
„Benden uyarması…“
İnanç Kaya adlı kalemi güçlü Sosyal Danışmanın, "Geçen gün Avusturya’da demeç veren sağcı bir politikacı, ‘Bizde tek adam yönetimi yoktur. Demokrasi ve özgürlükler vardır. Eğer tek adam yönetimi istiyorsanız ve özgürlüklerden mutlu değilseniz, gidebilirsiniz’ demişti. Bu görüşe katılıyorum. Hatta bütün konuşmasının altına imzamı atarım. Burada yaşayan yüzlerce Türk kökenli aydınlar, sizlerin sığırlığı yüzünden acı çekiyor, dışlanıyor." ifadeleri tartışma yarattı.
Linz’de yaşayan İnanç Kaya, Avusturya’da yaşayan Türkiye göçmenleri gerçeğinin farklı ama uyarıcı boyutuyla ve “kendilerinden nefret edilmesi gereken bir kesim var” iddiasıyla sosyal medyada dikkat çekti.
İnanç Kaya’nın ,„Avusturya’da yaşayan Türkler ile yaşadığım birebir diyaloglar ve tecrübelerimden derlenmiş küçücük bir kesit“ diye kaleme aldığı, yaşanmış olaylar üzerinden derlenen ve sonunda „Benden uyarması“ diye bitirilen analizi dikkat çekiyor. Aslında bu analiz, Avusturya’nın Linz şehrinde yaşayan Türk asıllı bir Avusturya vatandaşı ve bir sosyal danışman olmasının yanı sıra Kaya’nın yaşanmışlıklarıyla bezeli tecrübeli kaleminden çıkıyor.
İnanç Kaya’nın analizinde dikkat çektiği noktalar şunlar:
„*2. evliliğini yapan Türk kadın ile ilk evliliğini yapan Avusturyalının mutluluğuna maydanoz olan Türk iş arkadaşı arasında geçen diyalog: Çok kötü bir durum. Türkiye’de olsa kesinlikle sadece yaşlı bir adamla evlendirilirdi. Sana kazık atmış kadın. Onu başından defet. Senin gibi yakışıklı bir adamı nasıl kandırmış. Eee tabii siz Avrupalılar saf ya, kandırmış fahişe kadın. ( Sonuçta, bu algıyla hayal kırıklığına uğrayan adam, arkadaşımın hayatını burnundan getirdi. Sizin geleneklerinizde böyle bir şey yokmuş. Arkadaşım yalan mı söylüyor, sen içten pazarlıklısın, diyerek.)
*Benim için de, başka bir Türk, kaynanama, “üniversite okudu ise o kız kesin teröristtir, dikkat edin, Türkiye’de üniversite okuyanlar terörist oluyor.” demiş. Yıllarca kaynanam benimle aynı ortamda yalnız kalamadı, eşime devamlı yastığın altında bir bıçak bulundurmasını tembihledi.
*Kürt kökenliler, Türkiye`de ezildiğini Avusturyalılara nasıl anlattı iseler, Türküm ve bunları ben ezdim, psikolojisi içinde olan Avusturyalıların hakaretine ve küfürlerine maruz kaldım. (Elbette cevabını, Nazi toplama kampında yaktıklarınıza bakın da beni ve halkımızı öyle yargılayın, diye almışlardır.)
*Kızılhaç örgütünde ilticacılar için tercüman olarak çalıştığım dönemde, geri dönüşü kesinleşen ilticacı hemşerilerime daha çok harçlık verilmesi için savaşıyordum. Acıyordum, üzülüyordum. Tercüme sonrası beni bekleyen iki erkek, beni kapıda görünce. “Tercüman hanım çok teşekkür ederiz. Biliyorsunuz, biz bir yıldır buradayız. Elimize kadın eli değmedi. Bildiğiniz bir kadın var mı, bizimle yatacak?” diye sordu. İyi niyetle yaklaşmanın cezasını veren tek millet olduğumuzun tokadını, daha çok yedim. Bu ne bir başlangıçtı ne de son.
*Markette koşan iki yaşındaki oğluma, “Patrick, koşma oğlum.” dedim diye, bir Türk kadın bana, isminin sebebini sorunca, eşim yabancı dedim. Daha tanışalı on saniye olmuşken, hiç tanımadığı bir adamın penisini sorup, sünnet olup olmadığını irdeledi. Başka bir kadın ise banyo yapıp yapmadığımızı sordu. İşte bu kadar haddini bilmez, işte bu kadar pisliğe bulanmış beyinler.
*Eşimden ayrıldığım dönemde tanıştığım bir Türk kadın bebeğim küçük olduğu için devamlı bana gelir, sohbet ederdik. Israrla beni evine çağırdığı için üç çocuğumla gittiğimde, mutfakta öteki misafirlere, “İnanç, dul ama hiç utanmadan geldi, işte.” demiş.
*Evimde, sırf uyum ve güçlenmeleri için ücretsiz verdiğim Almanca kursuna gelen iki kadın ise, başım açık ve dindar olmadığım için önlerine koyduğum çayı içmeyip, birde arkamdan, koltuğun altı tozlu diye dedikodumu yapmış.
*Çalışmaya zorunlu olduğum ve acil iş aradığım dönemde üç gün çalıştığım fabrikada, gördüğüm her işçiye cinsiyet ayrımı yapmadan, “günaydın” dediğim için orada çalışan Türk işçileri tarafından dışlandım.
*Yine vergi iadelerini Almanca olarak doldurmam için evimde toplanan kadınlar, çocuklarımın üçüne, en son çocuğumun üvey kardeşleri olduğunu ve kendilerinden olmadığını söyleyerek, çocuklarımı ötekileştirip, korkutmuşlar. Üvey kardeş kelimesini öğreterek, kardeşlerini dışlamaları için elinden geleni yapmışlardır.
*İnternetin olmadığı dönemlerde, Türkiye`ye bilet aldığım Türk seyahat acentasındaki adamdan, soyadımın yabancı olmasından dolayı şöyle bir sohbet dinledim. “Kiliseye gittim bir kere. Ayinden sonra herkes soyundu ve birbirleriyle ana, kardeş ayırt etmeden yattı. “ dedi. Halbuki böyle bir şeyin olmadığını, yıllarca gittiğimi söylediğim halde iftirasına devam etti. Sonrada cuma namazını kaçırmamak için biletimi aceleyle kesti.
*Almanca tercümesine koştuğum birçok gariban ailede telefon numaram vardı. Komşularımdı ve sadece yardım etmek istiyordum. Benden yıllar önce geldikleri halde, eğitimsiz oldukları için Almanca bilmemelerini yadırgamıyordum. Yazın kimin eşi tatile gitse, adamlar beni arıyor, acaba onlar ile yatar mıyım diye, sohbet etmeye çalışıyorlardı. Hem saçlarım açık, hem boşanmışım ya, potansiyel vericiyim. Onlara göre. Böyle işte zihniyet. Azarlayıp kapattıktan sonra, eşleri tatilden dönüşlerinde, “eşim yanlışlıkla akşam seni aramış, kusura bakma” diye, erkeklerinin arkasında durmaları, bu olayda en mide bulandırıcı olanıydı.
Bunlar gibi, bana onlarca travma yaşattılar. Gelinen sonuçta, hiçbiri ile görüşmüyorum, yardım etmiyorum. Avusturyalı dostlarım bana yetiyor. 24 Haziran seçimlerinden sonra, ellerinde Türk bayrakları, arabadan sarkmış olarak, korna çalarak bütün sokaklardan, ana cadde üzerinde oturduğum için, benim evin önünden de geçtiler. Elleriyle goduk mu, işareti yaparak, naralar attılar.
Evet, godunuz. Yetiştirdiğiniz çocukların psikolojisine, Avrupalılara, size karşı olan nefretine bir kepçe daha godunuz. O iğrenç zihniyetinize, mide bulandırıcı düşüncelerinize, insanlık ile bağdaşmayan fikirlerinize, iftira ve şerefsizliğinize bir kova daha koydunuz.
Hep koyacaksınız. Hiç durmayacaksınız. Öyle ki bir Adolf Hitler daha çıkıp, sizi yok edene kadar koyacaksınız. Ondan sonrada salya sümük ağlayıp, benim başörtülü bacıma işediler, ben özgürce dinimi yaşayamadım, diyerek, mağduru oynayacaksınız.
Ama unuttuğunuz bir şey var ki, dünya artık eskisi gibi değil. Bu yazı da dahil olmak üzere, geçmiş herkesin elinde, kayıt halinde, gelecek kuşaklara objektif bir şekilde ulaşacak.
Oyun bitti beyler, hanımlar. Avusturya sizleri istemiyor, bence de köyünüze geri dönseniz iyi olur. Ben çocuklarıma Türkçeyi, siz onları zehirleyesiniz diye öğretmedim. Aziz Nesinlerin, Yılmaz Güneylerin, Türkan Saylanların mücadelesini anlasınlar, diye öğrettim.
Geçen gün Avusturya`da demeç veren bir politikacı, “Bizde tek adam yönetimi yoktur. Demokrasi ve özgürlükler vardır. Eğer tek adam yönetimi istiyorsanız ve özgürlüklerden mutlu değilseniz, gidebilirsiniz” demişti.
Bu görüşe katılıyorum. Hatta bütün konuşmasının altına imzamı atarım. Burada yaşayan yüzlerce Türk kökenli aydınlar, sizlerin sığırlığı yüzünden acı çekiyor, dışlanıyor.
Sırf siz, sığırlığınızı yaşayacaksınız diye biz burada acı çekmek zorunda değiliz.
Can Yücel`in “ülke ikiye bölünsün istiyorum, yandaş, yalaka ve yavşaklar bir tarafa-onurlu, şerefli, üreten emekçiler ve vatansever insanlar bir tarafa” sözünü, emin olun ki uygulayabilecek bir ülkedesiniz.
Benden uyarması……“