Trump, 2028’de üçüncü dönem başkanlığını Türkiye’den farklı nasıl “tartıştırıyor”?
Trump, 2028’de üçüncü kez başkan olma planını tıpkı Türkiye’deki benzer örneklerde olduğu gibi sistematik biçimde “tartıştırıyor.” Bu tartışma, yalnızca bir olasılığı gündeme getirmek değil, anayasal sınırları kamuoyu önünde aşındırmak ve meşrulaştırmak anlamına mı geliyor. Viyana'dan Birol Kılıç'ın kaleminden bir gözlem ve analiz.
Birol Kılıç, Viyana’dan gözlem ve analizler, 28.10.2025
2028 yaklaşırken, hem Türkiye’de hem Amerika’da başkanlık tartışmaları yalnızca hukuki değil, aynı zamanda felsefi ve siyasal bir gerilim alanına dönüşüyor. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden adaylığına dair anayasal sınırlamalar, kamuoyunda dramatik bir tartışma ve sonuçları ağır insanlık ile hukuki adalet arayışlarını tetiklerken; Amerika’da Donald Trump’ın üçüncü kez başkan olma ihtimali, anayasal olarak imkânsız olmasına rağmen, sembolik jestlerle ve stratejik söylemlerle gündemde tutuluyor. Bu iki ülke arasındaki paralellik, yalnızca hukuk metinlerinde değil, liderlik algısının ve demokratik geçişin anlamında da yankı buluyor. Peki, liderlik nedir? Sınırsız iktidar mı, yoksa sınırlı süreyle hizmet etme sorumluluğu mu?
Şapka mı, şifre mi? Oval Ofis’teki sembolün dili
Herkesin Amerika’da okuduğu bilgileri tekrarlıyalım. ABD Başkanı Donald Trump, 29 Ekim’de Beyaz Saray’daki Oval Ofis’te Demokrat Parti liderleriyle görüşmek üzere bir araya geldi. Görüşme sırasında Trump’ın masasının üzerinde “TRUMP 2028” yazılı kırmızı bir şapka yer alıyordu. Bu sembolik detay, 2028 başkanlık seçimlerine yeniden aday olacağı yönünde bir mesaj olarak yorumlandı ve kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Paylaşım, Truth Social platformunda geniş yankı buldu.
Trump’ın Oval Ofis masasına “Trump 2028” yazılı şapkalar koyması, bir kampanya ilanı değilse bile, açık bir niyet beyanı olarak okunmalıdır. Air Force One uçağında gazetecilere verdiği demeçte, başkan yardımcılığına aday olmayı “doğru olmazdı” diyerek reddetmesi, anayasal sınırlamayı kabul ettiğini gösteriyor gibi görünse de, bu açıklamanın ardında başka bir dil konuşulmaktadır. “Doğru olmazdı” ifadesi, hukuki bir engelden çok, ahlaki bir tercih gibi sunuluyor. Oysa Amerikan Anayasası’nın 22. Değişikliği, bu tercihi bireysel ahlaka bırakmaz; açıkça yasaklar. Öyleyse neden bu yasak, kamuoyuna bir ahlaki jest gibi sunuluyor? Hukukun bağlayıcılığı neden kişisel erdemle ikame ediliyor?
JD Vance Senaryosu: Hukuk erozyonu gölgesinde iktidar transferi
Trump’ın çevresi, bu anayasal sınırı dolaylı yollarla aşmanın yöntemlerini tartışıyor. En çok konuşulan senaryo, mevcut başkan yardımcısı JD Vance’in 2028’de başkan adayı olması, seçimi kazanması ve ardından istifa ederek Trump’a görevi devretmesi. Bu plan, anayasanın lafzına değilse bile ruhuna aykırıdır. Hukuki olarak gri bir alanda yer alsa da, demokratik geçişin etik ilkeleri açısından açık bir manipülasyon anlamına gelir. Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Anayasa yalnızca yazılı bir metin midir, yoksa demokratik toplumların ortak vicdanı mı? Eğer vicdan devre dışı bırakılırsa, geriye ne kalır?
Steve Bannon’un ideolojik meydan okuması
Bu tartışmaya yeni bir ivme kazandıran isim, Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon’dur. “The Economist” gazetesine verdiği röportajda, “Trump 2028’de başkan olacak. İnsanlar bunu kabullenmeli” diyerek, anayasal sınırlamayı fiilen yok sayan bir söylem geliştirmiştir. Bannon’un “alternatiflerimiz var” ifadesi, hukuki değil, doğrudan ideolojik bir meydan okumadır. Bu tür açıklamalar, anayasanın bir hukuk metni olmaktan çıkarılıp kişisel niyet beyanına indirgenmesi riskini taşır. Peki, anayasa bir niyet beyanına indirgenirse, hukuk neye dönüşür? Güçlü olanın iradesine mi?
Japonya Ziyaretinin Gölgesinde: Diplomasi mi, Türkiye´den tanıdığımız iç siyaset mi?
Trump’ın Japonya ziyareti sırasında bu tartışmayı yeniden gündeme taşıması, uluslararası diplomasiyle iç siyasetin nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir. APEC zirvesi kapsamında Xi Jinping ile yapılacak görüşme, küresel güç dengeleri açısından önemli olsa da, Trump’ın iç politikadaki sembolik hamleleri bu diplomatik çerçevenin gölgesinde kalmaktadır. Bu da başka bir soruyu gündeme getiriyor: Küresel liderlik, iç hukukla mı sınırlanır, yoksa iç hukukun aşındırılması küresel gücün bir parçası mıdır?
Değişiklik: Hukukun sınırı mı, sadakatin çizgisi mi?
ABD Anayasası’nın 22. Değişikliği, bir kişinin en fazla iki dönem başkanlık yapabileceğini açıkça belirtir. 1947’de Kongre tarafından kabul edilen ve 1951’de yürürlüğe giren bu madde, Franklin D. Roosevelt’in dört dönemlik başkanlığından sonra demokratik geçişi güvence altına almak amacıyla getirilmiştir. Metin açıktır: “Hiç kimse Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı makamına iki kez seçilmişse, üçüncü kez seçilemez.” Bu hüküm, yalnızca bir teknik sınır değil, demokratik sadakatin sınırıdır.

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın “Yirmi İkinci Değişiklik” başlıklı 1. ve 2. bölümlerinin İngilizce metni, Türkçeye dikkatle ve eksiksiz biçimde çevrilerek okunmalıdır. Bu metin, yalnızca hukuki bir düzenleme değil, demokratik geçişin sınırlarını belirleyen anayasal bir ilkedir. Her kelimesi, anayasal sadakatin ve siyasal sorumluluğun çerçevesini çizer.
Bölüm 1/Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın “Yirmi İkinci Değişiklik”
„Hiçbir kişi, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı makamına ikiden fazla kez seçilemez. Ve başka bir kişinin başkan seçildiği bir dönemin iki yıldan fazlasında başkanlık görevini üstlenmiş veya başkan olarak hareket etmiş olan hiçbir kişi, başkanlık makamına bir defadan fazla seçilemez. Ancak bu madde, Kongre tarafından önerildiği sırada başkanlık görevini yürüten herhangi bir kişiye uygulanmaz ve bu maddenin yürürlüğe girdiği dönemde başkanlık görevini yürüten veya başkan olarak hareket eden herhangi bir kişinin, bu dönemin geri kalanında başkanlık görevini sürdürmesini veya başkan olarak hareket etmesini engellemez.“
Bölüm 2Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın “Yirmi İkinci Değişiklik”
„Bu madde, Kongre tarafından eyaletlere sunulduğu tarihten itibaren yedi yıl içinde, eyaletlerin dörtte üçünün yasama organları tarafından anayasa değişikliği olarak onaylanmadıkça yürürlüğe giremez.“
Tanıdık hukuki manipülasyonun normalleşmesi: Demokrasi ne kadar dirençli?
Bu hüküm, Trump gibi daha önce iki dönem başkanlık yapmış bir kişinin yeniden aday olmasını yasaklar. Başkan yardımcılığı üzerinden dolaylı bir dönüş senaryosu, ciddi anayasal tartışmalara yol açar ve mevcut hukuk düzeninde açık bir boşluk oluşturmaz. Başkanlık görev süresi, olağanüstü durumlar dışında uzatılamaz ve dört yıllık sabit bir çerçevede tanımlanmıştır. Bu çerçeve, yalnızca zamanla değil, ilkeyle çizilmiştir. Bu ilke, iktidarın sınırlandırılmasıdır. Peki, bu sınırlandırma bir zayıflık mı, yoksa demokrasinin kendini koruma refleksi mi?

Tartışma mı, tasfiye mi?
Bu tür senaryolar yalnızca hukuki değil, siyasal ve etik bir kriz doğurur. Demokratik sistemin temel ilkesi olan görev devri, kişisel iktidar arzusuna indirgenemez. Hukuk çevrelerinde bu tür girişimler “anayasal manipülasyon” olarak değerlendirilir ve demokratik meşruiyeti zedeler. Manipülasyonun normalleştiği bir siyasal iklimde, anayasa ne kadar koruyucu olabilir? Hukuk, yalnızca yazılı metinlerle değil, onları koruyan toplumsal bilinçle yaşar. Bu bilinç aşındığında, metinler ne kadar sağlam kalabilir?
Sonuç olarak, Trump’ın 2028 planı bir anayasa ihlali değilse bile, anayasanın sınırlarını zorlayan ve sadakat ilkesini aşındıran bir stratejidir. Bu strateji, yalnızca Amerika’nın değil, çağdaş demokrasilerin liderlik ve hukuk arasındaki gerilimlerini yeniden düşünmesini zorunlu kılmaktadır. Liderlik, yalnızca seçilmek değil, gerektiğinde çekilmekle de ilgilidir. Anayasa, bu çekilmenin sınırlarını açıkça çizerken; Trump ve çevresi, bu sınırları “serbest yorum” adı altında ayaklar altına almanın yollarını aramaktadır. Bu artık bir anayasal tartışma değil, doğrudan anayasal sadakatin aşındırılmasıdır.
Net biçimde görüldüğü üzere, Trump’ın 2028 üçüncü dönem başkanlık planı yalnızca ima edilmiyor, sistematik biçimde “tartıştırılıyor.” Bu tartışma, anayasanın hükmünü değil, Trump’ın niyetini merkeze alıyor. Hukukun bağlayıcılığı yerine, kişisel iktidar arzusunun meşrulaştırılması hedefleniyor. Bu, demokratik düzenin değil, onun çökertilmesinin başka bir boyutta stratejisi değil midir? Türkiye’deki durumu biliyorsunuz. Peki, bu iki ülkenin farklı hukuk sistemlerinde aynı iktidar refleksiyle karşılaşmamız tesadüf mü, yoksa çağdaş demokrasilerin ortak bir kırılma eşiğine mi geldik?
Kaynaklar:
1 -U.S. Constitution Annotated – Twenty-Second Amendment (Congress.gov)
https://constitution.congress.gov/constitution/amendment-22/
[2] Ronald Reagan Presidential Library – Term Limits for the Presidencyhttps://www.reaganlibrary.gov/constitutional-amendments-amendment-22-term-limits-presidency
[3] U.S. Government Publishing Office – Full PDF of Amendment 22https://www.govinfo.gov/content/pkg/GPO-CONAN-2022/pdf/GPO-CONAN-2022-36.pdf
[4] U.S. National Archives – Historical Context of the 22nd Amendmenthttps://prologue.blogs.archives.gov/2013/09/17/amending-the-constitution-100-days-to-200-years/
[5] Congress.gov – Overview Essay on Presidential Term Limits
https://constitution.congress.gov/browse/essay/amdt22-1/ALDE_00001008/



