluruz? Nietzsche, belki de Doğu’yu hiç doğrudan okumadan, onunla aynı soruları sormuştur: İnsan kimdir, neye inanmalı, nasıl yaşamalı?
Nietzsche’nin felsefesi, Batı’nın akılcılığına karşı bir başkaldırı olduğu kadar, Doğu’nun hikmetine doğru sessiz bir yürüyüştür.
Karşılaştırmalı Analiz: Nietsche versus Hacı Bektaşi Veli
-İçsel Sorumluluk: Nietzsche, Luqman Suresi ve Hacı Bektaş Veli, bireyin kendi içinden doğan ahlaki sorumluluğu merkeze alır.
-Dışsal Dindarlık Eleştirisi: Maun Suresi ve Nietzsche, gösterişe dayalı, sahte dindarlığı eleştirir.
– Manevi Yolculuk: Nietzsche’nin üç aşaması ile “4 Kapı 40 Makam” öğretisi, insanın içsel dönüşümünü farklı kültürlerde benzer biçimde tanımlar.
•-Yaratıcılık ve Bilgelik: Çocuk metaforu ile Hakikat kapısı, bireyin yaratıcı ve bilge yönünü temsil eder.
Zamanın Ötesinde Bir Sohbet: Kant, Nietzsche ve Hacı Bektaş Veli’nin Gölgesinde İnsan
Königsberg sabahında Kant, her zamanki gibi dakik adımlarla yürüyüşünü tamamlıyor. Cebindeki saatle gökyüzünü karşılaştırırken zaman bile onun disiplinine boyun eğiyor. Aynı anda, bir dağ yamacından Nietzsche’nin sesi yankılanıyor: “Tanrı öldü!” der gibi, varoluşun sınırlarını zorlayan bir haykırış. Ve aziz Anadolu’nun taş avlusunda, Hacı Bektaş Veli onları bekliyor. Elinde bir testi, gözlerinde bin yılın bilgeliğiyle gülümsüyor: “İnsanı tanımadan Hakk’ı arama.”
Üç figür, zamanın ötesinde bir sohbette buluşuyor. Konu: insan. Ama hangi insan? Ahlaklı mı, yaratıcı mı, kâmil mi?
Kant konuşuyor önce. Sesi ölçülü, cümleleri düzenli: “İnsan, aklın rehberliğinde evrensel yasaya uymalıdır. Ahlak, eğilimden değil, görevden doğar. Din, ahlaka hizmet etmeli; yoksa sadece bir ritüel olur.”
Nietzsche gülümsüyor ama alayla: “Senin görev dediğin şey, sürüye boyun eğmektir. Ben, kendi değerlerini yaratan insanı savunuyorum. Üstinsan, kendi yasasını koyar. Ahlak, yaşamın kendisinden doğmalı; kurallardan değil.”
Hacı Bektaş Veli sessizce dinliyor. Sonra derin bir nefes alıyor: “İnsan, dört kapıdan geçmeden ne aklı ne iradeyi tanır. Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat… Her biri bir iç yolculuktur. Ahlak, sadece akılda değil; gönülde, nefste ve sırda da olmalı.”
Nietzsche’nin deve, aslan ve çocuk metaforlarıyla Hacı Bektaş’ın dört kapısı arasında bir köprü kurulur mu? Yazdık. Deve; yük taşıyan, sabreden, kuralları içselleştiren insandır. Aslan; başkaldıran, “Ben” diyen, dışsal otoriteyi reddeden figürdür. Çocuk ise; yaratıcı, saf ve yeni değerler inşa eden bir varlıktır. Bu üçlü metafor, Hacı Bektaş Veli’nin manevi yolculuğundaki bir elinde aslan ve geyik bakan dönüşümle örtüşür.
Kuran’ın sesi de bu diyaloğa katılır. Maun Suresi, ibadet eden ama yetime sırt çeviren ahlaksız ve emin olmayan din bezirganı kişiyi eleştirir. Luqman Suresi 33. Ayet ise bilgelik, tevazu ve içsel dengeyi ve , “ Aman o o yaman aldatıcı seni Allah diyerek aldatmasın: öğütler. Her iki sure de şunu söyler: Sakın ha! O büyük aldatıcı seni Allah adına kandırmasın.Riyakar, zalim ve münafık olma…
Nietzsche bu sesi tanır. O da dinin maskeyle kullanıldığı zamanlarda haykırmıştır. Kant ise bu uyarıyı aklın süzgecinden geçirerek evrensel bir etik haline getirmiştir. Hacı Bektaş Veli ise bu sözü, gönül aynasında yansıtmıştır. Ve şimdi, üç bilge aynı taş zeminde susar. Çünkü bazen en derin hakikat, söylenmeyen cümlede saklıdır. Evet konu insandır. Ama hangi insan?
Fazit: Ahlaki Tutarlılık Olmadan Din Anlamsızdır
Nietzsche, Kuran ve Hacı Bektaş Veli, farklı çağların ve kültürlerin sesi olsalar da, insanın ahlaki özü konusunda aynı hakikate işaret ederler. Onlara göre din, şekil değil özdür; ritüel değil sorumluluktur. Ahlak, ne sadece aklın ürünü ne de yalnızca inancın süsüdür—vicdanla yoğrulmuş bir duruştan doğar. Bu metinler, 21. yüzyıl insanına açık bir çağrı yapar: “Tanrı’ya değil, önce vicdanına sadık ol.” Çünkü ahlak olmadan din, sadece bir gösteridir; felsefe, sadece bir kuram; insan ise sadece bir gölge…
Evet.. Tanrı’ya değil, önce vicdanına sadık ol. Çünkü vicdan, Tanrı’nın insandaki en sessiz tecellisidir. İlk önce emin insan ol: güvenilir, özü sözü bir. Riyakar olma; yüzünde nur, içinde kin taşıma. Münafık olma; inandığını inkâr eden değil, inkâr ettiğini savunan olma. Din bezirganı olma; inancı pazarlık malzemesi yapma. Adaletli ol; teraziyi eğme. Ve kamu malını çalma; çünkü halkın hakkı, Hakk’ın hakkıdır.
Nietsche’nin etkileşimde olduğu ve etkilendiği felsefeciler
Friedrich Nietzsche (1844–1900), 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış, felsefenin sınırlarını zorlayan bir düşünürdür. Onun felsefi yolculuğu, kendisinden önce gelen büyük filozoflarla dolaylı bir etkileşim içinde şekillenmiştir.
Nietzsche’nin en çok etkilendiği isimlerden biri Arthur Schopenhauer’dir (1788–1860). Schopenhauer’in “isteme” merkezli karamsar dünya görüşü, Nietzsche’nin gençlik yıllarında ona büyük bir ilham vermiştir. Ancak zamanla Schopenhauer’in kötümserliğini reddederek kendi “güç istenci” kavramını geliştirmiştir.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770–1831) ise Nietzsche’nin karşı çıktığı sistemci düşüncenin temsilcisidir. Hegel’in tarihsel diyalektiği ve ilerlemeci tarih anlayışı, Nietzsche tarafından “sürü zihniyeti”nin bir yansıması olarak değerlendirilmiştir.
Pozitivizmin kurucusu olan Auguste Comte (1798–1857), bilimsel akılcılığı ve toplum mühendisliği yaklaşımıyla Nietzsche’nin birey merkezli felsefesine ters düşer. Nietzsche, Comte’un insanı ölçülebilir bir varlık olarak ele almasını eleştirmiştir.
Nietzsche ile çağdaş sayılabilecek bir diğer önemli filozof Søren Kierkegaard’dır (1813–1855). Her ne kadar Kierkegaard daha çok Hristiyan varoluşçuluğu ile tanınsa da, bireyin içsel çatışmalarını merkeze alan yaklaşımı Nietzsche’nin birey vurgusuyla örtüşür. Ancak Kierkegaard Tanrı’ya yönelirken, Nietzsche “Tanrı öldü” diyerek metafiziği reddeder.
John Stuart Mill (1806–1873), liberal düşüncenin ve faydacılığın önemli bir temsilcisidir. Nietzsche, Mill’in “en çok insan için en çok fayda” ilkesini, bireyin özgünlüğünü yok eden bir ahlak anlayışı olarak görür.
Son olarak, Karl Marx (1818–1883), toplumsal eşitlik ve sınıf mücadelesi üzerine kurulu düşüncesiyle Nietzsche’nin bireyci ve aristokratik değer anlayışına karşıt bir figürdür. Nietzsche, Marx’ın kolektif kurtuluş fikrini, bireyin içsel dönüşümünü gölgeleyen bir yaklaşım olarak eleştirir.
Bu filozofların her biri, Nietzsche’nin düşünsel evreninde ya bir karşıtlık ya da bir başlangıç noktası olarak yer alır. Nietzsche, onların fikirlerini sadece okuyan değil, aynı zamanda dönüştüren ve sorgulayan bir filozoftur. O adeta edebi, sanatsal ve duygusa diliylel ama köşeli ve haykıran diliyle adeta „Übermensch“ peşindedir.
Nietsche versus Kant´a farlı bir bakış
19. yüzyıl felsefesi, aklın yüceltilmesiyle şekillenen bir dönemin içinden geçerken, Friedrich Nietzsche bu sessizliği bozan bir çığlık gibiydi. Kant’ın sistematik akılcılığı, evrensel ahlak yasaları ve insanı rasyonel bir varlık olarak tanımlayan yaklaşımı, dönemin entelektüel iklimini belirliyordu. Ancak Nietzsche, bu yapının altını oyan, değerleri ters yüz eden ve felsefeyi bir yaşam biçimi olarak yeniden tanımlayan bir figür olarak öne çıktı.
Nietzsche’nin Kant’tan ayrıldığı en belirgin nokta, aklı merkeze koymak yerine “güç istenci”ni temel bir dürtü olarak görmesiydi. Ona göre insan, sadece düşünen değil; aynı zamanda arzulayan, mücadele eden ve kendini aşmaya çalışan bir varlıktı. Bu bakış, Kant’ın evrensel etik sistemine doğrudan bir meydan okumaydı.
Aydınlanma düşüncesi Nietzsche için bir ilerleme değil, bir çöküştü. Akıl ve düzen adına bastırılan içsel güçler, bireyin özgünlüğünü yok ediyordu. Bu nedenle Nietzsche, “tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi” çağrısıyla, ahlakın ve bilginin temellerini sorguladı. Kant’ın “ne yapmalıyım?” sorusuna karşılık, Nietzsche “nasıl yaşamalıyım?” sorusunu öne çıkardı.
Üslup açısından da Nietzsche, Kant’ın akademik ve soyut diline karşı aforizmalarla, şiirsel ve provokatif bir anlatım benimsedi. Onun metinleri, bir felsefe kitabından çok bir içsel patlamanın izlerini taşır. Düşünceyi sistemle değil, varoluşla ifade eder.
Nietzsche’nin bu radikal duruşu, onu sadece Kant’tan değil, dönemin diğer filozoflarından da ayırdı. İnsan doğasına dair çatışmalı, çok katmanlı ve yaratıcı bir bakış sundu. Bu yönüyle, felsefeyi bir disiplin olmaktan çıkarıp bir meydan okuma biçimine dönüştürdü.
Nietzsche’nin yaşadığı 19. yüzyıl, felsefi düşüncenin hem sistemleştiği hem de sorgulandığı bir dönemdi. Nietzsche bu dönemde, özellikle Almanya’da etkili olan birçok filozofla doğrudan ya da dolaylı bir entelektüel ilişki içindeydi. Ancak onun düşüncesi, bu isimlerden çoğu zaman keskin bir şekilde ayrılır.
Nietzsche ile Kant arasında doğrudan bir kişisel ilişki olması zaten mümkün değil—çünkü dediğiniz gibi Kant öldüğünde Nietzsche henüz doğmamıştı. Ancak felsefede “ilişki” kavramı sadece fiziksel temasla değil, düşünsel etkileşim yoluyla da kurulur. Nietzsche, Kant’ın fikirlerini okumuş, eleştirmiş ve bazı noktalarda ona karşı kendi felsefesini geliştirmiştir.
Nietzsche, Kant’a karşı hem saygı hem de sert eleştirilerle yaklaşır. Örneğin Nietsche „Jenseits von Gut und Böse (İyinin ve Kötünün Ötesinde) adlı eserinde Kant’ın ahlak anlayışını “eski ahlakçıların hileleri” olarak nitelendirir A. Evet kaynakda yazdığı gibi: Nietzsche, Kant’a yönelik eleştirilerini birçok eserinde dile getirir; özellikle “kategorik imperatif” kavramına karşı duyduğu küçümseme Beyond Good and Evil’da oldukça serttir. Şöyle der: “Yaşlı Kant’ın o katı ve düzgün tavırlarıyla bizi diyalektik dolambaçlara sürükleyip ‘kategorik imperatif’ine ulaştırma (daha doğrusu saptırma) gösterisi, bizim gibi titizleri gülümsetir. Eski ahlakçılar ve etik vaizlerinin ince hilelerini gözlemlemek bize azımsanmayacak bir eğlence sunar.”
Devamında ise Kant’ın açıklama biçimini Nietsche şöyle alaya alır: “İnsanlar rüya görüyordu—başta da yaşlı Kant. ‘Bir araç vasıtasıyla’ demişti, ya da en azından demek istemişti. Ama bu bir cevap mı? Bir açıklama mı? Yoksa sadece sorunun tekrarı mı? Afyon nasıl uyku getirir? ‘Bir araç vasıtasıyla,’ yani uyutucu bir güç sayesinde, diye yanıtlar Molière’in doktoru: „Quia est in eo virtus dormitiva, Cujus est natura sensus assoupire.”
Nietzsche burada Kant’ın açıklamalarını, Molière’in Le Malade Imaginaire adlı oyunundaki doktor karakterin saçma gerekçelerine benzeterek eleştirir. Ona göre Kant’ın “kategorik imperatif”i, ahlaki davranışın nedenini açıklamak yerine sadece süslü bir şekilde yeniden tanımlar; yani sorunun cevabı değil, sorunun kendisidir.
Peki Nietzsche’nin Kant’la düşünsel ilişkisi nerede?
• Kant’ın Ahlak Felsefesi: Kant’ın “kategorik imperatif”i, evrensel ahlak yasası fikrini savunur. Nietzsche ise bu tür evrensel ahlakı “sürü ahlakı” olarak görür ve bireyin kendi değerlerini yaratması gerektiğini savunur.
• Epistemoloji (Bilgi Felsefesi): Kant, insan aklının sınırlarını belirleyerek “transendental” bir çerçeve sunar. Nietzsche ise bu sınırları sorgular ve bilginin “güç ilişkileri”yle şekillendiğini öne sürer.
• Metafizik Eleştirisi: Kant, Tanrı ve ruh gibi metafizik kavramları pratik aklın gereği olarak savunur. Nietzsche ise bu tür kavramları nihilizmin bir belirtisi olarak görür ve “Tanrı öldü” diyerek metafiziği reddeder.
• Etki Zinciri: Nietzsche, Kant’ı doğrudan değil, Schopenhauer üzerinden tanımıştır. Schopenhauer Kant’ın fikirlerini yorumlamış, Nietzsche de gençliğinde Schopenhauer’den etkilenmiştir. Yani Kant →Schopenhauer → Nietzsche gibi bir düşünsel aktarım söz konusudur.
Üstinsan-(Übermensch)-Ahlaklı, erdemli ve insani kamil olmuş insan koşma
Nietzsche’nin felsefesi, bireyin kendi değerlerini yaratması gerektiği fikri üzerine kuruludur. Bu bağlamda geliştirdiği “Üstinsan” (Übermensch) kavramı, yalnızca fiziksel ya da zihinsel bir üstünlüğü değil, ahlaki bir yeniden doğuşu temsil eder. Üstinsan, toplumun dayattığı geleneksel değerleri aşarak kendi etik sistemini kurabilen bireydir.
Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, onun fikirlerinin yayılmasında etkili olmuş, ancak aynı zamanda tartışmalı bir figürdür. “Yorumcu ve manipülatör” sıfatıyla anılan Elisabeth, Nietzsche’nin ölümünden sonra eserlerini düzenlemiş, bazı metinleri ideolojik amaçlarla değiştirdiği iddia edilmiştir. 1865 tarihli bir mektubunda Elisabeth, kardeşi Friedrich’in İslam’a olan ilgisinden bahseder. Bu mektup, Nietzsche’nin genç yaşta teoloji eğitimi aldığı dönemde İslam’ı da sorguladığını gösteren nadir belgelerden biridir.

Nietzsche’nin eserlerinde İslam doğrudan sıkça geçmez. Ancak onun Hristiyanlık eleştirisi bağlamında İslam’a dolaylı göndermeler yaptığı görülür. Özellikle şu üç noktada dikkat çekici bir yaklaşım sergiler:
Birincisi, Nietzsche’nin “Güç İstenci” (Wille zur Macht) kavramı, bireyin kendini gerçekleştirme arzusunu ifade eder. Ona göre insan, edilgen bir varlık değil; kendi değerlerini yaratma gücüne sahip bir varlık olmalıdır. İslam’ın dünyevi gerçekliğe, mücadeleye ve disipline verdiği önem, Nietzsche’nin ideal insan modeline yakın durur.
İkincisi, Hz. Muhammed’in tarihsel rolü Nietzsche için dikkat çekici olabilir. Toplumu dönüştüren, yeni bir değer sistemi kuran ve bireyleri harekete geçiren bir figür olarak Hz. Muhammed, Nietzsche’nin “yaratıcı birey” idealine yaklaşır. Ancak burada unutulmaması gereken nokta şudur: Nietzsche’nin “Üstinsan”ı, yalnızca güçlü bir figür değil, ahlaki olarak kendi değerlerini yaratabilen bireydir.
Üçüncüsü, Nietzsche Hristiyanlığı zayıflık, acı yüceltme ve pasiflik üzerinden eleştirir. Ona göre Hristiyanlık, bireyin içsel gücünü bastıran, yaşamı küçümseyen bir sistemdir. Bu bağlamda İslam, daha aktif, güçlü ve yaşamı onaylayan bir sistem gibi görünür. Nietzsche’nin ilgisi burada teolojik değil, kültürel ve ahlaki düzeydedir.
Nietzsche, İslam’ı ne yüceltir ne küçümser. Onun ilgisi, metaforik ve felsefidir. İslam, Nietzsche’nin gözünde bir inanç sistemi değil; bir yaşam tarzı, bir güç metaforu, bir kültürel karşıtlık noktasıdır. Bu yaklaşım, dinler arası bir tercih değil; insanlık durumuna dair bir felsefi çağrıdır.
Nietzsche’yi yeniden okumak, sadece felsefe değil; insan olmanın anlamını yeniden düşünmek demektir.
Kaynaklar
• Nietzsche, Friedrich. Also sprach Zarathustra. Leipzig: Kröner Verlag, 1883.
• Koran. Sure Maun (107) & Sure Luqman (31). Übers. von Rudi Paret. Stuttgart: Kohlhammer Verlag, 2010.
• Demirci, Muhsin. Die ethischen Lehren der Luqman-Sure. Istanbul: IFAV Verlag, 2010.
• Hacı Bektaş Veli. Makalat ve “4 Kapı 40 Makam” öğretisi.
• Nietzsche – Gutenberg Edition
• Koran auf Deutsch – Sure Maun
• Avusturya Türk Kültür Cemiyeti – 16 Temmuz 2024 açıklaması
• “Nietzsches Frieden mit dem Islam” – İngilizce metin, felsefi inceleme (görsel belge üzerinden)
Benzer içerikler Nietzsche Source sitesinde yer alabilir.
• Elisabeth Förster-Nietzsche, mektup alıntısı (11 Haziran 1865)
– Bu mektubun dijital arşiv kaydı doğrudan erişilebilir değil; fakat Nietzsche Archiv üzerinden araştırma yapılabilir.
• Nietzsche, Der Antichrist, Genealogie der Moral, Also sprach Zarathustra
-Tam metinler ve eleştirel incelemeler için:



