Yoksa… Vikingler ve Odin Türk müydü?

Abdullah Gürgün’ün kitabı “İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine”

Kitaptaki bazı tezler tartışılabilir, ama bir gerçek var ki kesinlikle atlanamaz: Kitaptaki söz konusu iddiaları herhangi bir Türk yurttaşımız değil, İskandinav ülkelerinde saygın bir yere sahip olan önemli bilim adamları ileri sürmektedir.

Uzun yıllardır İsveç’te yaşayan ve Türklerin Kuzey Avrupa’daki kökenlerine dair araştırmalar yapan Abdullah Gürgün, İsveçlilerin Türk kökenine ilişkin bulgularını yayımladı.

Kaynak Yayınları’ndan çıkan “İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine” başlıklı araştırma, ilginç ve zihin açıcı bilgiler içeriyor. Aslında kitaptaki bilgiler sadece ilginç değil, aynı zamanda insanı araştırmaya sevk etmesi nedeniyle de kışkırtıcı.

Çok sayıda resmin ve çizimlerin kullanıldığı araştırma-kitap, bu özelliğiyle konunun yabancısını içine çekiyor. Kitapta çok sayıda gazete haberlerine ve Kuzey Avrupalı akademik araştırmalara da atıfta bulunan Gürgün, Türklerle İskandinav halkları arasındaki “akrabalık iddialarını” söz konusu yerli hakların destanlarıyla da temellendirmiş.

Türklerle Kuzey Avrupalılar akraba mı?
Abdullah Gürgün 2008’de, yine Kaynak Yayınları’nda yayımlanmış olan “İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri” kitabının yayına hazırlanmasını da üstlenmişti. Kitabın yazarı 18. Yüzyıl’da yaşamış, İsveç tarih biliminin kurucusu ve çalışmaları nedeniyle de “soyluluk” unvanıyla şereflendirilmiş tarih profesörü Sven Lagerbring. Gürgün bu kitabın ortaya çıkarılmasını sağlamakla kalmamış, esas metni -200 yıllık önceki İsveççe diliyle yazılmış olmasına rağmen- çevirmiş ve kitaba ayrıntılı bir giriş yazmıştı.

“İsveçlilerin Türk Kökenleri Üzerine” bir bakıma Lagerbring’in kitabının devamı niteliğinde. Gürgün’ün kitabını okuyanlar Lagerbring’in kitabını da okumak isteyeceklerdir çünkü Lagerbring’in iddialarına dayandırdığı kaynakları Gürgün de kısmen kullanmış.

Peki neydi Lagerbring’in kitabının özelliği? Lagerbring, 800 yıl önceki kaynaklara başvurarak Türklerle İsveçlilerin ortak bir kökenden geldiklerini ya da İsveçlilerin esas olarak Türklerin bir kolu olduğunu ileri sürmekteydi ve buna kanıt olarak da başka iddiaların yanı sıra 200’e yakın kelimeyi karşılaştırmaktaydı. Hem Lagerbring’in hem de Gürgün’ün ileri sürdüğü bazı argümanlar tartışılabilir ama bir gerçek var ki atlanamaz: Bu iddiaları herhangi bir Türk yurttaşımız değil, toplumda saygınlığı olan önemli bir bilim adamı ileri sürmekteydi.

Tartışılması gerekense şudur: Neden İsveçli, Finli veya Norveçli bilim adamları Kuzey Avrupa halklarını Türklerle akraba saymaktadır? Tezlerin bilimselliğini sorgulayabilirsiniz ama Kuzey Avrupalı yazar ve bilim adamlarının neden böyle bir iddiayı ileri sürdüklerini ve bu tezi cesaretle savunduklarını araştırmak veya bilmek de tezlerin bilimselliği kadar önemlidir.
Gürgün, Lagerbring’in başvurduğu, ancak fazla derinlemesine girmediği Kuzey Avrupalı efsanelerin (Saga) Türklerle ilgili olan bölümlerini çevirmekle kalmamış, bunların bilim dünyası içindeki yankılarını da aktarmaktadır.

Kitabın ilginç tezleri
Gürgün, verilere dayanarak Kuzey Avrupalı halkların esas olarak Türk kökenli olduklarını ya da en azından Laponların Türk olabileceklerini ileri sürmektedir. Laponlar, Gürgün’ün kitabından aktarırsak kendilerini “Same” diye adlandırıyor ve yerleşik oldukları yere de “Sampi” diyor. Bunlar uzun süre Fin kökenli olarak görülmüş ama hem Şaman özellikleriyle  hem de kullandıkları araç ve gereçler dikkate alındığında, yani kültürel özellikleri nedeniyle Türklerle aynı kökene sahip olmalılar. Gürgün buna dair birçok resim ve çizimi kitabına almış.

Kuzey Avrupalı hakların efsanevi kurucu babası olarak görülen Oden ya da Odin Türk kökenlidir. Mitolojide Oden’e Tanrı denirdi. Bütün Avrupalı kaynaklar Oden’in Anadolu’dan ya da Asya’dan geldiğini kabul etmektedir. Ama bunun ne kadarı efsane, ne kadarı tarihsel gerçek… Bu hâlâ bir tartışma konusu. Hatta Oden’in ayak izini süren bilim adamları da var.

“Tyrk” ve “Tırkland” kavramlarının Kuzey Avrupalı efsanelerde -Snorre’nin Edda’sı, Ynglinge Destanı, Hervarar Destanı, Bosa Destanı vs- ne işi var? Gürgün’ü heyecanlandıran da budur, bunun nedenini bulmaya çalışıyor ve bunun için de yeniden üniversiteye kaydolarak araştırmalara girişmiş.

Kuzey Avrupa’daki runik yazılarla (taşların üzerine kazınmış şekiller-yazılar) Orta Asya’daki runik yazıların birbirine yakınlığını araştıran Gürgün, Türkiye’deki birçok araştırmacı gibi bunların Türkler tarafından yazıldığını ileri sürüyor.

Gürgün’ün sunduğu argümanların hepsi ilginç ve bunların Türk akademisyenler arasındaki tartışma ve araştırmalara ivme katacağı da muhakkak.

Ancak hem Lagerbring’in kullandığı hem de Gürgün’ün olduğu gibi aldığı bir argüman sorunlar içeriyor. İskandinav halkların Anadolu’dan, yani Türkiye’den geldikleri tezi iki zayıf yan içeriyor. Birincisi, İskandinav kökenli bilim adamlarının da kendi aralarında tartıştıkları gibi “Tyrkland”, “Turkland”, “Tırkland” vs. kavramları Trakya mı yoksa Truva mı belli değil. Gürgün de buna dair çok iddalı tezler ileri sürmüyor sadece tartışmaları ve görüşleri aktarıyor. İkincisi ise dil ve kelime karşılaştırmalarında salt Türkçe kökenli kelimeler değil, Arapça ve Farsça kökenli kelimeler de Türkçeymiş gibi ele alınmış. Lagerbring tezlerini kanıtlamak için Osmanlıcayı esas almış ki bu sorunlu bir karşılaştırmadır.

Odin Türk’tür!

ODIN3

Prof. Sven Lagerbring:

“Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Eleştirme gereği duymuyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler olarak gösteriyorlar.”

Göl… Türkçe, “dört yanı ka ra ile çevrili su birikintisi” anlamına gelen bir söz cük… İsveççede de aynı ama eski bir sözcük. Gü nümüzde artık daha çok “sjö” sözcüğü kullanılıyor.
İsveç’in Lund Üniversitesi profesörle rinden Olof Hellqvist’in 1929 yılında yazdığı 1100 sayfalık Det Svenska Ordförrådets Ålder och Ursprung (İsveççe Kelime Haznesinin Yaşı ve Kaynağı) isimli kita bına bakıyoruz. “Göl” için, “Eski Kuzeyce (Urnordiska) kaynaklı yalnız İsveççe bir sözcük” diyor.(2)
İsveç Dil Geliştirme Enstitüsü (Institutet för svensk språkvård) Başkanı Pro fesör Gösta Bergman İsveç Dil Tarihi isimli kitabında, İskandinavya’da öncele ri aynı dilin konuşulduğunu ama 600′lü yıllardan sonra ve esas olarak da 1000′li yıllardan sonra Danca, İsveççe, Norveççe, İzlandaca dillerinin ayrıştığını söylü yor. İşte bu ortak dile Urnordiska deniyor.(3) Bugün de İskandinav halkları iyi kötü birbirlerini anlayabiliyorlar. Araların da yaptıkları konferansları “İskandinavca (Skandinaviska)” adı altında yapmaya özen gösteriyorlar. 2008 yılında Kuzey Konseyi (Nordiska Rådet) İngilizceye karşı “İskandinaviska”yı koruma ve ortak dil yapma yolunda çalışma kararı aldı (darısı Türkçe konuşan halkların başı na).
Yine Prof. Olof Hellqvist’in 1993 yılın da yayımlanmış olan iki ciltlik İsveççe Etimoloji Sözlüğü’ne (Svensk Etymologisk Ordbok) bakıyoruz. “Göl” sözcüğü nün Eski Kuzeyce (Urnordiska) “guljö, gjöl” sözcüğünden geldiğini yazıyor, İz landaca “gil”, Norveççe “gyl, gjöl”, Fince “kulju” olduğunu belirtiyor. Ayrıca İskan dinavya’da bu sözcükten türeyen yer ad ları belirtilmiş: Göljahult, Gölyaryd, Göljemåla, Gölinge…(4)
Prof. Hellqvist, Urnordiska kökenli İsveç sözcüğü dediği “göl”ün ta Çin’de yaşayan Uygurların da kullandığı Türkçe bir sözcük olduğunu bilmiyor. Lund Üni versitesi Tarih Enstitüsü’nün ilk tarih pro fesörü Sven Lagerbring’in 1764 yılında yazdığı İsveççe Türkçe Dilleri Arasında Benzerlikler kitabından da haberi yok. Olsaydı, Prof. Lagerbring’in yalnız “göl” sözcüğünü değil, İsveççe’deki iki yüzden fazla Türkçe sözcüğü ortaya koyduğunu bilebilirdi. Peki nasıl oluyor da Orta As ya’da konuşulan “göl” ve diğer Türkçe sözcükler 2000 yıl öncesinin Eski Kuzey ce (Urnordiska) denen dilinde bulunabili yor?
Yanıtı eski İskandinav kaynaklarında arayacağız.
İsveç’in ilk tarih Profesörü Sven Lagerbring (1707-1787):

“Ata larımız Türklerdir.”
İsveçlilerin ve daha da genişleterek İskandinavların Türk olduğunu söyleye ne kuşkuyla bakılacağı açıktır. O neden le önce bunu söyleyen insanı tanıyalım.
Profesör Sven Lagerbring kimdir?
1707 Güney İsveç’te Sven Bring ola rak doğdu. Lund Üniversitesi’nde okudu. 1741′de Lund Akademisi sekreteri, 1742′de tarih profesörü oldu. 1748, 1755 ve 1769 yıllarında Lund Üniversitesi rektörlüğünü yürüttü. 1764 yılında küçük Bref till Cancellie Rådet och Råddaren Herr Joh. Ihre om Svenska och Turkiska Språkens Likhet (isveççenin Türkçeyle Benzerlikleri Hakkında Müsteşar ve Şö valye Bay Johan Ihre’ye Mektup) kitapçığını yazdı. Bu kitabı yazmasından beş yıl sonra 1769′da kendisine asalet verildi. Artık hem müsteşar hem şövalye idi. Soyadına bir de “Lager” eklendi. “Lagerb ring” oldu.
Lagerbring tanınmış, saygın bir tarih çidir. İsveç tarihi alanında modern eleşti rel tarih araştırmasının babası sayılır. İs veç Lund Üniversitesi Tarih Enstitüsü’nün ilk tarih profesörüdür ve o neden le Enstitü’nün logosunda onun bir resmi vardır. Üniversite bahçesinde büstü diki lidir, salonlarında tabloları asılıdır. 24 Şu bat 2007 tarihinde doğumunun 300. yılı Lund, Uppsala ve Stockholm’de kutlandı. Pek çok konuda seminerler, konferanslar düzenlendi. 300. doğum günü kutlama programı için hazırlanmış bir tanıtmada şu sözcükler göze çarpıyordu: “Günü müzde, kaynaklara eleştirel yaklaşmak ve gerçekleri aramak, istenen sonuçlara hizmet etmeye yönelik, değişik bir içerik kazandı. Lagerbring için ise, sonucu ne olursa olsun gerçeğin kendisi önemliydi. Tarih güvenilir olmalıydı. Aynı zamanda da insanı insan yapacak öğretileri elden ele ulaştırmak gerekliydi.”
Prof. Sven Lagerbring
Prof. Sven Lagerbring’in en önemli ese ri dört ciltlik İsveç imparatorluğu Tarihi’dir. En Eski Zamanlardan Bugüne Svea İmparatorluğu Tarihi (Swea Rikes Historia från de åldsta tider till nårvarande) adlı 4 ciltlik bu tarih kitabını 1769-1783 yılları arasında yazıp yayımlamış tır. Her biri en az altı yüz küsur sayfa olan bu kitaplarıyla ancak 1460 yılına dek ge lebilmiştir. Beşinci cildi bitirmesine ise ya şamı yetmemiştir. Profesör Sven Lagerb ring 1787 yılında ölmüştür. 1467 yılına dek gelebildiği seksen sayfalık bölüm ölümünden çok sonra 1907 yılında yayınlanabilmiştir.
Lagerbring tarih kitabının birinci cildinde 1060 yılına dek Oden ve onun ha nedanlığı olan Ynglinge krallarının hü küm sürdüğü Viking tarihini anlatmakta dır. Buradaki en önemli dayanağı İzlan dalı siyasetçi, tarihçi, yazar Snorre Sturlesson’un, Edda adı altında topladığı İskandinav mitolojisi, söylenceleri, masal ları ve destanlarıdır. Kitabının girişinde bunların güvenilirliğini sorgulamış, kendinden önceki değişik yerli yabancı tarih çilerin verdiği ve Sturlesson’un anlattıkla rıyla çakışan bilgiler ışığında bunların güvenilir olduğu sonucuna varmıştır. Hem Sturlesson’a ve hem de Lagerbring’e göre Oden ve halkı Türkler ve As yalılardır.
İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri Hakkında Müsteşar ve Şövalye Bay Jo han Ihre’ye Mektup kitabını, tarih kitabını yazmadan 5 yıl önce yazmış ve Oden ve yanındakilerin Türk olduklarını Snorre Sturlesson’un yazılarına, Kuzey söylencelerine, masallarına ve destanlarına da yanarak kanıtlamak istemiştir. Daha da ileri giderek İsveççe ile Türkçe arasında ki benzerlikleri incelemiştir. Kitapçık Jo han Ihre’den görüş bildirmesi ricası ile son bulmaktadır. En son bir notta da ya zar, Grekçe ve Şark dilleri profesörü Sven Johan Munthe’ye de başvurduğu nu ve dillerin tür ve yapılarıyla ilgili konu larda doğrulandığını ekliyor.(5)
2007 yılında yapılan doğumunun 300. yılı kutlamalarında bu konuya hiç değinilmemiştir. Sanki bu kitap hiç tanın mamakta, bilinmemektedir. Ya da o ko nuda susulmaktadır.
Lund Üniversitesi Tarih Enstitüsü’ne bu konuda herhangi bir çalışma olup ol madığını sordum. Yoktu. Prof. Johan Ihre’nin tüm eserlerinin, mektup ve yazı larının arşivlendiği Uppsala Üniversitesi El Yazma Eserler ve Müzik Bölümü’nün görevlilerinden Håkan Hallberg’in verdiği yanıt ise şöyleydi: “Ihre bu mektuba 17 Aralık 1764′te yanıt vermiştir. Burada bazı dil konularının tartışıldığı sanılmak tadır. Aradığınız mektup bu olsa gerek. Ama ne yazık ki bu mektup kaybolmuş. Dostça selamlar.”
Prof. Johan Ihre
Zamanın en saygın kökenbilim (etimoloji) profesörü ve İsveç Bilim Akademisi üyesi olan Johan Ihre’nin, kendisine mektup yazan Prof. Sven Lagerbring’e ne yanıt verdiğini -en azından şimdilik- bilemeyeceğiz. Ancak Ihre’nin de daha sonra, 1772 yılında Prof. Sven Lagerbring’e mektup şeklinde yazmış olduğu bir kitapçık var: Bref Till Herr Cancellie Rådet Sven Lagerbring Rörande Then Isländska Edda (İzlanda Edda’sı Hakkında Müsteşar ve Şövalye Bay Sven Lagerbring’e Mektup). 43 sayfalık bir kitapçık. Çünkü o da Sven Lagerbring gibi İsveççenin Oden tarafından Kuzey’e getirildi ğine inanıyordu. Ihre bu mektup/kitapçık ta İzlandalı siyasetçi, tarihçi, yazar Snorre Sturlesson’un toplayıp kaleme aldığı Edda hakkında görüşlerini açıklıyor. De ğişik yerlerde ve zamanlarda yapılan çe viri ve baskıları, anlatılan öyküleri değişik kaynaklarla karşılaştırıp doğru ve yanlış bulduğu noktalar üzerinde duruyor. Bunların sonucunda Edda’yı tarihi bir belge değil, edebi bir eser olarak ele alıyor. Bi rinci bölümde İzlanda şiirinin nasıl yazılacağının gösterildiğini, ikinci bölümde İz landa ozanlarının hangi konuları işlediğini, şimdiye dek İsveççeye çevrilmemiş olan üçüncü bölümde ise harfler hakkın da çok ilginç bilgiler verildiğini söylüyor.
Bu 43 sayfalık kitapçıkta Prof. Johan Ihre’nin şu kısa ama önemli bir tümcesi dikkat çekiyor: “Odin’in ve bizim ataları mızın aynı yerden geldiklerine emi nim.”(6)
Odin Türktür ve Türkiye’den geldi
Prof. Sven Lagerbring şöyle diyor: Eski masallarımızda eski İsveççenin Odin (Oden, Woden) tarafından getirildi ği anlatılır. Oden, Herwarar masalının bi rinci bölümünde Tirkiar (Türkler) ve Asiemaen (Asyalılar, Asyalı adamlar) olarak tanıtılan büyük bir kitlenin önderiydi. Are Frode de aynı öyküden bahseder. Bura da açıkladığı akraba ağacında, Oden’in oğlunun adının Yngve Tirkia Kongr olduğunu söyler, Sturlesson’un, Ynglinge ma salı 5. bölümünde, Odin’in, çok mülkünün bulunduğunu açıkladığını ve Tyrkland’dan (Türkiya – Türkiye) yolculu ğunu ayrıntılarıyla anlatır. Türkler çok uzun zamanlardan beri Hazar Denizi’nin ve Kafkas Dağları’nın kuzeylerinde çok geniş topraklara sahiptiler. “Asaların (Asya adamları – Asyalılar) nerede otur duklarını belgelemeye gerek yok. Ptelemaeus onları bu bölgelere, Don Nehri’nin (Eski İsveççe: Tanais) doğusuna koyu yor. Bunu Sturlesson da doğruluyor. Oden ve onun geldiği yer konusunda Latin ya zarlardan bilgi aldığına dair bir veri bu lunmuyor. Tüm Türkler diğer pek çok ak raba halklar gibi göçebe idiler. Büyük bir olasılıkla, o nedenle “gezgin – göçer” an lamındaki İbranice schut (Latince: Vagari) sözcüğünden esinlenilerek Schyther (İskitler) olarak anılmışlardır. Buna bağlı olarak da tüm ülkeye Grekler ve Romalı lar tarafından Scythia (İskitya) adı veril miştir. İzlanda yazılarında da bizim atala rımızın kendi küçük ülkelerine Swithiod denirken, bundan farklı olarak oraya Svithjot Hin Mikla ya da Stora Sverige (Büyük İsveç) deniyordu. Oden Almanya üzerinden yola çıktı ve önce Almanya’da durdu. Oradan Holstein üzerinden Dani marka’ya geçti ve İsveç’te durdu. Niha yet bu uzun yolculuklarının sonuna geldi. Buralara birer oğlunu kral olarak bıraktı ve yanlarına beraberindekilerden büyük gruplar verdi. Bu, Sturlesson’un kendi an latışıdır ve neden Almanca, Danca ve İs veççenin temelde aynı dil oldukları konusunda tam bir neden sunar, İngilterelile rin ataları Anglosaksonların kökeni de aynı şekilde Oden’e uzanır. Onların dille ri de aynı Türklerin ve Asyalıların dilinin bir dalıdır. Durhamlı Rahip Simeon, Simeon Dunelmensis, aynı yerlerden Schlesvig’e Oden’in Sceaf isimli 9 kuşak gerisinden atası zamanında bir göç oldu ğunu inanılır bir şekilde anlatıyor. Bu kuşkusuz olağanüstü efsanevi bir konu dur. Troysden Hift. Angl. Ser. T. i. Björner ve başkalarının, Oden’in beraberinde o kadar çok kalabalık bir halk getirmediği görüşünde olduklarını biliyorum. Onun gelişiyle dil de değişebilecekti. Ancak Sturleson bize bambaşka bir manzara çi ziyor. Onun anlatımına göre, Oden yanı na ülkenin tüm kayıtlarını ya da yüksek hâkimleri almıştı ve bu şekilde çok sayı da erkek halkı götürmüştü. Kuşkusuz, bu kez de daha sonraki diğer İskit göçlerin de olduğu gibi hareket etmişlerdi.
§ V.
Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Böyle düşünebilirler. Eleştirme gereği duymu yorum. Tersine, kişisel olarak, bu açıkla nan tanıklıklara güveniyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler (Tattare: Tatar sözcüğünden esinlenilerek kullanıl dığı sanılıyor. İsveç’te eskiden göçer, gezgin halka verilen aşağılayıcı ad. Bun lar, kimine göre Tatar kökenliler, kimine göre Çingene kökenliler, kimine göre Al manya’dan ya da Rusya’dan gelen as kerler, kimine göre işsiz güçsüz dolaşan, değişik kökenlerden sosyal bir grup. A.G.) olarak gösteriyorlar. Ancak bazı dürüst kişilerin ve hatta asil kişilerin buna öfkelendiklerini biliyorum. Onlar bu köke ni yeterince onur verici bulmuyorlar. Bir tarihçinin en önde gelen rehberi ve ama cı gerçektir: Bu şekilde onur kazanmak çok daha iyidir. Kendini ve yandaşlarını yalanlarla kandırmak; işte asıl bu tuhaf bir onursuzluktur. Bir de, kim Türklerin öteki halklardan daha az onursuz bir halk olduğunu söyleyebilir ki! Eğer onur sağlayan koşullar olarak zaferler ve ülke fe tihleri görülüyorsa (ki, yapılan kabaca budur) Türkler ve Tatarlar kadar bu ko şulları yerine getiren fazla halk yoktur. Çin bir Tatar eyaleti, tüm Asya, Arabistan, hepsi Türklerin silahlan karşısında eğildi ler. Hatta Roma, evet hemen tüm Avru pa, Hunlar ve Tatarların önünde titredi. Uzun zaman karanlık ve bilgisizlik içinde yalpaladığımız bir gerçektir. Diğer halklar da kendi barbar dönemlerini yaşadılar. Öte yandan bizim atalarımızın ne oldukları da bizi çok az ilgilendiriyor, yeter ki, biz kendimiz şerefli ve saygıdeğer olalım. Romalılara gösterilen hayranlık ol dukça yersizdir. Onların ataları soyguncu ve zalimdirler. Bugün de eski alışkanlıklarından, Oden, Romulus, Bellerophon ve Indatyrse’den coşku duyabiliyorlarsa, bu onların acemi gelip acemi kaldıklarını gösterir. Onur verici olup olmadığı endi şesi olmadan söyleyelim, Oden ve ya nındakiler Türk idiler.
§ VI.
Bu tümceyi olduğu gibi kabulleniyor sak ya da hiç değilse mümkün görüyorsak, bunun sonucu olarak İsveççede Türkçe ile benzerlikler görmemiz kaçınıl mazdır.(7)
Türkçe – İsveççe benzer sözcükler
Prof. Lagerbring kitabında İsveççe ve Türkçe gramer ve sözcük benzerliğini de ortaya koyuyor. Çok sayıda sözcüğün birbirlerine benzediğini belirterek iki yüzden fazla örnek veriyor.
Bugün bile benzerlikleri ortada olan birkaç sözcük sayalım:
Ata – Ätt
Böri (kurt) – varg (“variy” okunur)
Bağır (göğüs) – Bog
Borçlu – Borgen
Burç – Burg
Göl – Göl
Göm – Göm
Siper – Spär
Hal – Hälsa
Hakan – Håkan
Kaan – Konung (kung)
Hej – Hej (merhaba)
Hayda – Hejdå (hoşça kal – güle güle)
Kap – Kop
Kedi – Katt
Kiler – Källare
Köy – Koja
Kandil – Kyndil
Mana – Mena
Nam – Namn
Şen – Shön
Su – Sjö
Tepe – Top
Peder – Fader
Kaz – Gås
Kule – Külle
Gülle – Kula
Erlik – Ärlig
Öküz – Oxe
Snorre Sturlesson – Edda
İsveç’in ilk tarih profesörü Sven Lagerbring’in kaynağı olan Snorre Storlesson, İzlanda önderlerinden Sturla Thordarson’un oğludur. 1179 yılında doğmuş ve 3 yaşındayken Latin okulunda eğitime başlamış ve ünlü bir hukukçu, tarihçi ve ozan olmuştur. 36 yaşında İzlanda’nın saygın “lagman (yasa adamı – hâkim, kadı)” ve “storman (reis, muhtar)” adı ve rilen önderlerinden biri oldu. Pek çok kez Norveç’e giderek Norveç kralının sara yında bilim ve edebiyat ile uğraştı, İzlan da’da ayaklanma ve huzursuzluklar baş gösterdiğinde Norveç kralının şiddet kul lanmasını önlemek ve barışçıl yollarla so runu çözmek için İzlanda’ya döndü. An cak ne bağımsızlıkçılara ne de Norveç kralına yaranabildi. Bağımsızlıkçılara destek olduğu gerekçesiyle öldürtüldü. Öldürenler de en yakınındaki İzlandalı işbirlikçilerdi.
İzlanda ve İskandinavya anlatılarını, destanlarını ve tarihi olayları topladığı Edda eseriyle ün yapmıştır.
Snorre Sturlesson
2004 yılında Snorre Sturlesson ve eserleri hakkında araştırma yapan din ta rihçisi ve Gävle Üniversitesi Öğretim Görevlisi Olof Sundqvist, Sturlesson’un hiç bir sahteciliğe düşmeden bu eserlerini yazdığını söylüyor. Sundqvist 14 Mart 2004 tarihli Svenska Dagbladet gazete sinde şöyle diyor: “Snorre Sturlesson’un Kuzey kralları tarihini kurarken (Kunga Sagor – Kıral Anlatıları. “Saga”, sözcük anlamı olarak “masal” demektir. Ancak İzlanda’da bu, “anlatılan destanlar, tarih” anlamına gelir. Sözlü destanları yazıya dökmüştür. A.G.) anlattığı Ynglinge Saga 1100′lü yılların bir Hıristiyan şiiri değildir. 800′lü ya da 900′lü yıllardan gelen eski bir destandır. 800 yıl önce İzlanda’da ya şayan en bilgili kişilerden biri olan Snorre’nin bunları uydurmuş olabileceği dü şünülemez. O aynı zamanda mükemmel bir kültürel terbiye almış olan bir hukuk çuydu. Öte yandan İzlandalılar kendi ta rihlerini bilirler. O, herhangi sahte bir şey le onların karşılarına çıkamazdı.
Snorre’nin Kıral Masalları
Ynglinge Masalı (Ynglingesagan)
2. Bölüm
Asya’da, Don Nehri’nin (Tanakvist) doğusundaki ülkeye Asaland (Asa ülkesi, Asya) ya da Asa hem (Asa Yurdu) denir di. Buradaki baş kaleye de Asgård (As yalılar kalesi) deniyordu. Buraya bir ön der egemendi. Adı Oden’di.
5. Bölüm
Kuzeydoğudan güneybatıya doğru uzanan ve İsveç’i (Svitjod) diğer ülkelerden ayıran büyük bir dağ vardır. Bu da ğın güney yamacı Türkiye’den (Türkland) uzak değildir. Burada Oden in çok geniş mülkleri vardır.
11. Bölüm
Sveigder ülkeyi babasından devraldı. Tanrılar yurdunu ve ilk Oden’i ziyaret et me sözü verdi. Kendisiyle birlikte on iki yoldaş dünyayı dolaştı. Türklerin ülkesi ne (Turkland) ve Büyük isveç’e (Svitjod det stora) geldi. Orada pek çok akrabası nı buldu. Bu yolculuk beş yıl sürdü. Sonra İsveç’e (Svitjod) geri dön dü.
Ve Snorre Sturlesson’ un ünlü EDDA’sından bazı bölümler:
Giriş (Prolog)
1.
Her şeyi yapabilen tanrı önce gökyü zünü ve yeryüzünü ve onları izleyen her şeyi yarattı. En son soyların kaynağı olan iki insan yarattı, Âdem ile Havva. Onların soyları çoğalıp tüm dünyaya yayıldı. Ne var ki, zamanla halk ile halk arasına ay rımlar girdi: Bazıları iyi ve doğru inançlıy dı ama pek çoğu dünyanın zevklerine daldı ve tanrının emirlerine karşı geldi. Tanrı o nedenle dünyayı ve orda yaşa yan her şeyi kabaran sularda boğdu. Salt Nuh’un gemisinde olanlar kurtuldu. Nuh Tufanı’ndan sonra sekiz kişi hayatta kal dı. Bunlar yeniden dünyayı kurmaya ve burada yaşamaya başladılar ve bunlar dan yeniden soylar türedi. Yeniden her şey eskisi gibi oldu. Dünyada yaşayan insanlar çoğalınca zenginlik ve şöhret peşinde koşmaya başladılar, tanrıyı din lemez oldular, hatta öyle ileri gittiler ki, tanrının adını ağızlarına almaz oldular. Bu durumda onların çocuklarına tanrının göz kamaştırıcı eserlerini kim anlatacak tı? O zaman tanrının adını unuttular. Tüm dünyada, yaratıcıları hakkında bilgi si olan kimse kalmadı. Ama dahası, tanrı onlara yine de dünyadan zevk alabilme leri için bol nimetler, zenginlik ve refah verdi. Dünyayı, havada ve yerde gördük leri her şeyi anlayabilmeleri için onlara akıldan pay verdi. Onlar bunun ayrımına vardılar. Dünya ve dört ayaklı hayvanla rın ve kuşların bazı konularda aynı özel likleri olduğunu gördüler ve değişik yapı larda yaratılmış olmalarına karşın bunun nasıl olduğunu merak ettiler. Bir özellik şuydu: Dünyanın yüksek yaylalarında bir yeri kazınca su çıkıyordu. Derin vadilerdekinden çok kazmaya da gerek kalma yabiliyordu. Aynı şey dört ayaklı hayvan larda ve kuşlarda da geçerliydi. Baştan da ayaktan da aynı derinlikten kan gelebiliyordu. Başka bir özellik şuydu: her yıl yerden otlar ve çiçekler çıkıyor. Aynı yıl hepsi soluyor dökülüyordu. Hayvanlar ve kuşlarda da öyleydi. Her yıl saçlar ve tüyler çıkıyor sonra da dökülüyordu. Bir üçüncü doğa özelliği: Yeri açıp kazınca en üstteki katmanda bitki çıkıyordu. Kaya ve taşlar, canlıların diş ve kemiklerine benziyordu. Bunlar, yer yaşıyormuşçasına birlikte duruyorlardı. Biliyorlardı ki, yer inanılmaz yaşlıydı ve çok güçlü bir yapı ya sahipti. Tüm canlıları doğurmuş ve beslemişti.
Ölenlerin sorumluluğunu da o almıştı. Bu nedenle ona isim vermişler, tüm soylarını ondan saymışlardı. Aynı şekilde akrabalarının izlerini sürdüler. Yüzyıllardır yer aynı yer, gök cisimleri ay nı gök cisimleriydi. Ancak gök cisimleri nin gidişi değişiyordu. Bazılarının yolu daha uzun, bazılarının daha kısaydı. Bu tür şeyler onlara gök cisimlerini kendi is teğine göre yöneten birinin olduğunu düşündürdü. O çok güçlü kuvvetli olmalıydı. Ve yaratılan ana parçalara egemen oldu ğuna göre, gök cisimleri yaratılmadan önce var olması gerekiyordu. Gök cisim lerine egemense, onun uzantısı olarak güneşin ışınlarına, havanın çiğine, yerin yeşillenmesine ve aynı şekilde havanın rüzgârlarına ve denizlerin fırtınalarına da egemen olması gerektiğini açık seçik gördüler. Onun ülkesinin nerede olduğu nu bilemiyorlardı ama tüm dünyada ve uzayda her şeye, gök cisimlerine ve de nize ve rüzgârlara egemen olduğunu dü şünüyorlardı. Tüm bunları kolay anlata bilmek ve akılda tutabilmek için her şeye bir ad verdiler. Halkın ayrı yönlere dağıl ması ve konuşulan dilin dallara ayrılması nedeniyle, bu inanış da pek çok değişikliklere uğradı. Ama bir dünyasal anlayış la her şeyi kavradılar. Çünkü ruhsal bil gelik mutlak değildi. Her şeyin bir maddeden oluştuğunu anladıkları kanısındaydılar.
2.
Dünya üçe ayrılmıştı. Güneyden ba tıya uzanan ve Akdeniz’e giren parçaya Afrika adı verilmiştir. Bunun güneyde ka lan bölümü kızgın güneşten cayır cayır yanar. Diğer parça batıdan kuzeye ve denizin içine uzanır. Buraya Avrupa ya da Enea denir. Kuzey kıyıları o denli so ğuktur ki, orada ne ot çıkar ne de kimse yaşar. Kuzeyden ve doğu yanından ta güneye uzanan parçanın adı da Asya’dır. Dünyanın bu bölümü hoş ve güzeldir. Her yeri bitkilerle örtülüdür. Her yerde al tın ve değerli taşlar vardır. Orası aynı za manda dünyanın ortasıdır. Orası, öteki parçaların her yerinden daha güzel ve iyi olduğu gibi, halkı da armağanları, bilgeli ği, güçleri, güzellikleri ve her türden bili miyle ünlüdür.
3.
Dünyanın ortasının yakınlarında bi zim Turkland (Türk Ülkesi, Türkiya, Türki ye) dediğimiz yere, en gösterişli yapı ya pıldı ve yurt kuruldu. Buraya Troja (Truva) dendi. Burası diğerlerinden çok daha fazla büyütüldü, masrafa bakılmaksızın, el sanatlarına önem verildi. Orada on iki krallık ve bir krallar kralı vardı. Her krallı ğa bir bölge düşüyordu. Kentte on iki bey (aşiret reisi) vardı. Bu beyler, yiğitlikte her bakımdan, dünyanın gelmiş geçmiş tüm diğer erkeklerinden çok daha üstündüler. Orada Munon ya da Mennon isimli bir kral vardı. O Krallar kralı Priamus’un kı zıyla evlendi. Kızın adı Troan idi. Tror ad lı bir oğulları oldu. Biz ona Tor diyoruz. O Trakya’da Lorikus isimli bir dük tarafın dan yetiştirildi. Ne var ki, dokuz yaşın dayken babasının silahını devralmak zo runda kaldı. En yakışıklı oydu. Meşeyle fildişinin kıyaslanamayacağı gibi, diğer erkeklerin arasında ona bakmaya doyul mazdı. Saçları altından güzeldi. On iki yaşına bastığında gücü tam yerine gelmişti. On ayı postunu yerden kayırabili yordu. Sonra kendini yetiştiren dük Lorikus’u ve karısı Lora ya da Glora’yı öldür dü ve kendisini, şimdi bizim Trudheim dediğimiz, Trakya ülkesi için çalışmaya verdi. Daha sonra ülkeden ülkeye gez meye başladı. Dünyanın tüm parçalarını tanıdı. Tek başına dünyanın en çılgın sa vaşçılarını, devlerini, çok büyük bir ejder hayı ve pek çok yaban hayvanı yendi. Dünyanın kuzeyine doğru bir yerde falcı bir kadınla karşılaştı. Adı Sibil idi. Biz ona Siv diyoruz. Onunla evlendi. Siv’in süla lesi hakkında anlatacak bir şey bilmiyo rum. Kadınların içinde en güzeliydi. Saç ları altın gibiydi. Oğullarının adı Loride ol du. Babasına benzedi. Onun oğlunun adı Einride oldu. Onun oğlu Vingetor, onun oğlu Vingener, onun oğlu Moda, onun oğlu Mage, onun oğlu Seskef, onun oğlu Bedvig, onun oğlu, bizim Annan diyebileceğimiz Athra, onun oğlu İterman, onun oğlu Heremod, onun oğlu, bizim Sköld diye çağırdığımız Skajdun, onun oğlu, bi zim Bjar dediğimiz Bjaf, onun oğlu Jat, onun oğlu Gudolf, onun oğlu Finn, onun oğlu, bizim Fridleif dediğimiz Friallaf. Onun da bir oğlu vardı. Adı Voden idi. Biz ona Odin diyoruz. O bilgeliği ve becerile riyle ünlüydü. Karısının adı Frigida’ydı. Biz Frigg diyoruz.
4.
Hem Odin hem de karısı çok dil bili yorlardı. Bu bilgeliğiyle dünyanın kuzeyinde onun adının çok yüksek tutulacağı nı ve tüm kralların hepsinden daha fazla onurlandırılacağını anladı. Bu onda Tür kiye’den ayrılma isteği uyandırdı. Arka sında, genç, yaşlı, kadın, erkek, kalaba lık bir grupla yola çıktı. Yanlarında çok değerli şeyler vardı. Hangi ülkede, nere den geçerlerse geçsinler haklarında öv güyle söz ediliyordu. Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu. Saxland’a (Saksonya, Sachsen, Niedersachsen, Sachenaltau: Almanya’nın do ğu ve kuzey bölgeleri) gelinceye dek dur madılar. Odin burada uzun bir süre ko nakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı. Ülkenin korunma sını üç oğluna verdi. Birinin adı Vegdeg idi. Çok güçlü bir kraldı. Doğu Sakson ya’ya hükmediyordu. Onun oğlu Vittergils’di, onun oğulları Hengets’in babası Vitta ile bizim Svipdag dediğimiz Svebdeg’in babası Sigar’dı. Odin’in oğulların dan bir diğerinin adı Beldeg idi. Biz ona Balder diyoruz. O bizim şimdi Västfalen (Westfalen) dediğimiz ülkenin sahibi ol du. Onun oğlunun adı Brand’dı, onun oğ lu, bizim Frode dediğimiz Frjodigar’dı. Onun oğlu Freovin’di. Onun oğlu Vigg’di.
Onun oğlu, bizim Gave diye çağırdığımız Gevis’ti. Odin’in üçüncü oğlunun adı Sige’ydi. Onun oğlu Rere’ydi. Bu aile de şimdi Frankland (Fransa) dediğimiz ülkeye egemen oldu. İşte Völsungar (Völs oğulları) adıyla anılan hanedan bunlardan geliyor. Bunlardan da çok sa yıda, büyük soylar türedi. Odin daha son ra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Fteidgotaland’a (Danimarka’da Jutland. A.G.) geldi. Burada canının istediği her şeyle uğraştı. Sonra burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı. Onun oğlunun adı Fridleif idi. Sköldsungar (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor. Onlar Danimarka kralları oldular. O zaman Reidgotaland denen yerin adı şimdi Jutland.
5.
Oden, kuzeye doğru yolunu sürdür dü. Bugün Svitjod (İsveç A.G.) dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı Gylfe idi. Aslar denen Asyalıların geldiğini du yan Gylfe hemen davrandı ve onları karşılamaya çıktı. Odin’e baş eğerek ülkesi nin egemenliğini sundu. Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. Herkes onların barış ve mutluluk gibi şeyler üzerinde denetim leri olduğunu düşünüyordu. Nedeni, bü yüklerin, onların hem güzellikte hem de mertlikte diğerlerinden apayrı yapıda ol duklarını görmeleriydi. Odin, oraların kendileri için çok güzel ovalar ve çok iyi bir ortam olduğunu düşündü. Kendine, şimdiki adı Sigtuna (Stockholm yakınla rında A.G.) olan güzel bir kale kent seçti. Orada beyleriyle (aşiret reisleriyle) Truva’dakine benzer bir düzen kurdu. On iki beyini ülkenin yasalarına göre yönetmek üzere kente yerleştirdi. Her yere, Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer, adalet getirdi. Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı. Tüm kara ları çevirdiğini düşündükleri denize dek geldiler. Bugün Norveç denilen bu yere de oğlu Säming’i kral yaptı. Håleygja Anlatısı’nda (Håleygjatal) belirtildiği gibi, tüm Norveç kralları, vezirleri (Jarl: Baş bakan) ve diğer büyük adamlar onun so yundan türemişlerdir. Odin’in yanında, kendinden sonra gelecek olan ve şimdi isveç (Svitjod) Kralı olan oğlu Yngve var dı. Onun soyundan gelenlere de Ynglingler (Ynglingar) denecekti. Asyalılar bu ül kede kendilerine eşler buldular. Oğulları na eşler seçtiler. Ve Saksonya (Saxland) ve kuzeyinde soyları sayıca güçlendi. Dünyanın kuzey bölgelerine yayıldılar. Asyalıların dili tüm bu ülkelerin içinde ko nuşulan dil oldu. Ataların, kayda geçirilen tüm adları bu dilleri izledi. Ve Asyalılar dillerini de birlikte dünyanın bu bölgeleri ne, Norveç (Norge), İsveç (Svidjod), Da nimarka (Danmark) ve Saksonya’ya (Saxland) taşıdılar. Ve İngiltere’de şimdikinden değişik bir dilde verilmiş olan es ki yer adları ve isimler olduğu görülür.(8)
İskandinav ve Türk Mitolojileri arasında benzerlikler var
İskandinav Mitolojisi ile Türk Mitoloji si arasında da pek çok benzerlik görüyo ruz.
Oden’in iki kargası (ya da kuzgunu) ve iki kurdu vardır.
Kargalarının isimleri “Hugin” ile “Munin”dir. Hugin, “istekli” ya da “düşünce” demektir. Munin, “başkalarını düşünen” ya da “hafıza” anlamına gelir. Munin, “ne olduğunu”, Hugin, “ne olacağını” ifade eder. Böylece Odin’de sembolleşen ger çeği ve düzeni sağlarlar. Bunlar dünya üstünde uçarlar ve Odin’in kulağına gördüklerini fısıldarlar, o nedenle Oden’in her şeyden haberi vardır. Oden’in kurtlarının adları da “Freke” ve “Gere”dir. Freke, “mızrak saplayan”, Gere ise “obur” demektir. Oden, kendine sunulan tüm etleri onlara verir. Kendisi şarabı yeğler. Odin’i kurt ve kargalarıyla birlikte göste ren bu resim bize hemen Türkler hakkın daki bir Çin söylencesini anımsatıyor.
Prof. Dr. Bahaddin Ögel, Türk Mitolo jisi adlı eserinin 1. cildinin 13. sayfasında “1. Kurttan türeyiş efsanelerinin Ortaasya’da ilk defa görünüşü” ara başlığıyla şunları anlatıyor:
“Wu-sun’lar, MÖ 174′ten önce, Çin’in batısındaki Kansu Eyaleti’nde oturuyor lardı. Batılarında da, yine kuvvetli bir devlet olan Yüe-çi’ler vardı. Yüe-çi’ler, MÖ 174′ten önce Büyük Hun Devleti’nin meşhur hükümdarı Mao-tun (Mete) ve az sonra da oğlu tarafından mağlup edilin ce, yurtlarını bırakıp Batı Türkistan’a git mek ve orada Kuşan Devleti’ni kurmak zorunda kaldılar. MÖ 140 senelerinde sonra da, daha doğuda yaşayan Wu-sun’lar batıya kaymışlar ve bilhassa bugünkü Tanrı dağları bölgesinde, Yüe-çi’lerin boş bıraktıkları yerlere yerleşmişlerdi. MÖ 119 senesinden önce, Çin kay naklarının verdikleri haberlere göre, Hun hükümdarı Wu-sun kralına hücum etmiş ve onu öldürmüştü. Haberlerin elimize biraz daha geç gelmiş olmasına rağmen, bu olayın daha önce meydana gelmiş olabileceği de düşünülebilir, işte Çin tarihleri bu olayı anlatmağa başlarlarken, şöyle bir hikâyeyi de araya sıkıştırmak tan geri durmaz:
“Wu-sun’ların kralına Kun-mo derler. İşittiğimize göre, bu kralın babasının Hunların batı sınırında küçük bir devleti varmış. Hun hükümdarı, bu Wu-sun kralına taarruz etmiş ve Kun-mo’nun babası olan bu kralı öldürmüş. Kun-mo da, o sı ralarda çok küçükmüş. Hun hükümdarı ona kıyamamış. Çöle atılmasını ve ölü mü ile kalımının kendi kaderine bırakıl masını emretmiş. Çocuk çölde emekler ken, üzerinde bir karga dolaşmış ve ga gasında tuttuğu eti ona yavaşça yaklaşa rak vermiş ve uzaklaşmış. Az sonra ço cuğun etrafında, bu defa da bir dişi kurt dolaşmaya başlamış. Kurt da çocuğa ya naşarak memesini çocuğun ağzına ver miş ve iyice emzirdikten sonra yine ora dan uzaklaşmış. Bütün bu olan biten şeyleri, Hun hükümdarı da uzaktan sey redermiş. Bunları görünce, çocuğun kut sal bir yavru olduğunu anlamış ve hemen alıp adamlarına vermiş. İyi bir bakımla büyütülmesini emretmiş. Çocuk büyüyerek bir yiğit olmuş. Hun hükümdarı da onu ordularından birine komutan yapmış. Gittikçe gelişen ve başarı kazanan çocuğa gönül bağlayan Hun hükümdarı, babasının eski devletini ona vererek, onu Wu-sun kralı yapmış…”
Tarihin eski ve karanlık çağlarından bir uğultu ile gelen bu mitolojik ses, bize böylece Ortaasya’daki ilk “kurt efsanesi”ni haber veriyordu. Dikkat edilirse, ef saneye sebep olan olaylar, Büyük Hun Devleti içinde geçmiş ve yine bu devletle ilgili tarih haberleri içinde yer almıştır. (De Groot, II, s. 23)(9)
Türk mitolojisinde bunun gibi, hayat ağacı ya da taşı, kral kurban etme, keçi, inek, at… birçok benzerlik bulmak müm kün.
Prof. Thor Heyerdahl (1914-2002) onaylıyor
Norveçli ünlü seyyah, arkeolog, antropolog Profesör Thor Heyerdahl, ilginç yöntemiyle tüm dünyanın ilgisini çeken gezgin bir bilim adamıdır. Çok tartışılan tezlerini yaşama uygulayarak, kendisi yaşayarak kanıtlamaya çalışmıştır. Ex pedition Kon-Tiki, Aku-Aku, Expedition Ra, Fatuhiva – Tillbaka till Naturen (Doğaya Dönüş), De första sjöfararna (İlk Denizciler), Tigris – På spaning efter vårt ursprung (Dicle – Köken Arayışımız), Gåtan Maldivinerna (Maldivinlerin Gizemi), I Adams fotspår (Adem’in İzinde), Jakten på Odin (Odin’in Peşinde) isimli eserleri vardır.(10)
2001 yılında yazdığı Odin’in Peşinde kitabı ne yazık ki son eseri olmuştur.(11) Heyerdahl yine aynı metodu kullanmış, Odin’in izinde Karadeniz’in kuzeyine se yahat etmiştir. Profesör Thor Heyerdahl, Oden’in ve As halkının Karadeniz’in yu karısında, Don nehrinin doğusunda baş kent Asov’da yaşadıkları tezini sınamak istiyordu.
Thor Heyerdahl’in ekibinde salt İskandinav bilim adamları değil, Rus ve Azeri araştırmacı ve tarihçiler de vardı. Salt İskandinav mitolojisi, İzlanda masalları değil, Doğu Avrupa kaynaklarını ve İngiliz vakayinamelerini de kullandılar. Asov’da Snorre Sturlesson’un verdiği bilgileri sınadılar. Asar (Asyalılar) ya da diğer isimleriyle Alaner (Alanlar)’ın gerçek bir halk oldukları sonucuna vardılar. Vaner (Vanlar) de Doğu Türkiye’de Ağrı Da ğı eteklerinde Van gölü kıyılarında Urartu’da yaşayan bir halk idi. Odin ise aslın da tanrı değil akıllı, bilge bir şamandı. Kuzeyliler onun “Tanrılar Evi’nden gelen bir tanrı olduğuna inanmışlardı.
Thor Heyerdahl, Odin’in halkı Asların (Asar) Massagetler ve Alanlarla aynı halk olduğunu gösteren bir Rus araştırmasından bahsediyor. Buna göre, Hazar Denizi’nin doğusunda Horezm’de Türkiye’den göçen bir halk yaşar. Onların Tor ya da Tur gelenekleri vardır.
Rus Araştırmacı L. S. Tolstova’ya gö re Horezm’de Karakalpaklar ve Özbek aşiretleri arasında pek çok soy, şecere söylencesi vardır. Peridon (Feridon), topraklarını üç oğlu arasında paylaştırmıştır. Amu-Derya Irmağı’nın kuzeyini oğlu Tur’a vermiştir. Bu bölgede eskiden Do ğu İran dili konuşan göçerler yaşardı. Bu, Saka ve Massaget aşiretleri daha önce Turan ya da Tur olarak anılırlardı.
L. S. Tolstova şu savı öne sürüyor: “Günümüzün Tur (Turan) halkının etnik akrabalığı ve coğrafik bölgesi konusunda kuşkumuz yok. Bunlar Horezm, Sogdiana, Margiana ve Bakria’dan göçen İskit aşiretleridir. Saka ve Massagetlerdir.”
“Horezm’de Turan denilen halk, Türk ve Türkmenistan ile bağlantılıdır. Türkis tan’da yaşayan Kazak ve Özbek halkları Tur (Tor) soyundan gelmektedirler.”
Heyerdahl’in Rus kaynaklarına göre, Tur/Tor söylencesi, Fars dilleri konuşan aşiretlerde eski bir gelenektir. Bunlara göre ataları Traetaon’dur. Traetaon dün yayı üç oğlu arasında paylaştırmıştır. Tur, Turan halkların atasıdır. Saimira, Sarmatların atasıdır. Arya, Aryanların atasıdır.
Bu durum, kutsal kitaplardaki Nuh ve oğulları Ham, Sam ve Yafes olayına da benzetilmektedir:
Nuh = Traeton
Ham = Tor/Tur: Turan halkların atası
Sam = Saimira: Samilerin (semit) atası
Jafes (Yafet) = Arya: Arilerin atası
(Jafet’i Turan halkların babası sayan lar da var. Örneğin, Arap bilgin El Gardizi gibi…) (12)
Odin, Tor gibi Kralların tanrılaştırma sı olayını da yalnız iskandinavya’da değil Mezopotomya ve Mısır gibi yerlerde de görmekteyiz. Heyerdahl de “Asar” sözcü ğünün “Asyalı” demek olduğunu kabul ediyor. Azeri sözcüğünü de buraya bağlı yor. Azov’un As-hov = Asyalıların sarayı, Turk, Turki, Turkland gibi sözcüklerin As yalıların kral/tanrılarından “Tyr’den türediği gibi benzerliklerini yineliyor. Bir grup kuzey tanrısına verilen “Vanir/Vanlar” sözcüğünü Van gölü ve civarında konu şulan Vani diline bağlıyor.
Profesör Thor Heyerdahl adresi de, kaleyi de, akrabalarının izini de bulduğu nu düşünmektedir. Karşıtları ise Heyer dahl’in pseudo (uyduruk) araştırmacı ol duğunu öne sürüyorlar. Kendilerini saf kan “Viking” görenler için, hele yıldırımlar saçan Odin’i sarışın üstün ırkın tanrılar tanrısı; elindeki çekiçle düşmanları tirtir titreten kahraman Tor’u en yaman savaş çı tanrı; akıllı, yakışıklı ve kocaman er keklik organıyla hep sevişmeye hazır Frej’i (Frö = Tohum) bereket tanrısı bilen ler için, bu tür kitaplar kabul edilemezdi. İsveç’te Profesör Heyerdahl’in tüm kitap ları anında İsveççeye çevrilip yayımlan mıştı. Ne var ki, Jakten på Odin (Odin’in Peşinde) bugüne dek çevrilmedi ve ya yımlanmadı.
Norveçli gezgin bilim adamı bu keşif gezisinde Sturlesson’un izinden giderek onu haklı çıkaracak pek çok belgeyi orta ya koymuştur.
Kitap yayımlanınca büyük tartışma yarattı. Heyerdahl ve taraftarları arkeolo ji, tarih, yer adları, dilbilim (lingvistik) ve kökenbilimi (etymologi) metotlarından yararlanarak bilimsel bir araştırma yaptıklarını öne sürerken, karşıtları bu araş tırmaya “pseudo (uyduruk)” araştırma adını taktılar. Dilbilimci Even Hovdhaugen, Kuzey uzmanı Else Mundahl, din tarihçisi Gro Steinsland, arkeologlar Christian ve Anne Stahlberg ortak bir eleştiri yazarak Profesör Thor Heyerdahl ve heyetinin yazdıklarının modern din tari hi araştırması ve kökenbilimle ilgisiz kur gular olduğunu, onların yeterli arkeolojik metot bilgilerinin olmadığını, gerekli ar keolojik donanıma sahip olmadıklarını, İzlanda masallarını 1600′lü yıllarda oldu ğu gibi baştan sona doğruymuş gibi oku duklarını savundular. Vardıkları sonuç şuydu: Bu yapıt ne araştırmadır, ne de modern verilere dayalı bilgi kitabıdır.
Stian Bromark ve Dag Herbjörnsrud isimli iki araştırmacı gazeteci yazar ise, 2005 yılında Norge – et lite stykke verdenshistorie (Norveç, küçük bir parça dünya tarihi) isimli 464 sayfalık koca bir kitap yazdılar. (13), Heyerdahl ve onun dayandığı metot ve sonuçların doğru olup olmadığını araştırdılar. Norveç değerlerinin ve İskandinav mitolojisindeki sembollerin nerelerden geldiğini irdelediler. Odin hakkında anlatılanları da bu bağlamda ele aldılar. Sonuç olarak tutu culuk ve önyargılar nedeniyle Heyerdahl’e saldırıldığı görüşünde birleştiler. Heyerdahl’in vardığı sonuçlardan Nor veçlilerin onur duyması gerektiğini sa vundular.
Runik Yazılar Türk Kökenli
İskandinav Türk akrabalığını gözler önüne seren bir diğer gelişme de Türk araştırmacıların İskandinav “runik” yazı larını okumaya başlamalarıdır. Araların da bilimsellik ve metot konusunda bazı anlaşmazlıklar olmasına karşılık, iki isimden söz etmeden geçmeyelim: Kazım Mirşan ve Turgay Kürüm… Her ikisi de İskandinav runik yazısını okuduklarını söylemektedirler. Sayın Mirşan’a da Heyerdahl’e yöneltilenler gibi eleştiriler geldiği gözleniyor. Ancak kim tarafından, ne zaman ve nasıl kanıtlanırsa kanıtlansın, runik yazının Odin ile İskandinavya’ya geldiği ve Türk kökenli olduğunun kanıt lanması ve İskandinav araştırmacılar ta rafından da benimsenmesi, tarihin yeni den yazılmasını gerektirecek bir devrim olarak görülebilir. Şu anda en azından runik yazının Odin ile İskandinavya’ya geldiğini İskandinavlar da yadsımıyorlar.
Sayın Turgay Kürüm’ün çalışmaları ve sanal ortamda (web sayfalarında) ya yımladığı yazılar, runik yazılarla da ilgilenen Norveçli Profesör Thor Heyerdahl’in dikkatini çekmiştir. 13 Aralık 2000 tarihin de yazdığı bir mektupta, Odin’in Peşinde kitabından söz etmiş ve aynı konuda hazırlamakta olduğu İngilizce bir kitaba Kü rüm’ün runik yazılar konusundaki görüş lerini katmak istediğini bildirmiştir. Bu da tarafsız ve önyargısız İskandinav bilim adamlarının ortak görüş hedefine doğru attıkları ilk adım olarak görülebilir. Ancak, değerli profesör Thor Heyerdahl’in yaşa mı İngilizce kitabını bitirmeye yetmedi. Bu mektup yine de İskandinav ve Türk araştırmacılar arasında ortak çalışmalar yapılabilmesinin ilk tohumu olabilir. Böylece bu dost halklar, tarihin tozlu yaprak ları arasında sıkışıp kalmış akrabalık ve dostluk bağlarıyla yeniden kucaklaşabileceklerdir.
Dipnotlar/Kaynakça:
1) Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Ben zerlikleri, İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, 2008, sid. 34-35
2) Det Svenska Ordförrådets Ålder och Ursprung (İsveççe Kelime Haznesinin Yaşı ve Kaynağı), Prof. Olof Hellqvist, C.W.K. Gleerups Förlag, 1929
3) Svensk Språk Historia (İsveç Dil Tarihi), Prof. Gösta Bergman, Bokförlaget Prisma Magnum, 1984, s. 11-12
4) Svensk Etymologisk Ordbok (İsveççe Etimoloji Sözlüğü), Prof. Olof Hellqvist, 1993
5) Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Ben zerlikleri, İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, 2008, sid. 66
6) Bref Till Herr Cancellie Rådet Sven Lagerbring Rörande Then Isländska Edda, Prof. Johan Ihre, Kungliga Acad. Boktr, 1772, s. 32
7) Prof. Sven Lagerbring, İsveççenin Türkçe ile Ben zerlikleri, İsveçlilerin Türk Ataları, Abdullah Gürgün, Kaynak Yayınları, 2008, sid. 33-34-35-36
Snores Edda, Snore Sturlesson. İsveççe’ye çevi ri: Björn Collinder, Forum 1978
9) Türk Mitolojisi, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Ta rih Kurumu, 1998, 1. cilt, s. 13
10) Jakten på Odin (Odin’in peşinde), Thor Heyerdahl, Per Lillienström, J. M. Sternes Förlag, 2001
11) Jakten På Odin (Odin’in Peşinde), Thor Heyer dahll, Per Lillienström, Oslo Stenersen, 2002
12) Kök Türkler, Sencer Divitçioğlu, Ada Yayınları, 1987, s. 77
13) Norge – et lite stykke verdenshistorie (Norveç, küçük bir parça dünya tarihi), Stian Bromark ve Dag Herbjörnsrud, Cappeien, 2005
Makalenin yazarı : Abdullah Gürgün
Bilim ve Ütopya dergisinin Nisan 2009 sayısında makale yayınlanmıştır

Araştırmacı yazar TAN CAN Sosyal Medya’da şu makale ile dikkat çekmiştir:

„ODiN/WODAN/OD GÜNÜ(OD ÇARŞAMBASI)

İskandinavların çarşambaya verdiği günün ismi Odin/Wodan’dır veyahut Onsdag ..muhtemelen İngilizceye de böyle sirayet etti wodan /Wod-Wed- Wednesday olarak ..

Od ve Wodan sözcüklerinin batı dillerinde hiç bir manası yoktur ;zorlamalar olmuştur ama nafile ama Türkçe Od -Ateş,Odlanmak -ateşlenmek/kızmak vs manaları bugün Odin’in Od’undan türetilen batı sözcüklerinde birebir aynı manası bulunmaktadır ..örneğin;
Wood(inglizce )Odun ,
Hot(ing.)sıcak
Wut (Almanca)kızmak,öfkelenmek
Woede(Hollandaca)kızmak öfkelenmek gibi …
Örnekler çoğaltılabilir ama yukarıdakiler de kafidir ..
Azerbaycan’da Nevruz günlerinin isimlerinden biride çok ilginçtir Od Çarşambası (yani Od günü)..
Odin’in güneşle sembolize edilmesi de haliyle Türklerin Ateş Kültü ve Kutsal Ateş demek olan Od ismiyle manası ve sembolizesi ne de güzel örtüşmektedir ..

Bu Nevruz yaratılışın aşamalarını simgeleyen dört öğeyle (su, ateş, rüzgâr ve toprak) ilgili kutlama geleneklerini içerir. Genel olarak Çarşamba günlerinde ve özellikle bu son dört Çarşambada gece vakti dikkatli olunması ve doğaya (doğa ruhlarına) saygısızlık yapılmaması gerektiğine inanılır.
Od Çarşambası: („Otaş Navruzu“). Üskü Çarşamba veya Addı Çarşamba olarak da bilinen gündür. Bu gelenek eski Türklerin Güneş’e ve Od’a (ateşe) olan kutsal inancından veya saygısından kaynaklanmaktadır. Geleneklere göre, bu gün ateş yakılarak ateşin üzerinden atlandığı takdirde insanın içinde bulunan tüm kötülük ve çirkinliklerin yakılmış (ortadan kaldırılmış) olacağına inanılır.

Bu arada Almanların Aschermittwoch dedikleri kutsal günlerinin ismi de uygun;

“Aschertag” diyor almanlar ..Asche Kül demek Almanca ama burda ki manası birebir Ateş ve Ateş Kültüdür yani Od Günü,o gün tüm pislik ve kötülüklerin ates yoluyla arındırılması inancı var (Tag der Asche‘, auch Asche(r)tag[1])

Bunlara ilaveten Almanların gerek Saga /Destanlarında soy köklerini Gotlara ve Odin’e dayandırmaları ve Gotların ilk krallıklarını Kırım’da kurmuş olmaları ,Atilla’nın hem hısımı hem hasımı /İttifakçısı olmalarını da eklersek puzzle’ın bir bölümünü oturtmuş olmaz mıyız sizce de ?

TCan

Kaynak;

(1)Am „Aschertag“ muss Dreck raus. Schwäbische Zeitung, 9. Februar 2005.“

Relevante Artikel

Back to top button
Cookie Consent mit Real Cookie Banner