
Göçmen pazarlığı mı? Almanya’dan Türkiye’ye 500 bin kişilik „kelle başı“ teklif mi var?
AB, raporlarında Türkiye’yi resmen bir “mülteci deposu” olarak konumlandırıp “defterini dürerken”, Almanya 500 bin göçmeni “kelle başı” bedelle geri göndermeye mi hazırlanıyor? Gözlemlemek ve en önde konuşulmayanları okumak görevimiz diyen Birol Kılıç, Viyana’dan analizlerini kaleme aldı.
Soru : Almanya’daki Suriyeliler, istikrarsızlıkla mücadele eden ve milyonlarca sığınmacının yol açtığı sorunlar nedeniyle adeta toplumsal cinnet eşiğine gelen Türkiye’ye mi gönderilecek?
Birol Kılıç, 1.11.2025, Viyana’dan gözlem ve analizler
Almanya Başbakanı Friedrich Merz, 30 Ekim 2025’te gerçekleştirdiği bir günlük Ankara ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Okuduk: „Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde, baş başa ve heyetler arası görüşme sonrasında Almanya Başbakanı Merz ile ortak basın toplantısı düzenledi“
Merz’in ziyareti, hem kendi vatandaşlarının hem de Almanya’nın lehine ama Türkiye Cumhuriyeti açısından olası risklere dikkat çeken bir tutum sergiledi. Bu durum, Alman devleti ve vatandaşları için faydalı olabilir ve hayırlı olsun; ancak Türk milleti ve devleti açısından ne kadar yararlı olduğu konusunda şüphelerimiz bulunuyor. Görüşmede özellikle öne çıkan konu şuydu: “Almanya’daki kaçak Suriyeliler ve Afganlar ile Almanya’ya yasa dışı yollarla giren 22.560 Türk vatandaşı ve Türkiye üzerinden gelen diğer göçmenlerin hızlı iadesi.”
AB’nin, Türkiye’yi adeta “göçmen hapishanesi veya deposu” ve “ucuz işgücü kaynağı” olarak övdüğü Avrupa Komisyonu’nun 2024 Genişleme Paketi kapsamında hazırladığı “Türkiye Raporu” kamuoyuna açıklandı. Raporda, Türkiye’nin 3,6 milyon mülteciyi barındırmadaki olağanüstü çabaları övülürken, ücret artışlarını sınırlama ve iç talebi azaltma yönündeki ekonomi politikaları da “başarı” olarak değerlendirildi.
Ancak aynı belgede, vize serbestisi yol haritasında yer alan hiçbir kriterin Türkiye tarafından yerine getirilmediği açıkça belirtilmiştir. Raporda ayrıca, 18 Mart 2016 tarihinde Türkiye ile AB arasında imzalanan göç mutabakatının halen sonuç verdiği ve göç alanındaki iş birliğinin bu çerçevede sürdüğü vurgulanmaktadır. Türkiye’nin Suriye ve diğer ülkelerden gelen 3,6 milyon mülteciyi kabul etme konusundaki olağanüstü çabaları tekrar övgüyle anılmış, AB’nin 2011 yılından bu yana mültecilere yönelik toplam 10 milyar avro destek sağladığı ifade edilmiştir.
Rapor, AB–Türkiye arasındaki vize serbestisi diyaloğuna da değinmiş; Komisyon, “vize serbestisi yol haritasında belirlenen hiçbir kriterin yerine getirilmediğini” belirterek, Türkiye’nin vize politikası mevzuatını AB müktesebatıyla daha fazla uyumlu hale getirmesi gerektiğini savunmuştur.
Avusturya’nın en çok okunan bulvar gazetesi Krone’de, yurtdışı haberler masasından Christian Hauenstein’in imzasıyla 22 Temmuz’da “Vazgeçilmez Erdoğan” başlığıyla yayınlanan kısa analiz, AB’nin Türkiye’ye bir “mülteci hapishanesi” olarak bakışını göstermesi açısından önem arz etmektedir
Merzl’in sözleri ve X paylaşımları
Almanya Başbakanı Merz, kendi özel X hesabında (550 bin abonesi olan) Türkiye ziyaretini bir kez bile paylaşmazken, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 24 milyondan fazla takipçisi bulunan X hesabından bu 30 Kasım tarihli ziyaretle ilgili dört farklı paylaşım yaptı ve bunlardan biri videolu paylaşım olarak öne çıktı.
Burada şu soruyu sormak ayıp mı olur?
Başbakan Merz, sözleriyle övdüğünü iddia ettiği Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı gerçekten ne kadar samimi? Yoksa Almanya, “Türkiye’de her şeyi zaten para ile satın alıyoruz; dostları kızdırmayalım, dikkat çekmeyelim. Türkiye’ye 500 bin kişilik ‘kelle başı’ teklif sunduk, parasını da vereceğiz” diyerek, karşısındaki iktidara aslında tatlı sözler ve şantaja açık kanallar üzerinden mi yaklaşıyor?
Bu yaklaşım, “Al parayı, ne yaparsan yap; al bu Suriyeli ve Afgan sığınmacıları da, çeneni kapa” modunda, nobran ve hesapçı bir bakış açısını mı yansıtıyor?
Almanya Başbakanı Merz’in bir günlük, özünde Türkiye’ye kendi ülkesinden sığınmacıları para karşılığı ihraç etmek amacıyla gerçekleştirdiği ayaküstü Ankara ziyareti, Türkiye’nin hem içten hem de dışarıdan adeta “defteri duruluyor” denmesi gereken bir tabloyu ortaya koyuyor.
Peki, ne demek “defterin durulması”?
“Defterin durulması”, bir kişi ya da ülke hakkında geçmişteki tüm hesapların, ilişkilerin, vaatlerin ve beklentilerin yeniden gözden geçirilmesi; artık “gerçek niyetin” açığa çıkması anlamına gelir. Bu ifade, genellikle bir tarafın diğerine karşı samimiyetsiz, hesapçı veya ikiyüzlü davrandığı durumlarda kullanılır.
Bu bağlamda örnek: Almanya, Türkiye’ye 500 bin sığınmacıyı “kelle başı” ödeme modeliyle geri göndermek istiyor. Bu teklif, dostluk söylemleriyle süslenmiş olsa da, özünde Türkiye’yi bir mülteci deposu haline getirme stratejisini barındırıyor. İşte bu noktada, Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkilerinde “defterin durulması” gerekir: Yani, artık Almanya’nın neyi neden istediği, hangi çıkarları gözettiği ve Türkiye’yi nasıl konumlandırdığı netleşmiştir.

Merzl -Erdoğan görüşmesinde ele alınan başlıca konular
– Kaçak Türkler ve Suriyeliler: Almanya’ya yasa dışı yollarla giren 22.560 Türk vatandaşı ile Türkiye üzerinden gelen Suriyeli, Afgan ve diğer göçmenlerin hızlı iadesi
-AB Güvenlik Fonu: Türkiye’nin AB’nin 150 milyar euroluk “SAFE” adlı ortak programına katılım isteği. Bu talep, şantaj, dolaylı rüşvet, göz boyama ve Türkiye’deki yetkililerin prestijini artırma aracı olarak değerlendiriliyor
-Gazze’de ateşkes: Almanya, Türkiye’nin bölgedeki etkisini kullanarak Hamas’ın silahsızlandırılmasına katkı sunmasını talep ediyor
– Ukrayna savaşı: Türkiye’nin arabuluculuk rolüyle barış çabalarına destek vermesi gündeme getirildi
30 Kasım 2025 tarihli bir günlük Ankara ziyareti sırasında Almanya Başbakanı Merzl’in gündeminde özünde tek bir konu vardı: Almanya’dan 500 bin Suriyeli ve Afgan vatandaşını, göçmen hapishanesi ve deposu olarak gördüğü Türkiye’ye geri iadesi. Bu süreç kısa, orta veya uzun vadede gerçekleşse de temelde oldukça hızlı ilerlemesi planlanıyor. Bu nedenle ziyarette dile getirilen övgüler ve vaatler, gerçekte söz konusu sürecin hızını ve Türkiye üzerindeki yükünü maskelemeye yönelik çabalar olarak değerlendiriliyor. Belki de karşılıklı…
Almanya’nın önceliği: Türkiye üzerinden Almanya’ya gelen göçmenleri para ile iade etmek
AB’nin ve Almanya’nın öncelikli gündemi, ulusal çıkarlar doğrultusunda şekilleniyor. Özellikle Türkiye üzerinden gelen Suriyeli, Afgan, Somalili ve diğer uyruklardan olan, niteliksiz, okuryazar olmayan veya uyuşturucu gibi suçlarla ilişkilendirilen kişilerin hızlı iadesi hedefleniyor. Almanya’ya yasa dışı yollardan giren 22.560 Türk vatandaşının durumu ise daha basit bir sorun olarak görülüyor. Buna paralel olarak, göçmen iadeleri karşılığında finansal anlaşmalar ve ihracat kolaylıkları gündeme getiriliyor. Bu elma ile armutu birbirine karıştırmak gibi bir şey diyenler haksızlar mı?
Ekonomik yük: Almanya’dan adeta “Kelle başı” en az 10.000 Euro
Almanya, bu süreci ekonomik maliyetler ve toplumsal riskler açısından Türkiye için ciddi bir kriz potansiyeli olarak değerlendiriyor; ayrıca, Türkiye’yi milli çıkarlarına aykırı biçimde “satın alınabilir bir ülke” pozisyonuna sokarak rüşvet ve nitelikli dolandırıcılık risklerini artırdığı iddia ediliyor.
Türkiye ile yapılan görüşmelerde, göçmen iadeleri meselesi doğrudan masaya yatırıldı. AB Güvenlik Fonu kapsamında Türkiye’nin “SAFE” programına katılımı, bu sürecin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Gazze ve Ukrayna gibi bölgesel konular da görüşmelerde yer aldı; ancak bunlar Almanya açısından ikincil öneme sahip.
AB, son iki yılda gerekli mevzuatı hazırlayarak Türkiye üzerinden gelen göçmenlerin hızlı iadesini hedefliyor. Almanya, Türkiye’ye en az 500 bin göçmeni kişi başı 10.000 Euro ve üzeri bedelle geri göndermeyi planlıyor. Bu miktar daha da yükseltilebilir. Toplamda yaklaşık 5 milyar Euro’luk bir mali yük söz konusu. Diğer AB ülkeleri de benzer taleplerle sürece dahil olabilir. Çünkü bir sığınmacının yıllık maliyeti ortalama 30.000 Euro; 10 yılda bu rakam kişi başı 300.000 Euro’ya ulaşıyor. 500 bin kişiyle çarpıldığında ortaya çıkan maliyeti siz hesaplayın. Görüşmelerin bu minvalde yürütüldüğü açıkça görülüyor.
AB, Türkiye’yi bir mülteci deposu olarak konumlandırırken, Almanya 500 bin göçmeni “kelle başı” bedelle geri göndermeye mi hazırlanıyor? Gözlemlemek ve en önde konuşulmayanları okumak görevimiz.
Eğer bu doğruysa, bu strateji Türkiye’nin sosyal dokusunu, güvenliğini ve uluslararası itibarını doğrudan tehdit ediyor. AB, Türkiye’yi “para ile satın alınabilecek bir ülke” gibi görerek, “parayı ben vereyim, sen de benim sığınmacılarımı mülteci depona ya da hapishanene koy” kolaycılığına sığınmamalıdır. Bu yaklaşım, yalnızca etik dışı değil, aynı zamanda sürdürülemezdir.
Eğer gerçekten çözüm aranıyorsa, Almanya ve diğer AB ülkeleri bu mültecileri kişi başı 10 ila 30 bin Euro arasında bir maliyetle doğrudan geldikleri ülkelere — Suriye’ye, Afganistan’a — geri göndermelidir. Arada Türkiye’ye indirmeden, aracılaştırmadan, doğrudan ve medeni yollarla. Çünkü bu yük Türkiye’nin değil, bu politikayı yıllarca sürdüren Avrupa’nın sorumluluğudur.
Almanya’da Sığınma Politikası Değişiyor mu? Friedrich Merz’in son açıklamaları ne anlama geliyor?
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’in Ankara´daki bir günlük ziyareti sonrası yaptığı açıklamalar ne anlama geliyor. Merz Suriyelilere yönelik son açıklamaları, ülkenin mülteci politikasında yeni bir dönemin habercisi ve burada Almanya’da ki Suriyeliler para ile Türkiye’yi yollanacak yoksa direk Suriye’ye deki yaşadıkları bölgelilere mi ? Merz’in “Artık Almanya’da iltica gerekçesi kalmadı” sözleri, yalnızca bir siyasi tavır değil; aynı zamanda Avrupa’daki göç tartışmalarının yön değiştirdiğine dair güçlü bir sinyal ve bu anlamda Ankara ziyareti „Kelle başı ödemelerle“ önem taşıyor
İç Savaşın bittiği varsayımı: Gerçekçi mi?
Merz’in açıklamalarının temelinde, Suriye’deki iç savaşın sona erdiği varsayımı yatıyor. Ancak bu değerlendirme, sahadaki gerçeklikle ne kadar örtüşüyor? Beşar Esad rejiminin 11 ay önce devrilmiş olması, teknik olarak bir yönetim değişikliği anlamına gelse de, ülkedeki altyapı çöküşü, güvenlik riskleri ve siyasi belirsizlik hâlâ sürüyor. Nitekim Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un Şam ziyareti sonrası yaptığı “onurlu bir yaşam hayal bile edilemez” açıklaması, bu çelişkiyi açıkça ortaya koyuyor. Burada Suriyeliler‘ in Türkiye’ye para ile yanlış „rüşvet“ gibi adam başı para ödeyerek Türkiye Cumhuriyeti’nin ve milletinin çıkarına ters teslim edileceği iddiaları önem taşımıyor mu?
Merz´in haklı geri dönüş çağrısı: Teşvik mi, zorlama mı?
Merz, Almanya’daki 1 milyondan fazla Suriyelinin gönüllü olarak ülkelerine dönmesini umut ettiğini belirtiyor. Ancak bu “gönüllülük” vurgusu, sınır dışı tehdidiyle birlikte dile getirildiğinde, kamuoyunda bir baskı unsuru olarak algılanabiliyor. Özellikle “geri gönderme sürecine başlayabiliriz” ve “ülkelerine dönmeyi reddedenler sınır dışı edilebilir” ifadeleri, Almanya’nın mülteci politikasında daha katı bir çizgiye yöneldiğini gösteriyor ve tek yol kalıyor. Suriye olmazsa para ile Türkiye kabul etsin. Ne de olsa Türkiye’de hukuk yok veririz parayı yollarız iddialarını ciddi.
CDU’nun siyasi hesabı
Merz’in açıklamaları, CDU’nun göç politikası üzerinden kamuoyunda güvenlik ve düzen mesajı verme stratejisinin bir parçası olarak da okunabilir ama bu Suriyelileri Türkiye’ye para ile teslim edilirse acaba bu Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı br taraftan hainlik bir tarafdan kalleşlik olarak yorumlanır diyenlere ne cevap verilecek. Kabul, Almanya’da artan ekonomik baskılar, konut krizi ve entegrasyon sorunları, göçmen karşıtı söylemlerin daha fazla karşılık bulmasına neden oluyor. Bu bağlamda Merz’in çıkışı, hem iç siyasette hem de Avrupa genelinde yükselen “geri dönüşçü” politikaların bir yansıması anlıyoruz ama bu Türkiye’nin zararına olmamalı.
Wadephul’un Uyarısı: İnsani gerçeklik göz ardı edilmemeli! Ama…
Almanya Dışişleri Bakanı Wadephul’un açıklamaları ise hükümet içindeki görüş ayrılıklarını gözler önüne seriyor. Wadephul, Suriye’deki yıkımın sürdüğünü ve mültecilerin geri dönüşü için gerekli insani koşulların oluşmadığını savunuyor. Bu durum, Almanya’nın dış politika söylemi ile iç politika refleksleri arasında bir gerilim olduğunu gösteriyor ve faturası kafa başı para ödeyerek Almanya’dan Suriyelileri Türkiye yollamak olmamalı.
Türkiye, Almanya’nın göç yükünü hafifletme planında niye merkez ülke konumunda ?
Öbür tarafdan Alman basından yazılanların başlıkları konusunda dikkat çekmek isterim: „Almanya, Türkiye üzerinden gelen göçmenleri geri göndererek sosyal harcamaları azaltmayı ve iç güvenliği sağlamayı hedefliyor. Kelle başı ödeme modeli: Almanya’nın Türkiye’ye göçmen iadesi için mali teklifleri Göçmen başına 10.000 ila 30.000 Euro arasında değişen maliyetlerle Türkiye’ye toplu iade planlanıyor. Popülist sağın Almanya´da yükselişi: Türkiye’ye göçmen gönderimi iç siyasette koz olarak kullanılıyor CDU ve AfD gibi partiler, Türkiye’ye yapılan iadeleri kamuoyuna “sertlik” göstergesi olarak sunuyor. Türkiye, Avrupa’nın geri kabul merkezi mi oluyor? Sosyal riskler ve stratejik sonuçlar Türkiye’nin mülteci deposu haline getirilmesi, uzun vadede sosyal dokuyu ve güvenliği tehdit ediyor.“
9 Haziran 2023’teki analizimizin başlığı çok açıktı: „Lüksemburg’ta AB Sığınma Zirvesi: AB ülkeleri daha sert iltica kuralları üzerinde anlaştı! Ya Türkiye?“ Geçtiğimiz perşembe günü bir araya gelen AB’nin içişleri bakanlarının, sığınmacı anlaşmasında Türkiye’nin, daha doğrusu vatandaşlarının aleyhine AB’nin ise lehine orta yolda birleşmeleri ne anlama geliyor? AB iktidarları haklı olarak kendi yerli halkını ve devletini düşünüyor. Ya Türkiye’deki iktidar?
6 Ağustos 2023’teki analizimizde aslında AB’nin ne kadar iki yüzlü ve çıkarcı olduğunu gösteriyor ve Türkiye’nin mülteci çöplüğü olmasındaki rolünü anlatıyordu ve başlık ilginçti: „AB kulislerinde bu iddia konuşuluyor: ‚Erdoğan, Nobel Barış Ödülü’nü alabilmek için sarayında ekip oluşturmuş.‘“ Geçen hafta başı duyduklarımla Krone Gazetesi muhabirinin Brüksel’den hafta sonu yazdıklarını okuyunca bunları bir analiz-gözlem ile tarihe Türkçe not düşmek yine farz oldu. Siz hâlâ büyük dalganın denizlerde olduğunu sanın. En büyük ve sert dalgalar Brüksel ve Viyana nehirlerinde.
20 Aralık 2023’te şunları yazmıştık: „AB mülteci ve kaçak göç anlaşmasını yayınladı: Türk halkına kötü haber.“ AB resmen kendini kanunlarla koruma altına alan AB iltica ve kaçak göç anlaşmasını bu sabah açıkladı. Avrupa Birliği Dönem Başkanı İspanya ayrıca Konsey Başkanlığı ve AB Komisyonu tarafından bugün açıklandığı üzere, AB üyesi devletlerin temsilcileri ve Avrupa Parlamentosu, yıllar süren tartışmaların ardından ilgili yasal metinler üzerinde nihai bir anlaşmaya vardı. Sonuç olarak AB Komisyonu ilk olarak 2016 yılında yeni kurallar önerdi. Yıllar süren müzakerelerin ardından atılım bu. Ancak müzakereler sonuna kadar çok çetin geçti. Macaristan gibi ülkeler önerileri yeterince sert bulmazken, yardım kuruluşları ile sol ve Yeşiller’in bazı kesimleri iltica prosedürlerinde insan haklarına yeterince saygı gösterilmediği yönündeki endişelerini dile getirdi.
17 Şubat 2024’teki analizimizde, „Keriz silkelemesiyle Türkiye özelde AB’nin ama genelde Batı’nın çöplüğü mü yapılıyor?“ diye şöyle yazmıştık: Macaristan Dışişleri Bakanı Szijjarto geçtiğimiz gün Ankara’daki resmi bir ziyaretinde, „Yasa dışı göçmenlerin Avrupa’ya ulaşmasını engelleyemezsek, Avrupa’yı kaybedeceğiz, biz bunu istemiyoruz. Bunun için sürekli olarak yasa dışı göç baskısına karşı Türkiye’yi destekliyoruz” dedi.
Ankara’da, iktidar dışında birçok kişi şu tepkiyi verdi: “Türkiye’yi kaybettik, hangi Avrupa’dan bahsediyor? Kendisini Brüksel’de zannediyor herhalde Macaristan Dışişleri Bakanı.” Belki bu konuşma, AB’yi tehdit etmek için yapılmış olabilir; ancak AB’nin kaçak ve düzensiz göçmen çöplüğü haline gelen Türkiye’nin başkenti Ankara’da bu sözlerin sarf edilmesi, kamuoyunda ciddi tepkiyle karşılandı. Haksızlar mı?
Popülist söylem ve güvenlik riski
Almanya’da popülist sağ, Türkiye üzerinden gelen ve uyum göstermeyen sığınmacıların vukuatlarını abartarak oy kazanıyor. Öte yandan, Türkiye’ye para karşılığı iade edilecek bu kişilerin kimlikleri ve ödenecek paraların nereye gideceği belirsiz. Aralarında suç kaydı olanlar da bulunabilir. Ayrım yapılmadan iade edilmeleri, Türkiye’de güvenlik ve toplumsal sorunları artırabilir.
2016 mutabakatı sonrası demografik müdahale
2016’daki AB–Türkiye göç anlaşmasının ardından Türkiye’de demografik yapının değiştirilmesi ve göç yönetiminin AB çıkarları doğrultusunda şekillendirilmesi yeniden gündeme geldi. Almanya gibi sosyal devletlerde bu göçmenlerin yıllık maliyeti kişi başı ortalama 30.000 Euro, on yıl üzerinden 300.000 Euro’ya ulaşıyor. Bu mali yük, geri gönderme sürecinin hızlandırılmasını motive ediyor.
Türkiye’nin konumu: mülteci merkezi mi?
Bu analiz, Türkiye için ciddi sosyal, ekonomik ve güvenlik risklerini ortaya koyuyor. AB, Türkiye’yi fiilen bir “mülteci merkezi” konumuna itmekte ve ekonomik-politik tavizlerle bu süreci meşrulaştırmayı hedeflemektedir. Bu durum, yolsuzluk, rüşvet ve nitelikli dolandırıcılık risklerini de beraberinde getirebilir.
Önceki analizle örtüşen diplomatik gelişmeler
Hatırlarsanız, 22.07.2025 tarihinde kaleme aldığım Viyana’dan gözlem ve analiz yazısının başlığı “AB’den Türkiye’ye Suriyeli sığınmacı ihracat ticareti mi başlıyor?” şeklindeydi. Altına şu notu düşmüştük:
“Avusturya’nın en çok okunan bulvar gazetesi Krone’de, yurtdışı haberler masasından Christian Hauenstein’in imzasıyla 22 Temmuz’da ‘Vazgeçilmez Erdoğan’ başlığıyla yayınlanan kısa analiz, aslında AB’nin Türkiye’ye bir ‘mülteci hapishanesi’ olarak bakışını göstermesi açısından önem arz ediyor.”
Aradan üç ay geçtikten sonra, Ekim 2025 sonunda Almanya Başbakanı Merzl, Ankara’ya bir günlük ziyaret gerçekleştirdi. Ayaküstü yapılan açıklamalarda, en önemli mesaj ve talep, 22.07.2025’te attığımız “AB’den Türkiye’ye Suriyeli sığınmacı ihracat ticareti mi başlıyor?” başlığının ana temalarıyla örtüşüyordu.
Avrupa Komisyonu’nun Türkiye raporu: övgü ve eleştiri bir arada
AB’nin, “Türkiye’yi adeta bir göçmen hapishanesi veya deposu ve ucuz işgücü kaynağı olarak övdüğü” Avrupa Komisyonu’nun 2024 Genişleme Paketi kapsamında hazırladığı “Türkiye Raporu” kamuoyuna açıklandı. Raporda, “Türkiye’nin 3,6 milyon mülteciyi barındırmadaki olağanüstü çabaları” övülürken, ücret artışlarını sınırlama ve iç talebi azaltma yönündeki ekonomi politikaları da “başarı” olarak değerlendirildi. Ancak aynı raporda, vize serbestisi yol haritasında yer alan hiçbir kriterin Türkiye tarafından yerine getirilmediği açıkça belirtilmişti.
Raporda, 18 Mart 2016 tarihinde Türkiye ile AB arasında imzalanan göç mutabakatının halen sonuç verdiği, göç alanındaki iş birliğinin bu çerçevede sürdüğü vurgulandı. Türkiye’nin Suriye ve diğer ülkelerden gelen 3,6 milyon mülteciyi kabul etme konusundaki olağanüstü çabaları övgüyle anılırken, AB’nin 2011 yılından bu yana mültecilere yönelik 10 milyar Euro destek sağladığı ifade edildi. Raporda, AB–Türkiye arasındaki vize serbestisi diyaloğuna da değinildi. Komisyon, “vize serbestisi yol haritasında belirlenen hiçbir kriterin yerine getirilmediğini” belirterek, Türkiye’nin vize politikası mevzuatını AB müktesebatıyla daha fazla uyumlu hâle getirmesi gerektiğini savundu.
Krone gazetesi analizinden al haberi: „Türkiye mülteci hapishanesi ve deposu. İyi davranalım“algısı
Avusturya’nın en çok okunan bulvar gazetesi Krone’de, yurtdışı haberler masasından Christian Hauenstein’in imzasıyla 22 Temmuz’da “Vazgeçilmez Erdoğan” başlığıyla yayınlanan kısa analiz, AB’nin Türkiye’ye bir “mülteci hapishanesi” olarak bakışını göstermesi açısından önem arz ediyor.
Buyurun, gelin şimdi birlikte ne yazdığımızı ve nereye geldiğimizi tekrar okuyalım.
AB’den Türkiye’ye Suriyeli sığınmacı ihracat ticareti mi başlıyor?



