Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye Avusturya ilişkilerinin  yeniden başlaması

Viyana merkezli yayınevimiz „Neue Welt Verlag“ ve Yeni Vatan Gazetesi’nin birlikte yayınladığı Kırmızı Beyaz Kırmızı adlı eserin yazarı İsmail Tosun,“Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye Avusturya ilişkilerinin  yeniden başlaması“ başlığıyla toparladığı önemli makale şöyle:

 

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Türkiye Avusturya ilişkilerinin  yeniden başlaması!

Hazırlayan: İsmail Tosun Saral [1]

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’ya büyük bir  kargaşa hâkim olmuş, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun dağılmasıyla imparatorluğa ait topraklarda sadece yeni ulus devletler ortaya çıkmamış; aynı zamanda dağılan imparatorluktan toprak alarak sınırlarını genişleten  başka devletler de olmuştur.  Öte yandan, savaşı kazanan İtilaf devletleri de  kendi aralarında üstünlük mücadelesine girişmişlerdir.

Avrupa’daki otorite boşluğundan yararlanarak özellikle Orta Avrupa ve Balkanlar bölgesine nüfuz etmek isteyen Bolşevizm ise bütün Avrupalı devletler tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Almanya ve Avusturya’daki sosyalist hareketler ve 1919 yılında Macaristan’da Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulması karşısında İngiltere ve Fransa harekete geçmiştir.[2] İngiltere, özellikle kıta Avrupası’nda Almanya’nın çekilmesiyle doğan nüfuz boşluğunu Fransa’nın doldurmasından endişe etmiştir. Galip devletler arasında yer almasına rağmen savaş esnasında kendisine verilen vaatler tutulmayan ve istediğini elde edemeyen İtalya da bölgeye nüfuz etmek istemiştir.

Statüko yanlısı Türkiye’nin bölgeye yönelik genel yaklaşımı ise iki noktada toplanmıştır.  Bunlardan ilki Avusturya’nın Almanya’ya ilhakı (Anschluss) ikincisi ise bununla bağlantılı olarak Habsburg hanedanının yeniden  kurulması yâni “restorasyonu” meseleleridir. Restorasyon terimi ile kast edilen Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avusturya’da yıkılan Monarşi’nin yeniden tesis edilmesidir.

Bu fikri destekleyenler ise legitimist olarak adlandırılır. Legitimistler yıkılan Monarşi’yi Macaristan’da yeniden tesis etmek için son İmparator Karl’ın oğlu Otto’yu tahta geçirebilmek için 1921 yılında iki başarısız darbe teşebbüsünde bile bulunmuşlardır. Restorasyon meselesini, Almanya’nın Avusturya’yı ilhak etmesini kendi çıkarlarına aykırı gören İtalya da desteklemiştir. Bu siyaset uyarınca, Mussolini, Avusturya’da Habsburg hanedanından alınan bütün hakların iadesini öngören bir kanunun çıkmasına çalışmıştır. Ancak, İtalya’nın Habeşistan’ı işgaline karşı çıkan İngiltere ve Fransa’ya karşılık Hitler’in Mussolini’ye destek vermesi üzerine Mussolini bu siyaseti terk etmiştir.[3] Türkiye ise, İtalya’nın bölgedeki nüfuzunu arttıracağı için restorasyon fikrine karşı çıkmıştır.

Bu kargaşa döneminde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Avusturya, Macaristan, Çekoslovakya ve Polonya ile sorunsuz ve uyumlu ilişkileri olmuştur.[4]

Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye ile Avusturya arasındaki her iki tarafı da memnun eden işbirliğini yeniden sürdürmek için 1923 yılından itibaren  çalışmalar başlamış,  Türkiye Cumhuriyeti  ile Avusturya arasında süre gelen müzakereler  28 Ocak 1924 tarihinde imzalanmış,[5]  Dostluk ve Ticaret Anlaşmaları da  24 Ekim 1924 günü Ankara’da[6] teati edilmiştir.[7]

Bu andlaşma ile birlikte Viyana’ya  atanan Türkiyenin yeni büyükelçisi Mehmet Hamdi (Arpağ) Bey  Reichspost Gazetesi muhabirine 16 Temmuz 1925’de bir demeç vererek Türkiye’deki yeni gelişmeleri anlattı. Bu mülakat gazetede “Uyanan Türkiye” başlığı ile yayınlandı. [8]

“Ekselans Mehmet Hamdi Bey  yeni Türkiye’nin yaratıcısı ve milli kahramanı Mustafa Kemal’e sıkıca bağlı Türklerden birisidir. Daha yaşlı olmasına rağmen 40 yaşlarında gözüküyor. Meslek hayatında bir çok deneyim kazanmış bir diplomat. Bütün ciddiyeti ve nezaketi ile ülkesindeki politik ve ideal gelişmeleri coşkuyla anlattı. Konuşmasında, Türkiye’nin bağımsızlığını koruyarak Avrupa’nın kültürel kurumlarını ve fikirlerini kabul etme konusundaki yenilenen iradesinden bahsetti. Sefir Mehmet Hamdi Bey, her şeyden önce özellikle Türkiye ve Avusturya arasında  mükemmel ilişkileri devam ettirmek ve daha da sağlamlaştırmak  için Viyana’ya büyükelçi olarak atanmasından duyduğu sevinç belirtti. „Biliniz ki buraya ne kadar büyük bir  sevinçle geldim! Biz doğuda yaşayanlar  aralarında Orta Avrupa’dan bahsettiklerinde gözümüzün önüne  Avusturya ve Viyana gelir.” ifadesiyle iki ülke arasındaki bağı ifade etmiştir.

Mehmet Hamdi Bey, yeni Türkiye’nin artık komşuları ve Balkan ülkeleri arasında bir düşmanı  bulunmadığını bilakis  çok dostane ilişkilerin bulunduğunu da vurguladı. Yunanistan ile vatandaşların mübadelesi konusundaki anlaşmanın çoktan imzalandığını ve benzer bir anlaşmanın Bulgaristan ile yapıldığını belirtti. Büyükelçi, Türkiye için bir Bolşevik tehlikesi var mı sorusuna “Hayır” diyerek kesin bir yanıt verdi. “Tabii ki Türkiye’de de, komünist doktrinin karıştırıcı faaliyetleri yok değildir, ancak uygun bir zemin bulamazlar.”

Büyükelçi, inanmış ve sıkı bir savunucusu   olduğu Türkiye’deki iç reformlardan bahsetti. Ülkenin modernleşmesindeki hızlı ilerlemeye dikkat çekti ve reformların halk arasında herhangi bir soruna yol açmadığını,şimdi tamamen bastırılmış sayılabilecek Kürt ayaklanmasının bile tüm Kürtleri içermediğini, sadece küçük grupları kapsadığını söyledi. Mehmet Hamdi Bey bugünkü Türkiye’nin ekonomik durumuna ilişkin çok olumlu bir tablo çizdi. Bunun kanıtı olarak, Büyükelçi, Türk Hükümetinin yedi yıldır borçlanmadığını ve bütçenin küçük bir açıkla kapandığını vurguladı. “Ticaret dengesi de olumlu anlamda  gelişiyor. Mesela, İzmir ‘den savaştan önce sekiz milyon altın lira değerinde  ihracat gerçekleştirdi. Öte yandan, geçen yılın ihracatı  88 milyon kağıt lira oldu, bu da  barışın getirdiği yüzde 90 artış demektir. Son yıllarda İzmir’in Türkiye’nin geri kalanından çok daha fazla yaşadığı kötü kaderi, ağır sıkıntıları göz önüne alarak, sonuçtan çok memnun olmak için her türlü neden var.”

Büyükelçi Türkiye’nin ekonomik kaderi için en büyük öneme sahip olan  tarım reformunun başladığını düşünüyor.

Son birkaç yıl öncesine kadar, tarımı son derece ezen ve engelleyen ortaçağ yasaları hâlâ vardı. Şimdi, tam bir tarım özgürlüğü sağlandı ve her şeyden önce, tarımsal üretim üstünde Demokles’in kılıcı gibi duran  aşar vergisi  kaldırıldı.”

Büyükelçi, yabancı sermayeyi caydırmak için Avrupa’da nadir de olsa  yayılan sahte söylentilerden bahsetti.

O, her kapitalistin  her yerde ve her işte  yaptığı işle kendisini ispat etmek  zorunda olduğunu vurguladı. Türkiye’nin yabancı kapitalistlere en azından Avrupa’daki herhangi bir ülke kadar

aynı güvenliği sağladığını söyledi. “Devlet sadece yabancıların, Türk yasalarına uymasını talep eder. Yabancılar da düzenli bir hukuk devletin bütün güvenliğinden faydalanır.

Türk limanları tüm ulusların gemilerine açık ve hükümet ekonomik hayatı kolaylaştırmak için her türlü çabayı gösteriyor.”

Konstantinopolis’in kaderi hakkında sorulan bir soruya büyükelçi, bu kentin bir ticaret ve turizm kenti olarak büyük bir geleceği olacağına inancını dile getirdi. “Ancak, Konstantinopolis artık hükümetin merkezi olarak kabul edilmiyor. Ankara,  anayasasının belirlediği gibi Türkiye’nin Başşehri olarak kalacak. Yeni Türk hükümeti halkın ortasında yaşamak istiyor, bu yüzden Ankara coğrafi  konumuna göre  başşehir olarak belirlendi.”

Büyükelçi sözlerine   yeni Türkiye’nin gelişmesinden gurur duyduğunu söyleyerek son verdi. “Türkiye Avrupa ile dostluk içinde yaşamak ve Avrupa kültürünü özümsemek istiyor” dedi.

Bu anlaşmadan sonra Avusturya’da, August von Kral, Norbert von Bishoff gibi Türk devrimini hayranlıkla izleyen elçilerini Türkiye’ye göndermiştir.[9] Bu elçilerden biri olan  Avusturya’nın Olağanüstü Ankara Büyükelçi  Carl Buchberger 1935 yılı Ağustos ayında İstanbul’da  Neues Wiener Journal Gazetesi muhabiri Dr. A.F.’ye  hem Avusturya Türkiye ilişkileri üzerine hem de Avusturya’nın Doğudaki menfaatlerinin kimin tarafından korunacağı hususunda  ilginç yorumlar yaparak  “Avusturya’nın Doğudaki Misyonu: İlim, Sanat ve Teknik Alanlarında yol gösterici ve örnek olmaktır” demiştir. [10]

“Avusturya ve Türkiye arasındaki siyasî ilişkiler her zaman özellikle sıcak olmuş, dünya Savaşı’ndaki silah arkadaşlığı  nedeniyle de sağlamlaşmış,  son yıllarda önemli ölçüde gelişmiş ve derinleşmiştir. Avusturya’da halk içten bir hayranlıkla, Kemal Atatürk’ün dahî düşünceleri sayesinde, Türkiye’yi çok kısa bir sürede sıfırdan değiştiren çok büyük  gelişme  ve onu yeniden şekillendirme çalışmasını gözlemlerken, Türk halkı da Avusturyalıların bağımsızlıklarını  sağlamlaştırmak ve sağlamak için  yaptıkları büyük mücadeleyi büyük sempati ve dürüstlükle  takip ediyorlar.

         Özellikle  çok kısa bir süre önce özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazanan  Türk Devleti, Avusturya’nın kurtuluş özlemlerini tam bir anlayışla karşılıyor. Türk hükümetinin en önemli üyelerinden biri olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile  defalarca yaptığım sohbetler sırasında, Onun  Avusturya  ve lideri hakkında duyduğu  büyük saygıya tanıklık ettim.  Hatta, Gazi’nin kendisi bile, Avusturyalı sanatçıları, bilim adamlarını ve teknisyenleri Türkiye’ye davet ederek Avusturya’ya  değer verdiğini söz ve davranışlarıyla sık sık dile getirdi. Türkiye’nin Yeni Avusturya’ya duyduğu dostane ilginin, sembolik de olsa, bir göstergesi,  tıpkı Sultanın bir zamanlar  İstanbul Boğazının görkemli kıyısında bulunan Yeniköy’de ki bir araziyi İmparator Franz Josef’e   bir yazlık residans inşa edebilmesi için bir dostluk armağanı olarak sunması gibi, Türk Hükümetin Ankara’daki bir arsayı Avusturya Büyükelçilik  binası olarak inşa edilmesi için  hediye olarak sunmasıdır.

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de krizler ve çeşitli zorluklara rağmen son zamanlarda  memnuniyet verici bir şekilde olumlu yönde gelişti. 10 Ağustos 1934 tarihli Yeni Ekonomik Anlaşmanın sonuçlanmasından bu yana, Avusturya’nın Türkiye’ye ihracatı önemli ölçüde artı. Bu antlaşmanın imzalanmasında Türk tarafında, o zamanki Dış Ticaret Dairesi Başkanı ve şu anda Ekonomik İşler Bakanlığı Genel Sekreteri Faik Kurtoğlu’nun emekleri büyüktür. Demir ürünler ve makinelere ek olarak, çoğunlukla kağıt ve kağıt ürünleri, iplikler ve elektrikli ev aletleri ihraç ederken, Türkiye’den ham tütün, ahşap kaplama ve deri, tabaklama maddeleri alıyoruz. Avusturya’nın Türkiye’ye ihracatının önemli ölçüde arttırılabileceğine dair hiçbir şüphe yok, ancak ihracatçılar, Türk sanayileşme çalışmaları sırasında, şimdiye kadar yurt dışından tedarik edilen birçok malın yavaş yavaş şimdi ülkenin kendisinde üretildiğı için, dış ticaretin kısmen değişmesi gerektiğinin farkında olmalılar.  Avusturya endüstrisi için önemli bir görev de  her halde, planlanan inşaat vesilesiyle fabrikalar kurmak için siparişler almak olmalıdır. Kültürel ilişkilerin gelişmesi, ticaretin sürdürülmesi kadar önemlidir ve Doğu’daki entelektüel, sanatsal ve teknik alanlarda Avusturya’nın öncü ve rol model olarak ne kadar değerli olduğunu tekrar tekrar görmek beni gururlandırıyor.

Böylece, Türk yerli mallarını koruyan yasaların yürürlüğe girmesine rağmen, hangi sahada olursa olsun uzmanlar burada çalışmaya devam ediyorlar. Ankara’daki Bakanlıklar semtinin   neredeyse  tamamının ve Avusturya Büyükelçilik binasının  Mimar Profesör Klemens Holzmeister tarafından planlandığı biliniyor. Viyana hâlâ  eskiden olduğu gibi rakipsiz bir tıp fakültesine  sahip ve özellikle „müziğin Kabesi“ olarak en yüksek saygıyı görüyor. İstanbul’daki konservatuvarın yönetimine  Meclis  Profesörü (Hofrat) Marx’ın atanması, Türk müziğinde yapılan  modern reform nedeniyledir. Ve Ankara’da da bir müzik akademisi kurmak ve işletmek için Viyanalı önde gelen bir müzisyenle temas kurulması planlanıyor.

Türk basın hayatını  Avusturya basını  örnek alarak  yeniden düzenlenmek amacıyla yüksek düzeyde  bir Türk yetkili, Avusturya basınını ve özellikle de yapısını ayrıntılı olarak inceledi.

 Ayrıca, Türkiye’deki Avusturya Büyükelçisi İran’da da  akredite olup, İran’da bir çok   Avusturyalı işçi ve uzman  çalışmakta  bunların yoğun bir kısmı  Hazar Denizi ve Basra Körfezi arasında   14 000 kilometrelik bir demir yolu inşa etmektedirler.

Siyasî ve ekonomik ilişkilerin doğru  sürdürülmesi ve sürekli  iyileştirilmesi, Avrupalı ​​ve oriyantal kültür ​​arasında Batı teknolojisini, batı tekniğini ve araçlarını  sunmak Avusturya’nın görevidir.

Türkiye’de yaşayan Avusturyalılar çeşitli meslek erbabı ve sosyal sınıflara mensup olup  hepsi vatanlarına sadık ve sevgi ile bağlıdırlar. “Der Verein der Österreicher” (Avusturyalılar Birliği), hemşerilik ve takım  ruhunun ve beraberlik duygusunun korunmasını sağlar ve aynı zamanda ihtiyacı olan vatandaşlara  güçlüden alarak sıkıntılı durumda olanlara yardımcı olur. Harika bir geleneğe sahip olan Birlik konferanslar ve sosyal toplantılar düzenlemektedir.

Sen Georg Kilisesi ve de Sen Georg Okulu Lazarist tarikatı tarafından yönetilir. Kilisede Avusturyalılar için Katolik ibadet tarzı uygulanır.

Dr. Dollfuss’u anmak için 24 Temmuz1934 günü Aziz George kilisesinde  Türk Hükümetini temsilen gelen üst düzey yetkililerin  ve yabancı diplomatların huzurunda  bütün  Avusturya kolonisi birleşti. Bu kutsal anda bizler kahraman şansölyenin  dökülen kanının bizi uzaktaki vatanımızla ve onların kaderleriyle daha yakından bağlı olduğumuzu hissettik.”

Anlaşma imzalandıktan sonra Türkiye’den heyetler de Viyana’ya gelmeye başladılar. İstanbul’daki Avusturya büyükelçiliği, Viyana Ticaret Fuarı yönetimine, 1926 baharında Viyana Fuarını ziyaret etmek üzere Türkiye’den bir iş gezisinin planlandığını  ve geziye katılacakların listesini eski milletvekilerinden Türk Touring Klübü Başkanı Reşit Saffet (Atabinen) Bey,  Eski İstanbul Belediye Başkanı Cemil (Topuzlu) Paşa, Osmanlı  Ordusunun Avusturya Macaristan nezdindeki eski temsilcisi Pertev (Tunahan) Paşa, Türk Ticaret ve Enddüstri Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Nuri Aziz Bey, Türkiye Ticaret Odaları Genel Sekreteri  Hamdi Bey, Önyüzbaşı Ekrem Rüştü (Akömer) Bey und Türkiye Touring Klübü Yönetim Kurulu Üyesi Rıza İzzet Bey, Lloyd Triestino şirketinin İstanbul temsilcisi Domenico Brazzafolli, Türk Ulusal Turrizm Ajansının sahibi Ziya Bey olarak bildirdi. [11] Bu geziye katılan kişilerin bazıları kendilerini sadece Viyana ziyareti ile kısıtlamışlar, bazıları ise Linz, Salzburg ve Graz şehirlerini de ziyaret etmişlerdir.

Türkiye Devlet Demir Yolları Yönetimi yeni hatların yapımında Avusturyalı mühendisleri kullanmak istediğinden

Avusturya Mühendis ve Mimarlar Derneği’ne müracaatta bulunmuş, bu vesileyle,  Başmühendis  (Yüksek Mühendis, Dipl. Ing.) Fuad Bey, başkanlığındaki bir heyeti  1928 yılı Nisan ayında Viyana’ya yollamıştır. [12]  Avusturya Mühendis ve Mimarlar Derneği Yönetimi heyet mensuplarını ve  Türkiye’nin Viyana  Baş Konsolosu Hürrem Faik Bey  ve  Konsolosluk kâtibi İrfan Bey’i onurlandırmak için Schönbrun Sarayı’nda bir sabah kahvaltısına davet etti.  Misafirler sarayda  Dernek Başkan Yardımcısı ekselans  mühendis  Ing. Jiretz tarafından karşılandılar. Kahvaltıda söz alan Dernek Yönetim Kurulu Genel Müdürü  Mühendis Friedrich Brock, Avusturyalı mühendislerin  Türkiye’de çalışmalarının istenmesinin Türkiye ile Avusturya arasındaki geleneksel dostluğun yeni bir kanıtı olduğunu vurguladı. Baş Mühendis Fuad Bey konuşmasında   Türkiye’nin yaklaşık 2000 kilometrelik yeni demiryolu hattı döşemek istediğinden bahsetti ve ve demiryolu inşaatı  konusundaki mühendislik başarıları iyi bilinen Avusturya’ya büyük bir güven duyduklarını, son derece saygın Avusturya Mühendisler ve Mimarlar Birliğinin tekniğinden  daha sonraki mühendislik işlerinde de faydalanmak  istediklerini söyledi.

Kahvaltıdan önce Direktör  Ing. Ludwig Erhard rehberliğinde Teknik Müzesi gezildi. Konuklar gördükleri karşısında hayranlıklarını belirttiler.

Türk şehirlerinin imarı kapsamında Türkiye’ye gelerek çalışan aralarında Clemens Holzmeister, Ernst Egli, Josef Thorak, Anton Hanak, Heinrich Krippel’in yer aldığı mimar, heykeltıraş, şehir planlamacıları gibi kimseler Türk-Avusturya ilişkilerinin gelişimine katkıda bulunmuşlardır.[13]

Türk Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Bey Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” politikasını mükemmel bir şekilde uygulamış ve Türkiyenin bütün komşuları ile dostluk kurmasını sağlamıştır. Bu nedenle Avrupada çok popüler bir devlet adamı durumuna gelmiş ancak, onun hakkında yazı yazan gazeteler her nedense adı üzerinde bir mutabakata varamamayarak adını çeşitli şekillerde yazmışlardır. Adı Alman  gazetelerinde  “Tewfik Ruschdi Bey”  “ Ruschdy” “Ruchdi” “Rüschdi” veya “Ruschdi”, İsviçre gazetelerinde “Ruchdi, Ruschdi” “Ruchti” “Rouchdi” “Rouchdy” Fransız Temps Gazetesinde “Rouchdy  ve yedi defa “Roudchy” olarak yer aldı.[14] Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey   Türkiye ile  Avusturya arasındaki iyi ilişkilerin mimarıdır.  Avusturya’ya duyduğu sevgiyi her fırsatta belirtmiştir.

11 Temmuz  1928  günü öğle saatlerinde eşi ve kızıyla Avusturya’da tatilini geçirmek için  Viyana’ya gelen Dr. Tevfik Rüştü (Aras) Bey Türkiye Büyükelçisinin  Vöslau’daki ikametgahına misafir oldu.  Tevfik Rüştü Bey, Türkiye Büyükelçisi Mehmet Hamdi Bey’in  de katılımıyla Viyana Büyükelçiliği Sarayı’nda  Neue Freie Presse  Gazetesi Muhabirlerinden birini kabul ederek bir mülakat verdi. [15]

“Dr. Tevfik Rüştü Bey 45 yaşında ama daha genç görülüyor.  Son derece  heyecanlı konuşuyor. Sıcak konuşmamızda kara gözleri ilginç, ruhani  çehresinde parlıyor. Dr. Tevfik Rüştü Bey, Avusturya’nın sıcak ve samimi bir dostu olduğunu söyledi. Sıhhatli görünüşü, Viyanalı doktorlardan şifa aramak için geldiği  söylentilerini yalanlıyor. Türk Dış İşleri Bakanı hiçte hasta görünmüyor. “Sadece biraz yorgunum” diyor ve misafirlerini  nezaketle dolu  şu sözlerle selamlıyor: “ »Neue Freie Presse’den (Yeni Özgür Basın)  birini ağırlamaktan memnuniyet duyuyorum. Neue Freie Presse Gazetesini  uzun yıllardan beri okuyorum ve çok beğeniyorum. Şunu söyleyebilirim ki Türkiye’de  sizi çok iyi tanıyorlar.  Neue Freie Presse gazetesinin  Türkiye ile Avusturya arasındaki dostluğu güçlendirmek için çok şey yaptığını biliyor ve takdir ediyoruz. Bu nedenle, hem Ankara’da hem de yakın zaman önce Cenevre’de, her önemli soru üzerine görüşlerimi Neue Freie Press Gazetesine  isteyerek ve memnuniyetle  ilettim.

Bakanın son derece aktif bir politikacı olduğu biliniyor. İngiltere ile Musul sorununu çözen  anlaşmayı yaptı. Üç yıl önce Sovyet Rusya ile tarafsızlık ve dostluk anlaşmasını ve üç ay önce  de Mussolini ile Dostluk  sözleşmesi imzaladı. Ama şimdi siyasete ara vermek istediğini belirterek özür dileyerek  misafirinden özür diliyor.

“Doktorlarımın tavsiyesi üzerine bugünkü konuşmamızda sizden siyasi bir tartışmadan kaçınmanızı rica edeceğim. Viyana’ya geldim çünkü yorgunum ve işte burada

Avusturya’nın harika ikliminde ve sempatik halkı arasında rahatlamak ve yeni bir güç toplamak istiyorum. Ünlü Viyana okulunun hekimlerine sağlığım konusunda  danışma fırsatı bulacağım. Tıp bilimi, ülkenizin en büyük varlıklarından biridir. Viyanalı hekimlerin  hizmetleri Türkiye’de büyük beğeni topluyor. Viyana’ya ağır hasta gelen eşim burada başarılı bir ameliyat geçirdi ve sağlıklı bir şekilde eve döndü. Parlamentomuzun zarif Başkanı Kâzım (Özalp) Paşa sağlık durumu kötü olarak Viyana’ya gönderildi ve başarılı bir tedaviden sonra Ankara’ya döndü.   Hatta  on dört yıldan beri ısdıraplı bir hastalıktan musdarip olan  karışını da  Viyana’ya gönderdi ve burada tekrar mükemmel sağlığına kavuştu. [16] Büyük Genelkurmay Başkanımız Fevzi (Çakmak) Paşa,[17] eski Milli Savunma Bakanı  Recep (Peker) Bey ve diğer dost ve meslektaşlarımız da doktorların misafirperverliğinden ve ilminden istifade etmek için Viyana’ya geldiler. Bu nedenle, arkadaşımın yolunu izlemenin benim için zor bir karar olmadığını anlayacaksınız.  Umarım bu şekilde ben de burada sağlığıma kavuşacağım. Bugün yine de Türkiye’nin Avusturya’ya karşı sıcak bir sempati ve samimi dostlukla dolu olduğunu ve ülkenizin  kaderini ve pekiştirme çabalarını büyük bir ilgiyle takip ettiğini söylemek isterim. İşlerin düzeldiğini duymaktan mutluyuz ve Avusturya’nın yeniden eski gücüne kavuşmasını canı gönülden diliyoruz. Avusturya’nın refahı ve  gelişmesi için hissettiğimiz en sıcak dileklerimizden emin olabilir. Lütfen  Avusturyalılara Türkiye’nin tüm ülkelerle dostluk ve barış için büyük çaba  gösterdiğini de söyleyin, çünkü ülkemiz ancak bu çabayla ekonomik kalkınmasını başarıyla gerçekleştirebilir ve güçlenebilir. Politikamız tek bir ilkeye dayanmaktadır: tüm ülkelerle dostluk! « (Yurtta Sulh Cihanda Sulh)

O yıllarda Viyana Tıp Ekolü dünyanın en saygın kurumlarından biriydi. Türk Avusturya dostane ilişkileri de tıp alanında başladı. 1838’de padişahın isteği üzerine ilk kez iki genç askeri doktor ve bir eczacı Osmanlı Devleti’nin sağlık reformuna katkıda bulunmak için Avusturya’dan İstanbul’a geldiler. Bunlar arasında özellikle Dr. Carl Ambros Bernard (1810-1844) çok başarılı oldu. Viyana Joseph Akademisi modelini temel alarak yenilediği İstanbul Tıp Fakültesinde Askeri hekimlerin yetiştirilmesi için profesör ve müdür olarak görev yaptı. İstanbul Tıp fakültesinde Dr. Bernard  ihtiyaçları için bir eczane’de açtı. Bu eczane iyi bir yönetimle büyük tasarruflar sağlayan ve kısa süre içinde İstanbul’daki tüm askeri hastanelere ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm ordularına en kaliteli ilaçları sağlayan “Ecza Merkezi (Pharmacie Centrale) adlı bir ilaç deposu oldu. İstanbul’a geldiği  1843’ten itibaren, tıp fakültesinde düzenli olarak eczacılık sanatı üzerine uygulamalı kurslar düzenledi. Bu kurslarda her yıl diplomalı askeri eczacılar yetiştirildi. Dr. Bernard 1844’te  Latince ve Fransızca olarak „Pharmacopoea castrensis Ottomana – Pharmacopee militaie Ottomane“ adlı ilk  resmî Osmanlı farmakopedisini yazdı.O dönemde İstanbul’a kısa sürede daha fazla  Avusturya ve Tuna Monarşisi ülkelerinden hekimler gelmiş, özellikle akademik öğretmen olarak büyük hizmet yapmışlardır.[18]

1932 yılında Viyana’da “700 Yıldan Bu Yana Türk Sanatı” adını taşıyan bir sergi açıldı. Bu açılışa katılan Avusturya Cumhurbaşkanı Wilhelm Miklas Türkiye’yi ve dünyadaki konumunu öven bir konuşma yapmıştı. Avusturyalı Devlet adamı böyle bir etkinliğin uzun Osmanlı savaşlarını akla getirebileceğini ifade ederek “Ancak bu mutlu saatlerde geçmişte olanları hatırlamayalım. Daha ziyade, şu anda Türkiye ile Avusturya arasında siyasi ve kültürel alanlarda var olan mükemmel ilişkilerden daha çok memnun olmalıyız.” diyerek mevcut iyi ilişkilere vurgu yapmıştır.[19] Dikkate alınması gereken başka bir husus da, Miklas’ın da adeta doğruladığı üzere, serginin artık Türkiye’nin Orta Avrupa meseleleriyle ilgilenmeye başladığı 1932 yılında açılmış olmasıdır: “Avusturya’nın yanı sıra Orta Avrupa’da da yeni Türkiye’nin etkileyici yükselişi sempati ve sıcak ilgiyle takip ediliyor.”  [20]

Türk Sanatı Viyana’da   sergisini açılıştan önce gezen  gazeteci Friedrich Wallisch intibalarını anlatıyor: [21]

“Secession’daki Türk sergisinin  açılışı 16 Ocak 1932 günü Federal Cumhurbaşkanı  tarafından yapılacak. Artık  gençlerimiz bir zamanlar  Avusturya ile Türkiye’nin sınırdaş oldukları  zamanı  hatırlamıyor. Viyana ve İstanbul iki komşu ülkenin başkentleriydi. Şimdi kulağa nekadar garip geliyor. Bugünm müstakil balkan devletleri iki ülke arasına sıkışmış durumdalar. Avusturya’nın  doğu sınırındaki  Burgenland eyaletinde  cepheleri Türk motifli süslemeli eski çiftlik evleri var. Daha yüz yıl önce Türkler Alp Dağları sınırına dayanmışlardı.  Türk kuşatmalarından (soylu Polonya ile ve  Kahveci Kolschitzky) Avusturya-Macaristan  Tütün dükkânlarının Türkü temsil eden “angemalte Türken” denen tabelalarına kadar Viyanalıların bilincine derinden yerleşmiş  renkli ve ilginç  anılar Tuna’yı Boğaz’a  en kısa yoldan bağlamaktadır.

Eğer, Türkiye, Avusturya’da çok sıradışı bir enerjiye sahip bir diplomat olan Büyükelçi Mehmet Hamdi Bey tarafından temsil edilmeseydi, yeni Avusturya ile yeni Türkiye bu kadar çabuk anlaşamazlardı.  Mehmet Hamdi Bey’e ve diğer sorumlu kişilere  Viyana’da bugün, her iki ülke  Avusturya ve Türkiye yararına olağandışı öneme sahip bir sergi açtıkları için teşekkür ederiz. Avusturya ve Viyana için  Secession’da [22] açılan “Yedi Yüzyıllık Türk Sanatı” sergisi (Türkische Kunst aus sieben Jahrhunderten“) uzun zamandır burada görmediğimiz bir görsel olay yarattı. Bu sergiye eş değer olarak Londra’da açılan “Pers Sergisi” ile Paris’te açıllan “Bizanz Sanatı” adlı sergileri gösterebiliriz. Türkiye için önemi ise tarihsel ve modern Türk sanatının bu kadar geniş ve zengin bir sergisi Batı’ya hiç sunulmamış olmasıdır. Bu serginin ziyaretçiye sunduğu şekil ve renk sevinci, malzeme ve fikir zenginliği, doğunun ve egzotiğin yüksek sesli bir akoru gibi etki ediyor. Tanrı biliyor ya, Viyanalılar daha ilk andan itibaren garip bir ortamda kendilerini evlerinde hissedecekler. Viyana müzeleri de, şimdi resmî adıyla  İstanbul olarak bilinen Konstantinopolis müzeleri kadar sergiye katkıda bulundular. Büyüleyici eşsiz halılar, dokuma, seramik, deri ve metal işleri her adımda hoş bir aşinalık hissi ile  huşu içinde seyredilir. Bununla birlikte, sergi kesinlikle  yeni olan şeyleri sunuyor.  Nesneleri tamamen bir sanatsal uyum içinde düzenleyen genç ve seçkin  sanat tarihçisi Dr. Kurt Blauensteiner’in birinci sınıf bir sanatçı olduğunu gösteriyor.  Asil bir kültürün ruhuyla terbiye edilmiş fantastik değerler  olan İstanbul’dan gelen emanetleri sansasyoneli kişisellikle mutlu bir şekilde birleştiriyor. Orta Avrupa sanatcılarınoın ve zanaatkâlarının, bu Secession sergisinden  aldıkları ilhamla kutsanmış bir hasadı eve getireceğini tahmin hiç de zor değil.”

Sergide Türkiye Cumhuriyetini  Büyükelçi Mehmet Hamdi Bey temsil etti. Secession  Başkanı Prof. Martin  tarafından karşılandıktan sonra Büyükelçi Mehmed Hamdi Bey yaptığı konuşmada, Avusturya’nın entelektüel kültürü ve Avusturya’nın sanatsal çabası sayesinde Türk sanatının da  artık kültür ve sanat şehri Viyana’da başarının tadını çıkarabileceğini söyledi ve Sergi, Avusturya ile Türkiye’yi birbirine bağlayan dostluğun bir simgesidir dedi. Sonra da Federal Cumhurbaşkanı Miklas Türk halkının sanatsal çalışmalarına derinlemesine bir bakış açısı sağlayan serginin öneminden bahsetti. Türkiye, Orta Avrupalıların, özellikle burada Avusturyalıların, yeni Türkiye’nin etkileyici yükselişini canlı bir sempati ve yoğun ilgiyle izlediğinden emin olabilir. Bir dereceye kadar, biz Avusturyalılar da Türkiye’nin yükselişine katkı sağlıyoruz. Türk hükümeti, özellikle yeni Türk kentleri kurarken Avusturyalı sanatçı ve mimarları  sanatçı ve mimarları yeni başkentlerine davet ederek onlara  danıştı. Bizimkiler de yeni Türkiye’nin güzel ve etkileyici yükselişine katkıda bulundular. Bu nedenle, Viyana’da Yedi Yüzyıldan Bu Yana Türk Sanatı” adlı böyle bir Türk sergisini sergilemek, Viyana Secession’unun ve ilgili tüm şahsiyetlerin kesinlikle mükemmel bir düşüncesidir. “ [23]

“700 Yıldan Bu Yana Türk Sanatı” adlı Serginin Açılışı [24]

Avusturya Federal Cumhurbaşkanı Wilhelm Miklas dün öğleden sonra “700 Yıldan Bu Yana Türk Sanatı” adlı sergiyi Kanzler vekili Dr. Schober, Eğitim Bakanı Dr. Czermak, Dış İlişkiler Genel Sekreteri Peter, Belediye Başkan Yardımcısı Emmerling und Hoß, Viyana Okullar Konseyi Başkanı Glöckel, kordiplomatik Temsilcileri ve Türk Heyeti Başkanının da hazır bulunduğu  sergiyi açtı. Açılışta ilk sözü sergiyi düzenleyen Professor Christian L. Martin aldı. Sonra Türk Sefiri Ahmet Hamdi Bey konuştu. Cumhurbaşkanı Miklas’a diğer yetkililere ve  İstanbul’daki Avusturya Sefiri August Kral’a bu serginin düzenlenmesi için gösterdiği  kıymetli desteğe teşekkür etti. Türk eserlerinin Viyana gibi bir sanat ve kültür şehrinde  sergilenmiş olması  aynı zamanda Türk Avusturya dostluğunun bir işareti olduğunu belirtti.

Söz alan Federal Cumhurbaşkanı Miklas çok uzun bir konuşma yaptı, serginin önemini belirtti. Bu serginin Türk halkının yarattığı sanatsal ürünler hakkında  derin bir  bilgi sunmakta olduğunu söyledi. “700 Yıllık Türk Sanatı  Sergisi bazılarımızın aklına Türklerle yaptığımız uzun savaşları getirebilir. Ancak bu mutlu saatlerde geçmişte olanları hatırlamayalım. Daha ziyade, şu anda Türkiye ile Avusturya arasında siyasi ve kültürel alanlarda var olan mükemmel ilişkilerden daha çok memnun olmalıyız.

Sizi  temin edilebilirim kiAvusturya’nın yanı sıra Orta Avrupa’da da yeni Türkiye’nin etkileyici yükselişine  sempati ve sıcak ilgiyle takip ediyorlar. Türkiye’nin yükselişine Avusturya da katkı sağlıyor. Avusturyalı sanatçılar ve mimarlar, Türk Hükümeti adına yeni Türk kentsel sisteminin sorunlarını çözmede katkı sağlıyorlar.

İşte bu nedenle Viyana’da bir Türk sergisi düzenlemek mutlu bir fikir oldu.”

Konuşmasının sonunda Miklas Mustafa Kemal Atatürk’e bu serginin düzenlenmesi için  verdiği desteğe de teşekkür etti. Viyana kamu müzelerinin ve özel koleksiyonların   serginin gerçekleşmesi için katkılarına teşekkür etti, Avusturya’nın sıcak bir arkadaşı olan Türk büyükelçisi Mehmet Hamdi Bey’in değerli çabalarını vurguladı.

1925 yılından beri Türkiye Dış İşleri Bakanı olan Tevfik Rüştü (Aras) Bey Türkiye’nin kültürel ve iktisadi hayatında  çok önemli rol üstlenmiş, bir çok uluslararası konferansda devamlı Türkiye’yi temsil etmiştir. Türkiye ile Avrupa’daki devletler arasındaki ilişkileri güçlendirmiştir. Türk Dış İşleri Bakanı Genevre’den dönerken Viyana’ya da uğrayarak şansölye Dr. Dolfuss ve diğer ricalle görüşme imkanı buldu. Türkiye’ye dönmeden önce muhabirimiz L. Kl.’yi nezaketle kabul etti. Silahsızlanma konferansı hakkında olumlu düşünüyor.[25] Türk Dışişleri Bakanı büyük bir kararlılıkla, „Silahsızlanma konferansı iyi bir sonuç vermeli ve verecektir“ dedi.

Yakın zamana kadar Cenevre dışında hüküm süren ve belki de asısız olmayan karamsarlık, geçen haftaki durum  cereyan etmeseydi, şimdi tamamen ortadan kalkacaktı. Konferansın gidişatını yerinde takip eden herkes,  silahsızlanma konferansının başarıya ulaşacağına inanmalıdır. Geçmişte Cenevre’de zaman zaman karamsar olan atmosfer, şimdi yerini çok iyimser bir havaya bırakmıştır. Macdonald ve Roosevelt’in önerileri ve Hitler’in konuşması buna katkıda bulundu. Bu beyanlar, bir takım ekler ve değişikliklerle müzakerelerin daha da ilerlemesine yol açacak ve bir anlaşmanın temelini oluşturacaktır. Yalnızca olgusal düzeyde değil, kişisel düzeyde de zorluklar çok büyüktü. Ama barışın örgütlenmesini destekleyecek bir çözüme ulaşılacaktır. Litvinov, [26]saldırgan için bir tanım bulmuştur: Saldırgan, örneğin sınıra güçlü birlikler yığarak veya onları harekete geçirerek komşularını endişelendiren ülkedir. Bu tanım üzerinde henüz büyük bir anlaşmaya varamadık, ama bence çok doğru. Sonuçta – birkaç değişiklikle de olsa – büyük bir çoğunluk tarafından benimsenecek, aynı zamanda barışın örgütlenmesi için bir kararın temeli haline gelecektir. Silahsızlanma konferansının sonuçsuz dağılmaması kesinlikle şarttı. Çünkü dünyayı sakinleştirme yolundaki ilk aşamadır.”

Dünya Ekonomik Konferansı için büyük umut

Güçlü bir siyasal temel olmadan, malsal ve ekonomik politika da gelişemez. Dünya Ekonomik Konferansı, Silahsızlanma Konferansının paralelidir.  Her şeyden önce,  ne yazık ki bugün karşılıklı bir güvensizlik olduğundan dünyada büyük endişe duyuluyor. Aslında bütün milletler gerçekten barış istiyorlar. Acil önlemler alınabilir, daha sonra da , her bir ülkenin malî ve ekonomik koşullarını düzeltmek için, gümrük önlemleri, kısıtlamaları, engelleri  kademeli olarak kaldırılır. Halklara yardım etmeyi anlamak artık çok zor bir hedef olmayacak. Dünya Ekonomik Konferansı, Genel Barış’ın sağlamlaştırılmasında ikinci ve en önemli aşama olacaktır. Londra’daki müzakereler için büyük umutlarım var ve başarısına inanıyorum. Sarsılmaz bir iyimserim. Ve umuyorum ki dünyanın durumu makul bir iyi niyetle yavaş yavaş daha iyiye gidecektir.”

    Türkiye ve Avusturya[27]

30 Mayıs 1933 günü Türk Dış İşleri Bakanı Neuer Wiener Tagblatt gazetesine  bu günkü Türk Avusturya ilişkileri konusunda verdiği mülakatta  şunları dedi:

         “Şansölye Dolfuss ile yaptığım uzun sohbet benim için büyük bir zevk oldu.  Şansölye Dr. Dolfuss’un şahsında çok büyük enerji ve kararlı bir adam buldum. Ne yaptığını bilen bir devlet adamı. Türkiye’nin Avusturya ile ilişkileri bugün mükemmeldir. Burada yaptığım ziyaretler ve görüşmelerim bu samimi dostluğu daha da pekiştirirse benim için ayrı bir zevk olur. Ben de bu dostluğu memnuniyetle geliştirmek için çalışacağım. Avusturya ve Viyana  ideal bir turizm merkezidir.

Vatandaşlarıma daha sık Avusturya’ya ve Viyana’ya gelmelerini tavsiye edeceğim. Viyana’yı defalarca ziyaret ederek tanıyan ve seven,  benim gibi ilkbaharda muhteşem bahar elbiselerini giyen  bu güzel ülkeye hayran kalma fırsatı bulan her kimse,  kıyaslanamaz  bir büyünün etkisinde kalmaktadır. Bu nedenle, dünyanın her yerinden büyük bir yabancı akınının Viyana’ya akmaması şaşırtıcı olurdu. Aynı zamanda ekonomik ve ticari alanlarda, ilişkiler önemli ölçüde genişletilebilir. Özellikle tüccarlarımızın birbirleriyle daha yakın temas halinde olmaları  çok  daha hoşuma giderdi. Kişisel ziyaretler sayesinde İthalat ve ihracat da artırılabilir.  Burada Kaldığım süre, Avusturya’ya duyduğum yüce sempatimi daha da artırdı. Aynı sempati vatandaşlarım da da vardır. Güzel şehrinizden en iyi duygularla ayrılıyorum.”

Sonuç olarak bu gün Avusturya Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında, belirli bir düşmanlık olmasa bile, zamanla eski soğuklukların  gün yüzüne çıktığı görülmektedir. Belli ki Avrupa’daki siyasi cereyanlar  ve Türkiye’nin iç ve dış siyasette yaşadığı çalkantılı gelişmeler  buna etken oldu. Avusturya  olan ilişkilerin geliştirilmesi, yüksek bir samimiyet düzeyine çıkarılması şarttır. Bu her iki ulusun çıkarı için elzemdir. Bir zamanlar sınır komşusu olan iki ulusun çok iyi dost olması şarttır.

[1] Türkiye İş Bankası Emekli Müdürü, Araştırmacı yazar, Türk Macar Dostluk Derneği Başkanı, Macaristan Şovalyesi.

[2] Miklós Lojkó, “Missions Impossible: General Smuts, Sir George Clerk & British Diplomacy in Central Europe in 1919”, The Paris Peace Conference 1919 Peace without Victory?, Michael Dockrill & John Fisher (ed.), New York, Palgrave Ltd., 2001, s.115-117.

[3] Paul Hehn, A Low Dishonest Decade The Great Powers, Eastern Europe and the Economic Origins of World War II, 1930-1941, New York, Continuum Publications, s.54 ve 124; Ahmet Şükrü Esmer, Siyasî Tarih (1919-1939), SBF Yayınları No:30-12, Ankara, 1953, s.94-96. Büyük devletlerin Avusturya siyaseti için ayrıca bkz. Suppan, a.g.e., s.1145-1160.

[4]  Emre Saral, “İki Savaş Arasındaki Dönemde Türkiye’nin Orta Avrupa’ya Yönelik Siyaseti”, Türk-Macar İlişkilerinin İzinde 20 Yıl Prof. Dr. Melek Çolak Armağanı, Yücel Namal (Ed.), İstanbul, Kitabevi, 2020, s.407-427.

[5] Bregenzer/Vorarlberger Tagblatt, 30.1.1924,s.1

[6] Vorarlberger Landes-Zeitung,25.10.1924, s.2

[7] Bu konuda bir değerlendirme için bkz. Ali Servet Öncü ve Erkan Cevizliler, “Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasında 28 Ocak 1924 Tarihinde İmzalanan Dostluk Antlaşması, İkamet ve Ticaret Mukaveleleri”, Turkish Studies, c. 8, S.5 (Bahar 2013), s.531-557.

[8] Reichspost, 17.7.1925, s.2, Die Erwachte Türkei

[9]Avusturya Sefiri Kral’ın Türkiye anıları için bkz. August R. von Kral, Kemal Atatürk’ün Ülkesi Modern Türkiye’nin Gelişimi, İstanbul, Alfa Yayıncılık, 2010; Avusturya Sefiri Bischoff’un anıları için de bkz. Norbert von Bischof, Ankara: Türkiye’deki Yeni Oluşun Bir İzahı, Ankara, Ulus Basımevi, 1936.

[10] Neues Wiener Journal, 18.8.1935,s.1 “Oesterreichs Sendung im Osten. Wegbereiter und Vorbild auf wissenschaftlichem, künstlerischem und technischem Gebiet. “ Von Carl Buchberger, außerordentlichem Gesandten und bevollmächtigtem Minister.

[11] Österreichische Nähmaschinen- und Fahrrad-Zeitung, 10.12.1925,s.17

[12] Reichspost,5.4.1928,s.4 Türkische Gäste im Oesterreichischen Ingenieur- und Architektenverein.

[13] .Emre Saral, a.g.e.

[14] Der Zeitungs-Verlag, 17.12.1926

[15] Neue Freie Presse, 12.7.1928,s.3, Eine Unterrredung mit den türkischen Aussenminister Dr.Tewfik Ruschdi Bey

[16] Reichspost, 17.8.1925,s.6 “Cumartesi sabahı Türkiye Millet Meclisi Başkanı Kâzım Paşa, eşi ve sekreteriyle birlikte kısa bir süreliğine Viyana’ya geldi. Ostbahnhof’ta Türk büyükelçisi Mehmed Hamdi Bey ve tüm elçilik  diplomatları tarafından karşılandı. Avusturya Dış İşleri Bakanlığında Dr. Hauerschild’de karşılamaya gelenler arasında bulunuyordu. Kâzım Paşa, Viyana’daki hekimlere danışmayı planlıyor.”

[17] Neues Wiener Journal, 15.6.1917,s.9 Türk Genel Kurmay Başkanı Mareşal Ekselans Fevzi Paşa ve refikaları yanlarında Başyaver Deniz Yüzbaşısı Ahmet Bey ve özel doktoru Yüzbaşı Ekrem Bey  ile Viyana’ya geldiler ve Grand Hotel’e yerleştiler.

[18] Österreichische Apotheker-Zeitung : ÖAZ, 17.5.1986,s.8

[19] Wiener Zeitung, 16 Ocak 1932, s.4. “Theater mit Kunst” (Sanat ile Tiyatro)

[20] Emre Saral, “İki Savaş Arasındaki Dönemde Türkiye’nin Orta Avrupa’ya Yönelik Siyaseti”, Türk-Macar İlişkilerinin İzinde 20 Yıl Prof. Dr. Melek Çolak Armağanı, Yücel Namal (Ed.), İstanbul, Kitabevi, 2020, s.407-427.

[21] Die Stunde, 16.1.1932,s.3, Türkische Kunst in Wien

[22] Secession:  Siyasal, dinsel bir örgütten, bir devletten, federasyondan, bir birlikten ayrılma demektir. Naschmarkt ve Karl Kilisesi yakınında bulunan Secession binası 3 Nisan 1897 yılında klasik sanata daha çok önem veren yeniliğe kapalı Viyana Sanat Okulu’ndan ayrılan Gustav Klimt, Koloman Moser, Josef Hoffmann, Joseph Maria Olbrich ve Max Kurzweil gibi sanatçıların Berlin ve Münih’deki Sezession adlı birlikleri örnek alarak kurulmuş yeni akımlara da açık Sanatçılar Birliği Binasıdır.

[23] Reichspost, 16.1.1932, s.7, Aus­stellung: „Türkische Kunst aus sieben Jahrhunderten.“

[24] Wiener Zeitung, 16.1.1932,s.4  Theater mit Kunst, Eröffnung der Ausstellung «Türkisches Kunst aus sieben Fahrhunderten“

[25] Neue Freie Presse, 30.5.1933, s.2

[26] Maksim Maksimoviç Litvinov doğum adı; Meir Henoch Mojszewicz Wallach-Finkelstein; 17 Temmuz 1876 – 31 Aralık 1951), Sovyet diplomat ve 1930-1939 yılları arasında görev yapan Sovyetler Birliği Dışişleri Halk Komiseri. Dünya ölçeğinde silahsızlanma ve Nazi Almanyası’na karşı Batılı devletlerle ortak bir güvenlik sistemi oluşturma görüşlerinin önde gelen savunucularından oldu.

[27] Salzburger Chronik für Stadt und Land, 31.5.1933,s.2  Türkei und Österreich

 

 

Relevante Artikel

Back to top button
Fonds Soziales Wien
Cookie Consent mit Real Cookie Banner